50 yıl öncesine gidelim derken
30 bin sene
evveline daldık!
Ragıp Duran
Aralık ortasında
İlker-Sonia çiftinin konuğu olarak Güney Fransa’da şahane bir hafta geçirdim.
Yarım asır önce üniversite okuduğum Aix-en-Provence’daki eski mekanları ve
arkadaşlarımı gördüm, Marsilya, Cassis, La Ciotat, Saint Paul de Vence ve
Menton’da gezdik-tozduk, yedik-içtik, güldük eğlendik.
Menton
İlker ve Türkiye’den
gelen kardeşi Tamer’in yanısıra Galatasaray
cemaatinden Sami, Mahir ile bol bol sohbet ettik. Aziz Yusuf Lisesinden arkadaşım Sinan da
Monaco’daki maç hariç, bize eşlik etti.
İlker’in evi Marsilya’da
Vieux Port’un orta yerinde.
Misafir salonundan Vieux Port
Léo Ferré Il n’y a plus rien (Hiç bir şey yok)
şarkısında Marsilya limanından şöyle söz eder:
Marsilya’da limanı
tıkamış olan sardalyanın karnı
Eroinle doluydu
Dalgıçlar gitti, geri
gelemedi
Sardalyalara özgürlük!
Böylece balık hali
toptancıları da yok olsun!
6. kattaki daireye girer
girmez antrede Françoise Hardy’nin
posterini görünce ‘’İyi mekana geldik’’ dedim. Sonia da sabah aşağıya inip
bayiden kağıda basılı ‘’La Marseillaise’’ gazetesini alıp kahvaltıya
başladığımızda ‘’Hala iyi zamanda yaşıyoruz’’ dedim.
50 yıl önce hukuk
fakültesinde okurken Marsilya tabi ki böyle değildi. Gerçi o zamanlarda da kent
‘’Fransa’nın En Arap şehriydi’’ ve ‘’Marsilya’nın en mühim meselesi
Marsilyalılardı’’. Marsilya’nın kuzey banliyösü, Alger’nin kuzeye taşınmış bir kenar mahallesiydi, hala
öyle, ayrıca uyuşturucu çetelerinin denetiminde.
Marsilya’nın merkezinde Foçalıların gemileri
Foçalıların Milattan
Önce 6. yüzyılda kurduğu Marsilya, resmi kayıtlarda ‘’Antik Yunanlı Foçalıların
kurduğu kent’’ diye geçer, bizimkiler o zamanlar henüz Orta Asya bozkırlarındaydı
ve denizle hiç ilgileri yoktu.
Marsilya deyince akla
iki şey gelir: Olympique de Marseille yani futbol takımı, bir de balık çorbası bouillabaisse.
Aslında balık artıklarından yapılan bouillabaisse yoksul kesimin yemeğiydi. İşler değişmiş:
Belediye ve Ticaret Odası bouillabaisse’i sertifikaya bağlamış ve sınırlı
sayıda lokantanın mönüsüne koymasına izin vermiş. Deniz kıyısında şık bir
lokantaya gittik. Garson tepside 5-6 çeşit taze balık getirdi gösterdi. Sonra
çorba suyunu servis etti çukur tabaklarımıza, biz de haşlanmış balıkları
parçalayıp çorbamızı içtik. Hesap geldiğinde ben haliyle biraz şaşırdım.
Bouillabaisse’ın porsiyonu 65 euro. Bu parayla biz Selanik’de 3 kişi uzo balık
ziyafeti çekiyoruz. Bouillabaise’in sınıf atlaması bana pahalıya mal oldu.
Cosquer mağarasında 30
bin yıl önce
Kentin merkezinde Vieux Port’un hemen arkasında MUCEM’in (Avrupa
ve Akdeniz Uygarlıkları Müzesi) orada Cosquer
mağarasına gittik. Müthiş. Ben daha önce Bordeaux’nun kuzeyindeki Lascaux
mağarasını görmüştüm. 17 bin yıllık geçmişi vardı. Cosquer ise 30 bin yaşında.
50 yıl önceki üniversiteli gençliğimizi ararken kendimizi bir anda 30 bin yıl
öncesinde bulduk. ‘’Oh Mon Dieu!’’, varsa
tabi. Mağaranın orijinali aslında Cassis civarında denizin dibinde bulunmuş.
Keşfeden dalgıçın adı Cosquer. Lascaux gibi Cosquer’i de orijinaline sadık
kalarak yeniden inşa edip Vieux Port’a kondurmuşlar. İçeride küçük vagonların
içinde, zaman zaman 360 derece dönerek kendimizi mağaranın içinde gezinirken
bulduk. Kulaklıklarımızda attığımız her adımın ayrıntılı açıklamaları vardı.
Platini’nin Cassis’deki lokantası
Cassis dedim, orada da
Michel Platini’nin lokantasında bir kahve içtik. Hatta Platini de bir ara
kasanın oradaydı. Mektebi Sultani’nin ruhunda cintoşluk olduğu için bir ara
aklımıza parlak bir fikir geldi: ‘’Gidelim Platini’nin yanına kendimizi
Fenerbahçe taraftarı olarak tanıtalım. Ve UEFA Başkanı iken Platini’nin
Erdoğan’la birlikte bizi şikecilikten kurtardığı için kendisine teşekkür edelim’’.
Olur mu olur... Biz vakti zamanında koskoca Beyoğlu ahalisini İtalyan Milli
Takımı geldi diye keleğe getirmiş bir kuşağın mensuplarıyız.
La Ciotat da ilginç bir
yer. Çünkü dünyanın ilk sinema salonu burada
ve hala ayakta.
La Ciotat’da dünyanın en
eski sinema salonu (1899) ve Eden Theatre.
Benim favori mimarım Le
Corbusier’nin Marsilya’daki Unité d’Habitation’unda bizim Sadi oturur. 10-15 sene önce
dairelerini ve kompleksi gezdirmişlerdi. Etkileyici. Bu sefer biraz zorlandık,
dolambaçlı yollarda yürüdük ama Menton’la Monaco arasında Roquebrune’de Le
Corbusier’in ‘’Cabanon’’unu bulduk. Randevuyla
ziyaret edildiği için ancak uzaktan fotograflarını çekebildik.
Le Corbusier’nin minicik
kulübesi Le Cabanon
Menton’daki Jean Cocteau
müzesini de şöyle bir tavaf edebildik. Cocteau, Jean Genet'yi hapisten kurtaran büyük sanatçıdır.
Menton’da Jean Cocteau
müzesi
Gezimizin en güzel
duraklarından biri de Monaco’dan Marsilya’ya dönerken Fondation Maeght oldu. Önce Saint Paul de Vence’da
güzel bir öğle yemeği yedik. Güney Fransa’nın sanat atelyeleriyle dolu,
daracık sokaklarıyla küçük bir tepeye kurulmuş önemli bir turist merkezi.
Saint Paul de Vence’da
öğle yemeği
Jean Ferrat sevgilisini
anlattığı ‘’Ma Môme’’ (Yavrum) şarkısında der ki:
Saint Paul de Vence’a
gitmeyiz
Bizim bütün tatillerimiz
Saint-Ouen’de geçer
Aile olarak da bir tek
vaftiz annemiz kaldı
O da Lorraine
taraflarında bir yerde oturuyor
Bize çok uzak...
(Saint Ouen, Paris’in
kuzeyinde bir işçi semti)
Bir de Aragon, bir
şiirinde Saint Paul de Vence’dan atılan bir kartpostaldan söz ederdi.
Bulamadım.
Yemekten sonra kocaman
bir sergi merkezine vardık: Fondation Maeght. Bahçesinde Miro, Braque,
Giacometti’nin yapıtları var.
Giacometti ve ben Maeght Vakfında, kalın ve
ince.
İspanyol ressam heykeltraş Miquel Barcelo’nun
16 yüzlü parçalanmış Lenin cemalleri
İçerideki salonlarda Chagall,
Kandinsky, Léger tabloları gülümsedi.
Aslında bir tam gün geçirebilirdik.
Fransa’nın en büyük özel
sanat müze/sergi salonu Maeght Vakfı
Marsilya ile Aix,
siyahla beyaz gibiydi, hala öyle. Aix aristokrattır, Marsilya proleter hatta
lumpen. Aix Fransızdır, 30 km. güneyindeki Marsilya Arap. Aix’de 50 yıl önce
gittiğimiz Mondial kahvesi ile Rotonde lokantası duruyor. Ama Les Deux Garçons bistrot’su inşaat nedeniyle
kapalıydı. Rotonde meydanında eskiden
turizm ofisi olan merkezi bina Apple dükkanı olmuş. Her yer sanal dünyanın
işgaline uğruyor.
Öğrenci yurdumuz Gazelles’in giriş kapısındayım 50 yıl sonra.
Soldan sağa Ragıp, İlker, Tamer, GSli 3 Aixli
üniversite lokantası önünde.
Gazelles öğrenci yurdu,
Arc de Meyran, Fenouièlleres neyse ki duruyor. Yarım asırda biraz değişmiş,
aslında yaşlanmış ama makyajla genç göstermeye çalışmışlar.
Aix’e gitmişken Cours
Mirabeau üzerindeki dükkandan ‘’Calisson’’ almamak olmazdı. Resmi iddiaya göre
1454 yılında üretilmiş ilk ‘’Calisson’’, kavun kabuğu, portakal çiçeği, lavanta
balı, yumurta beyazından yapılıyor. Güzel bir tatlı.
Aix’ten Marsilya’ya
arabayla dönerken bir meydandan geçiyorduk, içimden bir ses ‘’Burayı
biliyorsun’’ dedi ama çıkaramadım. Sordum. ‘’Porte d’Aix’’ (Aix Kapısı)
dediler. Renaud’nun A La Belle de Mai (Marsilya merkezinde bir semt) şarkısında geçer.
Parisli herif
kasılıyordu
Yanındaki teyze, biraz
gerzekti
Kocaman kıçı vardı
Nerdeyse Aix Kapısı kadar
Al teyzeyi götür arka
mahalleye
Geliyon mu makine
7 Günde toplam yaklaşık 500 km. yapmışız, Marsilya-Aix-Menton
güzergahında.
Marsilya’nın bir
özelliği de sıkı bir palavra diyarı olması. Her şeyi acaip abartılar. Akıl
almaz laflar ederler. Mesela Vieux Port’un kuzey batısındaki mahalle ‘’Le
Panier’’ ciddi rehber kitaplarında bile ‘’Dünyanın en eski semti’’ diye geçer. Turist asaleti mecbur kıldı, Le Panier’ye
gittik ve özel bir dükkandan Marsilya’nın bin yıllık(!) bisküvisi ‘’La
Navette’’ aldık. Kentin sabundan sonra en önemli ve özgün ürünü.
Le Panier’den Vieux Port
Marsilya hakkında duyup
da emin olamadığım kimi bilgileri İlker’e sorduğumda ‘’Evet öyle derler ama
yüzde kaçı gerçek, kaçı Marsilya palavrasıdır bilinmez’’ dedi hep.
Her şey güzeldi.
Muhabbet 5 yıldızdı. Yemekler nefisti. Kültür-sanat mecralarını iyi gezdik. Ve
her güzel şey gibi 7 günün sonunda Marignane Havaalanında (Onun da adını
değiştirmişler, Marseille-Provence yapmışlar) sona erdi bu rüya. A la
prochaine... (SON/RD)
Yorumlar
Akdeniz tatlı meltemiyle canlandım.