Başbakan Erdoğan galiba içinden “şu Kürtler olmasa Süreci ne güzel yönetirim” diyor. Bir süredir de eklemek zorunda kaldı: “Şu Rojava olmasa Suriye’de çok etkili olurum.” Son zamanlarda neredeyse her şey Erdoğan’ın aleyhinde: Gezi, Rojava, Mısır Darbesi. Şaşkınlık, hiddet, korku dalgaları arasında Kürt Sürecini yönetebilir mi böyle birisi?
Suriye Kürtlerinin, PYD önderliğinde, Esad ile muhalifler arasında uzun süre tercih yapmaması ve bilahare bir üçüncü güç olarak kendi bölgelerinde özerk bir yapıyı inşaya başlaması, Ankara’yı çok tedirgin etti. Öcalan da, bu durumdan yararlanarak, Süreci başlatan hamlesini yapmıştı. Erdoğan, zaten bu durumda Türkiye içinde ve dışında, Kürtlere karşı topyekûn bir mücadele sürdüremezdi. Aslında eskiden kırmızı çizgi olarak anılan yaklaşımlardan da vazgeçmek zorunda kaldı. Ne var ki, 2012 Aralık sonunda başlayan süreç bence baştan beri sorunluydu. Çünkü Kürt tarafı Barış Süreci’nden söz ederken, Erdoğan Terörizme Karşı Mücadele’den söz ediyordu. Üstelik, Erdoğan, iki tarafı ilgilendiren bir ihtilafı tek taraflı olarak, sadece kendi iradesiyle çözmek amacındaydı. Her şey Erdoğan’da başlayıp Erdoğan’da bitmeliydi. İmralı’ya hangi BDP’linin ne zaman gideceğine o karar veriyordu. İmralı’da yapılan konuşmaların nasıl yorumlanması gerektiğine de yine o karar veriyordu. Birinci aşamanın bitip bitmediği konusundaki son söz yine Erdoğan’a aitti.
Gelelim son sekiz aydır hükümetin yaptıklarına: Afra ile tafra ile sunulan Akil Adamlar projesi bir gösteri niteliğini aşmadı. Erdoğan’ın Süreç reklamcıları / propagandacıları gibi dolaşan Akiller tepki topladı, sonuç olarak onlar hiçbir işe yaramadı. KCK tutukluları hâlâ içeride. Erdoğan, sinirlendiği zaman yine “teröristbaşı” terminolojisini gündeme getirdi. Kürt tarafını neredeyse muhatap bile almadı, Kürtlerin taleplerinden hiçbirine doyurucu ve olumlu bir karşılık vermedi. Aksine, Mersin’de BDP’nin “Hükümet adım at!” sloganıyla düzenlediği barışçı gösteriyi TOMA’larla, gaz bombaları ve coplarla bastırdı. Bölgede karakol inşaatlarına hız verdi. BDP’ye karşı tavrında herhangi önemli bir değişiklik olmadı. Yine de unutmayalım: Son olarak yeni açılan Şırnak Havaalanı’na “Şerafettin Elçi” adını verdi. Aslında Kürtlerin böyle bir talebi yoktu. O havaalanına, ne bileyim ben, herhalde Cem Ersever’in adı verilmeyecekti.
KCK toplantısından sonra Cemil Bayık’ın ikinci açıklamasında Kürt tarafı artık sabrın sonuna geldiğini ilan etti ve Sürecin ilerleyebilmesi amacıyla demokratikleşme paketini açıklaması için 1 Eylül tarihini mühlet olarak verdi.
Kürt tarafı, Öcalan olsun, PKK olsun, BDP olsun, bu sekiz ay boyunca olgun, sabırlı davrandı. Hem kendilerine yapıştırılan “bölücü terörist” etiketini geçersiz kılmak, hem de Süreci bozan taraf olmamak adına, herkesçe makûl karşılanmasa da, olumlu bir tutum benimsedi.
Gezi’de şu görüldü ki, kendi gencine TOMA’yla, gazla, copla saldıran bir iktidar, Kürtle barışamazdı. Rojava’da da şu anlaşıldı ki, kendi Kürdüyle kavgalı bir Ankara, Suriye Kürdüyle işbirliği yapamazdı. Mısır darbesi ise Erdoğan’ın iktidarı kaybetme korkusunu pekiştirirken, yersiz birtakım benzetmelerle, sanki Mısır ordusunun Türkiye’de darbe yapma ihtimalinden dem vurdu. Gezi’de saldırganlaşan, Rojava’da şaşıran, Mısır’da panikleyen iktidar, normaldir, Süreçte olumlu hamle yapamazdı, zaten de yapmadı.
Erdoğan’ın niyeti pek açık değil. Türkiye’de 90 yıllık Kürt Meselesini barışçı bir şekilde çözmek mi istiyor? Yoksa önümüzdeki yıldan itibaren peyderpey gündeme gelecek olan yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimi ve bilahare genel seçimlerde kendi iktidarını mı korumak ve güçlendirmek amacında? Ülke içinde zayıf olan parlamenter muhalefete rağmen, Gezi Direnişi olsun, Rojava olsun, Erdoğan’ı büyük ölçüde zorluyor. Erdoğan, Kürt muhalefetini etkisizleştirmeye çalışırken, Gezi ve Rojava gibi engellerle karşılaştı.
Etraf süt liman iken yöneticilik yapmak nispeten kolaydır da, Süreç gibi, Gezi gibi, Rojava gibi, Mısır darbesi gibi geniş, derin ve çok boyutlu siyasal, ideolojik, toplumsal çalkantılar karşısında, kendi demesine rağmen “Usta”nın hiç de başarılı olmadığı ortaya çıktı.
Usta zaten demokrat değilse, özgürlükçü değilse, o ustadan çok da fazla bir şey beklememek gerekir. Değil mi?
(*) Bu yazı, 9 Ağustos 2013 günü Nuçe TV’de yayınlanan bir söyleşinin bilahare zenginleştirilerek yazıya dökülmüş halidir.
http://birdirbir.org'dan
Yorumlar
selam
Ben londra'dan Recep Re
yazılarınızı Angut.co.uk adli sitemizde kullanmayı istiyoruz.
Onay verirseniz sevinirim
selamlar