Ana içeriğe atla

Süreç, Gezi, Rojava, Mısır

Başbakan Erdoğan galiba içinden “şu Kürtler olmasa Süreci ne güzel yönetirim” diyor. Bir süredir de eklemek zorunda kaldı: “Şu Rojava olmasa Suriye’de çok etkili olurum.” Son zamanlarda neredeyse her şey Erdoğan’ın aleyhinde: Gezi, Rojava, Mısır Darbesi. Şaşkınlık, hiddet, korku dalgaları arasında Kürt Sürecini yönetebilir mi böyle birisi? 

490-254Geçtiğimiz yılın aralık sonunda başlayan “Süreç”, sekizinci ayını tamamlamak üzere. Bu sekiz aylık süre içinde taraflar ne yaptı? Önce PKK’den başlayalım: Öcalan bu yıl Diyarbakır Newroz’unda okunan bildirisi ile aslında 1925’te, ama son dönem itibarıyla 1984’te başlayan Kürt Meselesinin özüne ilişkin tayin edici bir kararı açıkladı: Silahlı mücadele dönemi kapanmış, artık siyasî mücadele dönemi başlamıştır. Konuya ilişkin bütün verilerin yeniden değerlendirilmesine neden olan bu açıklama aslında mücadelenin sadece yöntemine ilişkin bir tutum değişikliği değildi. Newroz açıklaması kısa süre içinde somut ifadesini de buldu ve PKK, silahlı güçlerini Türkiye topraklarından çekmeye başladı. Bu geri çekiliş PKK kaynaklarına göre büyük ölçüde gerçekleşti. Son sekiz ay içinde bölgede PKK ile TSK arasında silahlı çatışma yaşanmaması, Öcalan’ın Newroz bildirisi ve bu bildirinin gereklerinin yerine getirilmesi sayesinde hayat buldu. Cizre, Lice ve Yüksekova’da PKK’nin denetimi dışında gerçekleşen bazı silahlı gösterilerle, geri çekilme sürecini engelleyen nedenlerle meydana gelen tek tük silahlı eylemleri hesaba katmamak gerekir.
Suriye Kürtlerinin, PYD önderliğinde, Esad ile muhalifler arasında uzun süre tercih yapmaması ve bilahare bir üçüncü güç olarak kendi bölgelerinde özerk bir yapıyı inşaya başlaması, Ankara’yı çok tedirgin etti. Öcalan da, bu durumdan yararlanarak, Süreci başlatan hamlesini yapmıştı. Erdoğan, zaten bu durumda Türkiye içinde ve dışında, Kürtlere karşı topyekûn bir mücadele sürdüremezdi. Aslında eskiden kırmızı çizgi olarak anılan yaklaşımlardan da vazgeçmek zorunda kaldı. Ne var ki, 2012 Aralık sonunda başlayan süreç bence baştan beri sorunluydu. Çünkü Kürt tarafı Barış Süreci’nden söz ederken, Erdoğan Terörizme Karşı Mücadele’den söz ediyordu. Üstelik, Erdoğan, iki tarafı ilgilendiren bir ihtilafı tek taraflı olarak, sadece kendi iradesiyle çözmek amacındaydı. Her şey Erdoğan’da başlayıp Erdoğan’da bitmeliydi. İmralı’ya hangi BDP’linin ne zaman gideceğine o karar veriyordu. İmralı’da yapılan konuşmaların nasıl yorumlanması gerektiğine de yine o karar veriyordu. Birinci aşamanın bitip bitmediği konusundaki son söz yine Erdoğan’a aitti.
Gelelim son sekiz aydır hükümetin yaptıklarına: Afra ile tafra ile sunulan Akil Adamlar projesi bir gösteri niteliğini aşmadı. Erdoğan’ın Süreç reklamcıları / propagandacıları gibi dolaşan Akiller tepki topladı, sonuç olarak onlar hiçbir işe yaramadı. KCK tutukluları hâlâ içeride. Erdoğan, sinirlendiği zaman yine “teröristbaşı” terminolojisini gündeme getirdi. Kürt tarafını neredeyse muhatap bile almadı, Kürtlerin taleplerinden hiçbirine doyurucu ve olumlu bir karşılık vermedi. Aksine, Mersin’de BDP’nin “Hükümet adım at!” sloganıyla düzenlediği barışçı gösteriyi TOMA’larla, gaz bombaları ve coplarla bastırdı. Bölgede karakol inşaatlarına hız verdi. BDP’ye karşı tavrında herhangi önemli bir değişiklik olmadı. Yine de unutmayalım: Son olarak yeni açılan Şırnak Havaalanı’na “Şerafettin Elçi” adını verdi. Aslında Kürtlerin böyle bir talebi yoktu. O havaalanına, ne bileyim ben, herhalde Cem Ersever’in adı verilmeyecekti.
KCK toplantısından sonra Cemil Bayık’ın ikinci açıklamasında Kürt tarafı artık sabrın sonuna geldiğini ilan etti ve Sürecin ilerleyebilmesi amacıyla demokratikleşme paketini açıklaması için 1 Eylül tarihini mühlet olarak verdi.
Kürt tarafı, Öcalan olsun, PKK olsun, BDP olsun, bu sekiz ay boyunca olgun, sabırlı davrandı. Hem kendilerine yapıştırılan “bölücü terörist” etiketini geçersiz kılmak, hem de Süreci bozan taraf olmamak adına, herkesçe makûl karşılanmasa da, olumlu bir tutum benimsedi.
akm-ilk-haliNe var ki, bu son sekiz ay içinde, Süreç kör topal ilerlerken ya da yerinde sayarken, çok önemli üç gelişme meydana geldi: Gezi Direnişi, Rojava ve Mısır’daki askerî darbe. Bu üç olay da Erdoğan’ın tüm öngörülerini altüst etti, hatta iktidarın kimyasını bozdu. AKP, her üç olayı da ne doğru dürüst kavrayabildi ne de yönetebildi. Üç gelişme de Erdoğan’ın aleyhine gelişmelerdi. Kuşkusuz, her üç olay da, Erdoğan’ın Kürt Barış Sürecini pas geçmek için geçerli gerekçe ya da bahaneler değil. Aksine Süreç-Gezi-Rojava üçlüsü gerçekten demokrat, özgürlükçü ve Kürt karşıtı olmayan politikalarla kolayca çözülebilecek sorunlar.
Gezi’de şu görüldü ki, kendi gencine TOMA’yla, gazla, copla saldıran bir iktidar, Kürtle barışamazdı. Rojava’da da şu anlaşıldı ki, kendi Kürdüyle kavgalı bir Ankara, Suriye Kürdüyle işbirliği yapamazdı. Mısır darbesi ise Erdoğan’ın iktidarı kaybetme korkusunu pekiştirirken, yersiz birtakım benzetmelerle, sanki Mısır ordusunun Türkiye’de darbe yapma ihtimalinden dem vurdu. Gezi’de saldırganlaşan, Rojava’da şaşıran, Mısır’da panikleyen iktidar, normaldir, Süreçte olumlu hamle yapamazdı, zaten de yapmadı.
Erdoğan’ın niyeti pek açık değil. Türkiye’de 90 yıllık Kürt Meselesini barışçı bir şekilde çözmek mi istiyor? Yoksa önümüzdeki yıldan itibaren peyderpey gündeme gelecek olan yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimi ve bilahare genel seçimlerde kendi iktidarını mı korumak ve güçlendirmek amacında? Ülke içinde zayıf olan parlamenter muhalefete rağmen, Gezi Direnişi olsun, Rojava olsun, Erdoğan’ı büyük ölçüde zorluyor. Erdoğan, Kürt muhalefetini etkisizleştirmeye çalışırken, Gezi ve Rojava gibi engellerle karşılaştı.
Etraf süt liman iken yöneticilik yapmak nispeten kolaydır da, Süreç gibi, Gezi gibi, Rojava gibi, Mısır darbesi gibi geniş, derin ve çok boyutlu siyasal, ideolojik, toplumsal çalkantılar karşısında, kendi demesine rağmen “Usta”nın hiç de başarılı olmadığı ortaya çıktı.
Usta zaten demokrat değilse, özgürlükçü değilse, o ustadan çok da fazla bir şey beklememek gerekir. Değil mi?
(*) Bu yazı, 9 Ağustos 2013 günü Nuçe TV’de yayınlanan bir söyleşinin bilahare zenginleştirilerek yazıya dökülmüş halidir. 
http://birdirbir.org'dan

