Ana içeriğe atla

Haluk Şahin: Babıali’ye Son Tren

Kıdemli Bir Teorisyen/Pratisyenin Anıları


* Kıdemli iletişim akademisyeni ve medya yöneticisi Haluk Şahin’in 3 ciltlik anılarının birinci kitabı çıktı. Olay, olgu, karakter ve portreler açısından zengin bir çalışma. Bursa’dan, Istanbul’dan, TRT Ankara’dan ve Nokta Istanbul’dan,  ABD’den, yakın dönem Türkiye medyasından ve siyaset sahnesinden renkli fotograflar… 

Ragıp Duran







Haluk Şahin’in son kitabı, ‘’Babıali’ye Son Tren’’ ‘’Yarım yüzyıllık medya yolculuğundan anılar’’ (Önkapakta anılar, iç sayfada notlar(1) denmiş)  ve ‘’1957-1985’’ altbaşlıklarını taşıyor. İlgi ve merakla okudum.

Şahin’in kalemi velut ayrıca hızlı ve akıcı. Ben iki oturuşta bitirdim kitabı.(Biz Kitap, 2024, İzmir,271 s.)

Şahin, Türkiye’nin ilk iletişim akademisyeni. İşin hem teorik/akademik kısmında hem de mesleki cenahta yıllarını vermiş bir uzman.

Kendisini az çok tanırım ve saygı duyarım. Gazetecilerin anılarını yazmalarını da büyük memnuniyetle karşılıyorum. Şahin’den, kendi açıkladığı üzere, iki cilt anı daha bekliyoruz.














Kendisiyle aynı medya organında hiç çalışamadım ama benden bir kuşak kıdemli Şahin, Nokta’dan ayrıldıktan sonra ben Nokta’ya gelmiştim. Kişisel ilişki, mesleki ilişkilerden daha önemli değil.

Anı türünün kesin bir tanımı yok. Yazarı herhangi bir kuralla sınırlamamak ya da belirli bir çerçevenin içine sıkıştırmamak lazım. Anı kitabı, tek başına yazıldığı halde, bazen yüzlerce bazen de onlarca insandan söz eder. Şahin’in kitabı da, tanıdık tanımadık çoğu akademi, siyaset ve medya dünyasından insanı sahneye çıkarıyor.

Haluk hoca anılarında, Bursa, Istanbul, Ankara ve ABD’de geçen hayatından önemli kesitleri aktarmakla kalmamış, başta iletişim/gazetecilik olmak üzere Türkiye siyaseti ve sosyolojisi konusundaki fikirlerini de yazmış.

Medya ve gazetecilik konusunda yazdıklarının çoğu, benim de doğru bulduğum yaklaşım ve pratikler.

Anı kitabında, yazar kaçınılmaz olarak yıldız kahraman olarak hep projektör ışıklarının altında, mikrofon hep elinde ve on-on beş kamera her adımını takip ediyor.  Şahin, tevazu konusunda zaman zaman hiç tasarruflu davranmamış gibi geldi bana ama herhalde hakkıdır.










Anıların ilk cildinde TRT ve Nokta tecrübeleri ön plana çıkıyor.  TRT yıllarını İsmail Cem’in yayınladığı ‘’TRT’de 500 Gün’’ kitabıyla birlikte okuyunca daha çok bilgi ve görüş ediniyoruz. Nokta konusunda, Şahin, Tuğrul Eryılmaz ile Engin Ardıç’ın yanı sıra Arda Uskan’ın yazdıklarına da göndermeler yapıyor.

Haluk Hoca, gerek TRT’de gerek Nokta’da ‘’dışarıdan gelen yabancı’’  konumda. Çünkü TRT’ye Genel Müdür İsmail Cem’in önerisi üzerine gelmiş hem de Amerika’dan doktorası var. Bu iki etiket yazı işlerinde pek hoş karşılanmamış. Keza Nokta’da da, ekip kurulduktan sonra patron Ercan Arıklı’nın tayini üzerine Genel Yayın Yönetmeni koltuğuna oturuyor. Gerçi dergide okumuş yazmış, Avrupa, Amerika görmüş başka insanlar da var ama Şahin yine de bir ‘’outsider’’. Anılarda bu konum derin ve çok boyutlu anlamları verilerek güzel anlatılmış.

TRT ile Nokta dergisi arasında yer alan İsmail Cem’in Politika gazetesi deneyimi de, Türkiye’de aydın-gazeteci-okur üçgeni açısından iyi ama başarısız bir laboratuar gibi olmuş.

Haluk Hoca özellikle Nokta yıllarına ilişkin eski defterdeki hesapları kapatmak için de kalem sallamış. Ben araya giren gazetecilik/iletişim derslerinden hiç sıkılmadım, aksine beğendim ama bu eski ihtilaflar konusundaki kişisel ve tekyanlı değerlendirmeler yoruma açık. Yazmasaydı da olurdu yani…













Anı kitabının kapağını Salih Memecan çizseymiş daha kıyak olurdu sanki. Mayakovski dönemi Sovyet afişlerine benzettim biraz.

Anılarda takıldığım bir kaç nokta oldu:

Mesela, kendi tecrübesiyle sınırlı kalarak yazmış olsa gerek, mealen, dünyada en iyi master ve doktora çalışmalarının ABD’de yapıldığını öne sürüyor. Pozitif bilimler konusunda doğru olabilir. Ama sosyal bilimlerde ABD akademiası, Eski Kıta’ya oranla hem yaklaşım hem içerik konusunda bence daha geri ve zayıf.

Asker çocuğu olmaktan mı kaynaklanmış bilemem ama Şahin’in ABD’de ‘’Midnight Express’’ filmi oynatılırken ‘’Türkiye’nin’’ hatta ‘’Türklüğün’’  savunmanlığına soyunması, keza İran/Humeyni/Türkiye konusunda New York Times’da  ‘’Türkiye, İran değildir’’ (?) başlığıyla op-ed yayınlaması (hele bunun da TC Basın Müşaviri A.Kılıç tarafından büyük bir sevinçle karşılanması) bana garip geldi. Üstelik tüm iyi niyetli çabalarına rağmen her iki konuda da kayda değer bir başarı hatta ilerleme sağlayamayacağını da bilen bir akademisyenin neden bu tür girişimlerde bulunduğunu anlamak güç.

Ermeni meselesine de nedense pek girmemiş Şahin.  










                                                                                                                                                                  Cleveland

Kim demiş bilmiyorum ama ‘’20 yaşına kadar solcu olmayan insandan daha sonra doğru dürüst bir şey çıkmaz’’ diye bir söz vardır. Hele Türkiye’de 1960-80 döneminde ortaokul ya da lise öğrencisi iseniz, mevcut sol gruplardan birinde aktivistlik şart olmasa da hiç olmazsa sempatizanlık, insana siyasi-ideolojik bilinç ve kültürel düzeyde çok şey kazandırdı. Gerçi bu dönemde militanlık ya da sempatizanlık yapanların ille de hepsi bugün öyle çok sağlam, çok sıkı bir konumda değiller. Hiç aktivistlik/sempatizanlık yapmamış yüzlerce ciddi, doğru dürüst uzman, yazar, bilim insanının varlığını da inkar edecek değilim.  Yani 20 yaşlarında solcu militanlık gerekli ama gelecek için yeterli bir staj değil. (Haydar Ergülen’in yeni çıkan iki kitabını okudum). Şahin’in kendisine uzak bir konu olduğu için Türkiye’deki sol örgütler meselesindeki görüşleri de öyle altı fosforlu kalemle çizilecek satırlar arasında bulunmuyor.







Maryland

Kitabın künyesinde editör adı var ama az sayıda da olsa baskı hatasına rastladım. Ayrıca, bir-iki yerde de fact-checking yapılmamış anlaşılan.

Haluk Hoca’nın ABD’deki akademi ve verdiği derslerden daha çok sözetmesini beklerdim. Belki bundan sonraki ciltlerde,  konu/hikaye uygun düşerse geriye dönüşlerle Amerikan İletişim Akademisi hakkında birinci elden bilgiler öğrenebiliriz.

Bir başka eksik bulduğum nokta: Şahin’in ABD’deki akademik yaşamı boyunca, aslında onun döneminde belki de en iyi dönemlerinden birini yaşamış olan ciddi, alternatif medya adı verilen basına neredeyse hiç değinmemesi. Bir yerde Noam Chomsky’nin adını anıyor, okul gazetelerinden bahsediyor o kadar. Halbuki Haluk Hoca’dan Siyahların medyası, Mother Jones, Lies Of Our Times, Village Voice, Znet, FAİR gibi yayınlardan söz etmesini beklerdim. Şahin, yerleşik düzen içinde düzgün gazetecilik yapılabileceğine inanmış sanki. Sınıf tahlili yapmıyor ama Amerika’nın önemli gazetelerinin dış politika konusunda yönetimle olan paralelliğini, özellikle Türkiye haberleri bağlamında deşmeyi ihmal etmiyor. 

Bu ilk cilt İnternet öncesi dönemi kapsıyor. Okurların bugünkü gözle okumaması gerekir.

Genç ve yaşlı gazetecilerin, iletişim akademisyenlerinin, medya okur-yazarlık düzeyi ortalamanın üstünde yurttaşların okumasında yarar olan bir kitap olduğu kesin. (SON/RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze