Ana içeriğe atla

LİBERATİON‘DA BİR SABAH YAZI İŞLERİ TOPLANTISI…

1972’den bu yana Fransa’nın en önemli gazetelerinden biri olan Libération’da 37 yılda çok şey değişti. Onlar da gazetecilik/habercilik yapıyor bizimkiler de. Sabah yapılan yazı işleri toplantısı bir gazetenin bir çok boyutunu anlatan bir ayna gibidir. Zamanda ve mekanda bazı kıyaslamalar…


Geçtiğimiz hafta, ‘Fransa’da Türkiye Mevsimi’nin bazı etkinliklerine katılmak için Paris’teydim. Benim Libération’daki şefim, Marc Sémo da, Mevsim nedeniyle, ‘Boğaziçi Devrimi’ başlıklı bir kitap yayınlamış. Kitabı gözden geçirirken anladım ki, yaklaşık 25 yıldır Libération’un Türkiye muhabirliğini yapıyorum. Bu nedenle de ne zaman Paris’e gitsem, gazeteye mutlaka uğrar, merkezde (Evet, ne de olsa ben taşra muhabiriyim) olup biteni öğrenmeye çalışırım. Bu kez sabah erken gittim ve yazı işleri toplantısına da katıldım. En son 4-5 yıl önce Libération’da bir yazı işleri toplantısına katıldığımı hatırlıyorum. Yaklaşık 1.5 saat sürdü ve ben bir sürü not aldım. Hem Libération’un geçmişteki yazı işleri toplantıları, ama daha çok da bizdeki yazı işleri toplantılarıyla kıyaslamaya çalışacağım. Ayrıca Libération yazı işlerinin iç yapısı ve işleyişi hakkında yeni öğrendiğim bilgileri aktaracağım.

Yaklaşık 25-30 kişi katılıyor yazı işleri toplantısına. Genel Yayın Yönetmeni, yazı işleri müdürleri, bölüm şefleri, sayfa sekreterleri, bir-iki uzman, İnternet sayfası editörü, reklam ve satış sorumluları. Saydım, sadece 3 kadın vardı. (Maalesef). Bizim yazı işlerinde, genel olarak, hem de gazete çalışan nufusunda daha çok kadın var. Fransa gibi çok dinli, çoketnili bir toplumda Libération’un yazı işlerinden bir tek Arap, bir tek Afrika kökenli gazeteci göremedim. Marc söyledi, aslında çalışanlar hatta orta düzey yöneticiler arasında varmış ama bugün yoklarmış. Yaş ortalaması bana yüksek geldi. 1-2 stajyeri saymazsak, ortalama 45-46 gibiydi sanki. Belki yaşlı ama Fransa nüfusunun ortalama yaş katsayısına uygun. Haziruna bakınca, gençlerin neden bayiden para verip gazete okumadıklarını anlar gibi oluyor insan. Bizde sanki iki uç yaş grubu, 60 ve sonrası ile 25 grubundakiler, bir masa etrafına dizilir. Gençler ya da juniorlara pek söz düşmez bizim yazı işlerinde.

Toplantı çok rahat bir tartışma havası içinde geçiyor. Toplantıyı her gün üç yazı işleri müdüründen biri rotasyon usulü yönetiyor. İlginçtir, Genel Yayın Yönetmeni, pek müdahale etmiyor. Arada sırada sadece soru soruyor. Bizde ise her şey Genel Yayın Yönetmeninin iki dudağı arasındadır. Gerçi eskiden Libération’da Serge July döneminde de, yazı işleri toplantısı July’nin basın toplantısı gibi geçerdi.
İlk yarım saat, diğer gazetelerin değerlendirmesiyle geçti. Diğer gazetelerden kasıt, sadece Fransız refikler Le Monde, Le Figaro filan değil, önce Batı Avrupa’nın belli başlı büyük gazetelerinin (Guardian, İndependent, El Pais, Manifesto, SDZ, FAZ) sonra da NYT, WP,LAT gibi Amerikan gazetelerinin manşet ve birinci sayfalarının kısa tahlili yapıldı. O gün, Obama’nın yeni Afganistan planını açıklayacağı gündü, bir gün önce de İsviçre’deki minare referandumu sonuçlanmıştı.

Yazı işleri toplantısında bir gün önce kendi yaptıkları Libération üzerine pek tartışma olmadı. Marc’a sordum: ‘İnternet’de okurların eleştirileri değerlendirildikten sonra bazen öğlen toplantısında konuşuruz’ diye yanıt verdi.
İkinci aşamada, ertesi günün gazetesinin ana konularını saptama tartışması başladı. Libération, yeni formülünde birinci sayfadan manşet değerinde en az üç, en çok dört konu/haber/gelişme işliyor.

Bölüm bölüm her sorumlu o gün işleyeceği konuların dökümünü yaptı ama sıradan, bürokratik bir liste sunumu değildi bu. Her konu, hele bazı konular, perspektifi, yani habere bakış açısı itibariyle tartışıldı. Haber politikası ya da editoryal politikanın ne denli önemli olduğu burada ortaya çıktı. Libération 1972’den bu yana yayınlanıyor. Bu gazetede uzmanlığa belirli bir önem verilse de, hiç kimse mevki ve makamında ayrıca uzmanlık alanında kalıcı değil. Bugün iç politika servis şefi beş yıl önce ekonomi servis şefi olduğu için döviz borsasıyla ilgili tartışmaya önemli katkıda bulunabiliyor. Yazı işleri müdürleri ise, geçmişlerinde neredeyse tüm servislerde görev yapmış kıdemli gazeteciler olduğu için her tartışmada söyleyebilecekleri söz ve görüşler var.

Bugün Afganistan ve İsviçre’deki minare referandumu uzun uzun tartışıldı. Tartışma siyasi-ideolojik temelden çok yayın merkezli idi. Neyi nasıl vereceğiz? sorusuna yanıt arandı hep. Libération yazı işleri yüzde 57’lik referandum sonucundan tabi ki kaygılı. Üstelik bu İslam karşıtı atmosferin Fransa’da da çok kolay zemin bulma tehlikesi var. Klasik laik reflekslerin açıklamaya dahası alternatif üretmeye yetmediği bir tartışma. Marc, arslanlar gibi Müslümanlığı, camileri, minareleri, şerefeleri filan savunuyor ama yazı işleri daha temkinli. Bu ara, İslam karşıtlığını körükleyebilecek açıklama ve tutumlara özel olarak dikkat edilmesi gerektiği üzerinde hemfikir oldu herkes. Ekonomi servis şefi, işi estetik ve mimari açıdan değerlendirmeden yana: ‘Kapak sayfasına dünyanın en güzel 57 minaresinin fotograflarını koyalım!’ dedi. Bu öneri pek rağbet görmedi. E Libération ne de olsa uzunca bir zamandan bu yana Sartre’ın değil Rothschild’in Libération’u…

Bizim yazı işleri toplantıları çok teknolojiktir. Katılanların çoğunun önünde lap topları vardır, herkesin görebileceği bir köşede de büyük ekranda fotograflar yansıtılır, bazen de telekonferans yöntemiyle başka büroların şefleri de yazı işleri toplantısına katılabilir. Lİbération, bir yazılı basın kurumu olarak, yazı işlerinde toplantısında, hiçbir teknolojik aygıt-araç kullanmıyor. Bizim eski mizanpaj kağıtları üzerinde hazırlanıyor taslaklar.

İç ve dış siyasetten sonra kültür sanata geçildi. Bizde en sonuncudur. Sonra da televizyon ve radyo sayfasının içeriği tartışıldı.

Büyük toplantı bitti, herkes yerine geçti. Bu sefer küçük toplantılar başladı. Ana manşet olarak Afganistan saptandığı için, dış haberler servisi şefi konumundaki Marc, aşağıya yazı işlerine indi, elindeki malzemeyi, gelecek malzemeyi, birinci sayfa sekreterlerine ve o günkü yazı işleri müdürüne anlattı. Sayfanın esası o sırada çatıldı. Bir ara dikkatimi çekti: Marc, başta Fransızca konuşuyordu sonra o 5 kişilik küçük toplantıdaki 2 kişiye dönüp anlattığı her şeyi bir de İngilizce anlattı. Toplantı bitince sordum.’Onlar bu yeni formülü hazırlayan İspanyol ’ İnnovacion’ şirketinin adamları. Hepsi gazeteci ama hepsi Fransızca bilmiyor. Sayfa düzeni ve gazete içi organizasyon konusunda bize projeler hazırladılar. Uygulayıp anlamaya ve öğrenmeye çalışıyoruz. İçeriğe tabi ki hiç müdahale etmiyorlar ama tecrübeli sayfa sekreterleri ve kıdemli gazeteciler olarak bize katkıda bulunuyorlar’.

Şirket, önce yeni bir formül önermiş, Libération kabul etmiş, uygulamaya başlamışlar, sonra da uygulamanın takibi için şirketin adamları gazete içinde hatta yazı işlerinde danışman gibi çalışıyor.

Bizde tüm gazete yöneticileri bu işi kendilerinden başka kimsenin bilmediğini sandıkları için bu tür dış desteklere ihtiyaç duymaz.

Eskiden her servis kendi sayfalarını yapar ve aşağıya yazı işlerine gönderirdi. Şimdi baktım, aşağıda yazı işlerinde merkezi bir sayfa tasarım/yapım birİmi var. Tüm sayfalar oradaki sayfa sekreterlerinin marifetiyle yapılıyor. Fransız merkeziyetçiliği mi yoksa gazetenin tümünü aynı birim tasarlayıp çizerek hem estetik hem de içerik açısından iç bütünlük sağlama çabası mı?

Libération, Paris’in merkezi semtlerinden République’de 8 katlı bir kule binada faaliyet gösteriyor. Katlar arasında helezoni bir yol var, araba geçecek kadar geniş. İnerken bu yoldan çıkarken asansörle çıkıyorsunuz. Yazı işleri toplantı salonu 8. katta, dış haberlerin hemen yanında, yazı işleri ise 2. katta.

Sonuç olarak, bizdekilere oranla daha demokratik ve kuşkusuz daha profesyonel bir ortam vardı yazı işleri toplantısında. Yine de tartışmalar bizdeki kadar hararetli değildi. Orta yaşlı, oturmuş bir gazeteden de bu beklenir zaten.

Yorumlar

Unknown dedi ki…
Çok görmüyorum.Özkükün muhabir bile olamayacağı yerde genel yayın yönetmeni olursa..ve damadını da spor müdürü yapan tüccar patronlarla bu kadar olur.tetikci bir medya..28 şubat ı unutamıyorum..

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla