Ana içeriğe atla

DOKSANLARA DÖNMEYİZ, DÖNEMEYİZ

Kimi gözlemciler, siyasi analistler Kürt meselesi konusunda bugünkü ortamı 90lı yıllara benzeterek bir geri dönüşten sözediyor. 25 yılda neler değişti? Neler değişmedi? İç ve dış koşullar, siyaset, ideoloji, bölgenin ve dünyanın konumu 90lara dönmeye müsait mi?

7 Haziran seçimlerinde 10 puan gerileyip tek başına hükümet kuramayan ayrıca Başkanlık düşleri de suya düşen Erdoğan'ın AKP'si, bu yenilginin sorumlusu olarak HDP'yi görüp iki yılı aşkın süredir kör topal ilerlemeye çalışan Çözüm Sürecini bitirdi, PKK'ye yönelik olarak hem ülke içinde hem de ülke dışında olağanüstü geniş kapsamlı bir saldırı başlattı.
Yüzlerce HDPlinin tutuklanması, HDP eşbaşkanlarına soruşturmalar açılması, HDPnin kapatılması için bazı adımlar gerçekleşirken, TSK havadan Irak Kürdistan Özerk Yönetimi sınırları içindeki PKK mevzilerini yoğun bombardımana tuttu.

Bu ortamı okumaya çalışan bazı gözlemciler, siyasi analiz yaparken '90'lara geri mi dönüyoruz' temasını hatta leitmotifini işliyor. Gerçekten de 90'lardaki durum ile bugünkü durumu kıyasladığımızda bir çok ortak nokta kendini gösteriyor. Yani 25 yıl önce de bugün de, siyasi iktidar Kürtlere karşı ülke içinde ve dışında askeri şiddete başvuruyor. Şiddetin türü ve dozajı da evet benziyor.

Ne var ki bu tür kıyaslamalar çoğu zaman hem doğru değil hem de herhangi yeni bir anlam, işlev ya da misyon yaratmıyor. Her dönemin kendine has koşulları, yaklaşımları, uygulamaları var. Yoksa TC aslında Kürt meselesi konusunda 1925'den bu yana hep aynı temel siyaseti, stratejiyi uyguluyor. Kuşkusuz bu siyaset/bu strateji dönemin özelliklerine göre bazı farklılıklar gösteriyor.

1990'lar ile bugünkü genel siyasi durumu (İç ve dış konjonktür, hükümet ve ordu ile PKK, halk ve HDP ile ekonomik, ideolojik konumlar...vs...) karşılaştırdığımızda son derece önemli farklılıklar ortaya çıkıyor.

Önem sırası gözetmeden bu farklılıklara bakalım:

  • Kürtler, bugün 90'lara oranla çok daha güçlü. Siyasi açıdan daha tecrübeli ve daha olgun. Kürtler 90'larda neredeyse yapayalnızdı, bugünse çok farklı kesimlerden dostları var. 90'larda Kürt haklarını savunan yasal bir partinin 80 milletvekili yoktu.
  • Siyasi iktidar 90'lara oranla bugün daha zayıf ve bölünmüş durumda. 90larda siyasi-ideolojik çizgi farklarına rağmen egemen güçlerin neredeyse tümü, sağcısı 'solcusu', liberali, sosyal demokratı, sivili, askeri genel olarak Kürt karşıtı idi. 90larda siyasi iktidarı, Başbakanı, Cumhurbaşkanını makamından edecek bir Kürt muhalefeti yoktu. Bugünkü siyasi iktidar ise, gerileyen bir güç. Önce koalisyon ortağı Gülen Cemaatini kaybetti. Ardından AKP, Erdoğanperverler, 3yıllıkçı eskiler ve yeni milletvekilleri olarak en az 3 parçaya bölündü. 90larda hükümet ile TSK arasında Kürt sorunu hakkında herhangi bir sorun/pürüz yoktu. Doğan Güreş ile Tansu Çiller'in ne kadar iyi anlaştıklarını amiyane tabirlerle övünerek anlatırlardı. Bugünse TSK mesela Suriye'ye yönelik bir saldırı gerçekleştirme konusunda fevkalade temkinli davranıyor.
  • 90larda iktidarı kaybederse Yüce Divan'a ya da Uluslararası Ceza Mahkemesine gitmesi sözkonusu olan bir lider yoktu.Bugünkü iktidarın saldırganlığının önemli nedenlerinden biri de bu.
  • 90larda, yani Gezi öncesinde, Kürt meselesi de medya meselesi de siyaset de oldukça geri daha çok da resmi bir dille anlatılıyor ve anlaşılıyordu.
  • 90ların medyası ile bugünkü medyayı kıyasladığımızda da önemli farklılıklar ortaya çıkıyor. 25 yıl önce Türk egemen medyası, esas olarak Genel Kurmay Başkanlığının mülkiyetindeymişcesine yayın yapardı. Tamamen apoletli idi. Bugün de aslında hala büyük ölçüde apoletli. Yani Kürt meselesi konusunda milliyetçi, zaman zaman ırkçı ve genelde militarist bir dil benimsemiş durumda. Ne var ki, yine medyadan öğreniyoruz ki, AKP sözcüleri, mesela Çözüm Süreci'nin sona ermesi, Suruç ya da IŞİD gibi konularda pek anlamsız, çelişki dolu, gerçeği yansıtmadığı aşikar açıklamalar yapmak zorunda kalıyorlar. Savunmada mantık hataları yapıyorlar. Bir bakan kalkıp da 'HDP barajı aştığı için Çözüm Sürecini bitirdi' derse kimse bunu ciddiye almaz. Keza 'Seni Başkan Yaptırmayacağız' sloganının beyefendiyi provoke ettiği açıklanırsa da, mevcut iktidarın paranoid ruh hali deşifre edilmiş olur. 90lardaki iktidarların, hükümetlerin böyle bir sorunu yoktu. Bir küçük not: 90larda bir Başbakan yardımcısı çıkıp 'Öcalan bunları sopayla kovalar' diye bir cümle sarfedemezdi.
  • 90larda Rojava yoktu, Irak Kürdistanı Özerk Yönetimi de bugünkü kadar güçlü, oturmuş ve yerleşik değildi. Rojava, bütün Kürtler açısından son derece önemli bir rol model olurken, İran, Irak ve tabiki Türkiye Kürtleri açısından bir moral ve umut kaynağı haline geldi.
  • 90larda IŞİD ve benzeri örgütler yoktu. Dolayısıyla bugün hem bölge hem de bütün uluslararası camia açısından laikliğin koruyucusu konumuna gelen PKK/PYD'nin önem ve konumu yeni yeni ortaya çıkıyor.
  • 90larda Saddam'ın Irak'ı ve Esad'ın Suriye'si toprak bütünlüğünü henüz muhafaza edebilen iki devlet olarak Türkiye'nin güney komşuları idi.Bugün bu iki devletin yerine sınır bölgelerinde güçlü Kürt entiteleri ve IŞİD bulunuyor.
  • Batı dünyası da 90ların Batı dünyasından farklı. Özellikle ABD bugün PYD'ye doğrudan askeri yardım gönderiyor, Fransa'da PYD'nin askeri sorumlularını Elysee Sarayında ağırlıyor. 90larda Ankara, ABD ve Alman silahları ve siyasi desteği ile PKK'ye karşı savaş açmıştı. Yakın geçmişte ise ABD'de ve AB'de PKK'nin terörist örgütler listesinden çıkarılması gündeme geldi.
    Sonuç olarak evet Ankara belki 90ların Türkiyesine dönmek için elinden geleni yapıyor. Ne var ki bu kadar çok parametrenin değişmiş olduğunu hesaba katmadan salt ideolojik ve sübjektif motivasyonlarla, tutuklama ve bombardımanlarla 90lara dönülemez.Hem üstelik mevcut siyasi iktidarın bir parça aklı ve belleği varsa, 90lara dönmenin kendisi için herhangi bir yarar ya da hayır sağlayamayacağını anlaması gerekir. Değil mi?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla