Ana içeriğe atla

ALAMET-İ FARİKASI APOLETTİR!

(Evrensel Gazetesinin sorularına yanıtlar)
Bu yazının kısaltılmış bir versiyonu 16.02.2009 tarihli Evrensel'de yayınlanmıştır.



Türk egemen medyası ile Ordu ve Sermaye (Ekonomik İktidar) arasındaki ilişkiler başlangıçtan bu yana bağımlılık ilişkileri çerçevesinde gelişti. Hele 80’lerden sonra, zenaat niteliğini yitirip sanayi haline gelen medya, o büyük sermayenin hem organik (Holdingin bir parçası) hem de ideolojik müştemilatı haline geldi. Ordu da baştan beri mali sermayenin ordusu olması itibariyle ‘Ordu Semayeye Elele’ sloganı neredeyse egemen medya organlarının tümünün künyesine işlendi.
Medya, ordu ile sermaye arasında nadiren çelişkiler olduğunda da yakın zamana kadar esas olarak ordudan yana tavır aldı. Çünkü Türkiye burjuvazisi gerçek anlamıyla bağımsız bir sınıf olamadığı için ve galiba da istemediği için, önemli bir yatırım ve ideolojik aracı olan medyayı çoğu zaman ordunun emrinde değerlendirdi. 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a kadar, farklı dozlarda medya, ordunun safını tuttu.


Bugün belki de AKP iktidarı nedeniyle bazı nüanslar gündeme gelmeye başladı. Siyasi iktidar yanlısı medya, son örneklerde gördüğümüz üzere mesela
e-muhtıraya karşı çıkabildi. Ne var ki bu muhalefet köklü, kalıcı, kapsamlı ve ideolojik temelleri olan bir muhalefet olmaktan çok, konjonkjürel ve siyasi taktiğin ve kısa vadeli çıkarların gerektirdiği bir muhalefet. Çünkü bu minör farklılığa rağmen, Kürt, Ermeni, Laiklik, Ordu, Atatürk gibi tayin edici meselelerde iktidar yanlısı egemen medyanın hala büyük ölçüde resmi ideolojinin yani TSK ideolojisinin doğrultusunda yayın yaptığını gözlemliyoruz.


Taraf-Karamehmet ilişkileri konusundaki haberlerin diğer medya organlarında yer bulmaması bence doğal. İki nedenle : Birincisi, deşildiği zaman TSK’nın Karamehmet grubuyla olduğu gibi, Doğan ve/veya Ciner grubu ile de benzeri ilişkileri olduğunu kolaylıkla tahmin edebiliriz. Andıç, sadece Hürriyet ve Sabah’ta yayınlanmıştı. İkincisi, ordu ile bir mali sermaye grubu kapıştığında, medya organlarına sahip diğer mali sermaye grupları, dayanışma refleksiyle mali sermaye grubunu desteklemeleri gerekirken, rakibin ordu olduğu durumlarda bu refleks işlemiyor. Aksine, kapitalist rekabet, ordunun rakip bir sermaye grubuna karşı tavır almasından memnun bile olabilir. ‘Paşam, biz onlardan daha Atatürkçüyüz!’.

Türk egemen medyası doğuştan beri apoletlidir. Çünkü Türkiye siyaset sahnesinde ayrıca Türkiye toplumsal ve kültürel yaşamında/sahnesinde belki de taa Orta Asya steplerinden bu yana askeriyenin başatlığı/öncüllüğü/egemenliği var. Resmi ideoloji aynı zamanda iktidar ideolojisidir. Bu nedenle Türk egemen medyası, hem kendi iktidarını sürdürmek için hem de hakiki iktidar sahipleriyle iyi geçinmek için, apoletli olmak zorundadır.

Medya, sanıldığı kadar, daha doğrusu medyanın kendi hakkındaki hükmü kadar güçlü değildir. Medya hiç bir zaman hiç bir mekanda toplumsal, siyasal, kültürel düzlemde lokomotif olmamıştır, olamaz, yapısı, doğası, işlevi gereği de olamayacaktır. Medya, nispeten karışık bir siyasal-ideolojik-ekonomik-toplumsal-kültürel-psikolojik mekanizmanın dışa yansıması, tezahürüdür. Medya, son derece siyasi-ideolojik bir hayvandır. Dolayısıyla siyasi, ideolojik, toplumsal, ekonomik ve kültürel alanın bir tezahürü olarak medya, ancak bu karmaşık yapının bozulması/çözülmesi/değişmesi ile kimliğini değiştirebilir. Hoş, medya aslında bir yandan böyle bir değişim sürecinde de kimi zaman olumlu çoğu zaman olumsuz bir faktör olarak rol alıyorsa da, sürecin esas belirleyicisi olmadığı için sonuç olarak çok da etkili olamıyor. Mesela, Pravda ve İzvestia gazeteleri, Sovyet rejiminin çöküşünü engelleyemedi. Lenin’in Sovyetlerini de esas olarak Pravda ile İzvestia kurmamıştı zaten.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Apo 1999/Öcalan 2025

* Soleimani ve Şocai, Öcalan’ın ‘’Demokratik Konfederalizm’’ ve ‘’Türkiyelileşme’’ tezlerini, PKK liderinin 1999 öncesi ve sonrası açıklama, demeç ve kitaplarına dayanarak eleştiriyor. Sonuçta sahneye çok farklı bir Öcalan portresi çıkıyor. Ragıp Duran İran Kürdistan’ı yani Rojhilatlı iki akademisyen Kamal Soleimani ve Behruz Şocai ’nin ‘’Kürtlerin Devletsizlik Paradoksu - Öcalan’ın Konfederalizm ve Türkiyelileşme Stratejileri’’ başlıklı 247 sayfalık ve 2025 tarihli kitabı Palgrave Macmillan(Springer) tarafından yayınlandı. Kitabın Türkçe çevirisi de DOZ yayınlarınca Temmuz 2025’de Türkiyeli okura sunuldu. Bu akademik çalışmanın özü, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Misak-ı Milli, Ulus-Devlet, Türk-Kürt ilişkileri, KCK, sosyo-politik bir araç olan Kürtçe konularında İmralı öncesi ve İmralı sonrası yayınladığı kitap, demeç ve açıklamalarının kıyaslanması. İki akademisyen, Öcalan’ın bu temel konularda son 26 yılda büyük değişimler gerçekleştirdiğini ayrıntılı alıntılarla kanı...

Kanlı hayalet aslında 104 yıldır tepemizde

* Talat Paşa’nın şahsından çok temsil ettiği ideoloji ve paradigma T.C açısından bugün hala hayati bir öneme sahip. Talat Paşa sadece İttihat Terakki ve 1915 ile organik olarak bağlantılı değil. O bugünkü T.C nebulasının belleği, kalbi ve beyni. Ragıp Duran Güncellikte sürekli olarak çıkmaza girince, ne geçmişi anlayabilir insan ne de geleceği tasarlayabilir. Osmanlı’dan T.C’ye geçiş çok sorunlu, çok zor ve çok kanlı. 102 yıl bir toplum için çok uzun bir süre değil. Ama yeni kurulan Kemalist rejim inatla ve ısrarla, bir asır boyunca iktidarın siyasi/ideolojik/kültürel/pedagojik aygıtlarını kullanarak geçmişi bağımsız, özgür ve nesnel bir şekilde değerlendirmedi. Kendi çıkarlarına uygun devletçi, milliyetçi hatta ırkçı bir ‘’hikaye’’ üretip yaygınlaştırdı. Geçiş sürecinin (1908-1923 ve sonrası) tüm olumsuzluklarını ya gizledi ya da tahrif etti. Ermeni Soykırımı, Kürt Sorunu ve Pontos Rum Konusu bu olumsuzlukların en bariz olanları. Kemalist ideoloji, iktidarının meşruiyetini sağlama...

Volkan Vural’ın Anıları: Tozpembe Gözlüklü Olağan Bir Büyükelçi

* Büyükelçi Volkan Vural anılarında, çocukluk, ilk gençlik, tahsil hayatı ile Seul, Moskova, Tahran, New York, AB Genel Sekreterliği görevlerinde bulunduğu yılları yazmış. Diğer meslektaşları gibi üstün başarılarını, diplomatik zaferlerini anlatıyor. Neyse ki iki perçem itiraz ve eleştiri de var yazdıklarında. Ragıp DURAN Volkan Vural’ın Doğan Kitap’tan çıkan, 2. baskısı 2025 Temmuz ayından yapılmış 429 sayfalık ‘’Olağanüstü ve Tam Yetkili Bir Büyükelçinin Belleğinde Kalanlar’’ başlıklı kitabını okudum. Aslında kitabın henüz ortalarına gelmeden içimden bir ses ‘’Sen bu kitabı okumuştun!’’ dedi. Yoo emindim, ilk defa okuyordum. Biraz yoklayınca belleğimi anladım: Son dönemde okuduğum sefirlerin anı kitapları, birçok bölümde, aynı tornadan çıkmışçasına birbirine çok benziyor. Hepsi çok çalışkan, çok idealist, usta diplomatların yanında yetişiyorlar, atandıkları yabancı başkentlerde hemen onur ve gururla   ‘’Yüce Devletimizi’’   temsil ederken fevkalade önemli işlere imza ...