Yorumlar

re dedi ki…
Ragıp Bey
selam

Ben londra'dan Recep Re
yazılarınızı Angut.co.uk adli sitemizde kullanmayı istiyoruz.
Onay verirseniz sevinirim

selamlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kemalizm’de Hyper Enflasyon

  * İçeriği pek muğlak, dün-bugün-yarın her derde deva olarak önerilen, dev heykel ve portreleri ile tahayyülümüzü baskı altına alan zihniyetin etraflı bir yapı sökümüne ihtiyacı var.   Yerine cazip, çağdaş, popüler yeni bir siyasi-toplumsal proje lazım. Ragıp Duran Sayıları giderek azalsa da Türkiye’ye gelen yabancılar/turistler bize en çok şu soruyu soruyor: ‘Sizde neden her yerde Atatürk heykelleri, posterleri, portreleri var?’. Biz belki içeriden bakıp anlayamıyoruz ama başka ülkelerle kıyaslama yapınca Türkiye’deki Atatürk tutkusunun ne kadar yaygın, ne kadar güçlü olduğunu saptayabiliriz. Her devletin saygıdeğer bir kurucu babası, sevgi ve minnetle anılan askeri ya da siyasi bir lideri tabi ki var. ABD’de G.Washington, SSCB’de pardon Rusya’da V.I.Lenin, Çin’de Mao Zedung, Kore’de Kim Il Sung, Fransa’da De Gaulle… Ama bu ülkelerin hiç birinde lider kültü bizdeki Atatürk düzeyinde değil. Bir başka çelişki d...

Şahin Alpay’ın Anıları / İlginç ve Zengin bir Hikâye ama…

  * 70’lerde Maocuların idolü sonraları Cemaatin kendi deyimiyle sosyal liberal yazarı başarılarını, düş kırıklıklarını, pişmanlıklarını kaleme almış. Parlak bir öztanıtım broşürü, zengin bir özkutlama kataloğu. Ragıp Duran   En eski ünvanı ‘’Maoculuğu Türkiye’ye getiren Adam’’ olan Alpay, Lejand yayınlarından çıkan 564 sayfalık anılarının birinci cildinde son 80 yılın Şahin Alpay’ını biraz da o dönemleri anlatıyor. Alpay, benden 10 yaş büyük. O, Aydınlık’tan ayrıldığı yıllarda ben yeni yeni PDA’cı oluyordum. 70li yılların başında Şahin Alpay ve Halil Berktay bizim için hareketin en önemli ideologları ve gerçek birer devrimci aydındı. Kendisini çok az tanırım. Ama bilgisi, kültürü, çalışkanlığı, içtenliği ve dürüstlüğü konusunda sanırım kimse olumsuz bir yargıda bulunamaz.     Kitap piyasaya çıktığında, Medyascope, Apaçık Radyo ve Serbestiyet’de anılar hakkında yayınlanan söyleşileri izledim. Cazipti. Ancak kitabı okuduktan sonra bu mecralarda söyleşi...

Çekingen Liberalin Tabu Altındaki Trajik Yenilgisi

  Prof. Hanioğlu/ Atatürk – An İntellectual Biography * Atatürk hakkındaki ilk eleştirel biyografi olma şansı varken, ‘’şeytanî kurucu unsur 1915’’in yanı sıra Pontos, Kürtler, Aleviler gibi tayin edici konuları, resmi tabuya uygun ve kasıtlı bir şekilde susarak geçiştiren Hanioğlu, yumurtasız omlet uzmanı olmuş.   Ragıp Duran Şükrü Hanioğlu’nun ‘ ’ Atatürk - An Intellectual Biography ’’ https://nes.princeton.edu/publications/ataturk-intellectual-biography    kitabını yeni bitirdim. 2011 yılında Princeton University Press’den yayınlanan eser 273 sayfa. Bağlam yayıncılık 2023 sonunda yani İngilizce orijinal versiyonun yayınlanmasından 12 sene sonra aynı başlık altında aynı yazarın Türkçe kitabını piyasaya sürdü. https://baglam.com/home/book/ataturk   Türkçe kitap 1024 sayfa! Ben Türkçe kitabı okumadım ama her iki dildeki versiyonları okuyan akademisyen bir arkadaşım, Türkçe baskının orijinal kitabın çevirisi olmadığını, Türkçe baskının çok daha zengi...