* Büyükelçi
Volkan Vural anılarında, çocukluk, ilk gençlik, tahsil hayatı ile Seul,
Moskova, Tahran, New York, AB Genel Sekreterliği görevlerinde bulunduğu yılları
yazmış. Diğer meslektaşları gibi üstün başarılarını, diplomatik zaferlerini
anlatıyor. Neyse ki iki perçem itiraz ve eleştiri de var yazdıklarında. 
Ragıp DURAN
Volkan Vural’ın Doğan Kitap’tan çıkan, 2. baskısı 2025 Temmuz ayından yapılmış 429 sayfalık ‘’Olağanüstü ve Tam Yetkili Bir Büyükelçinin Belleğinde Kalanlar’’ başlıklı kitabını okudum. Aslında kitabın henüz ortalarına gelmeden içimden bir ses ‘’Sen bu kitabı okumuştun!’’ dedi. Yoo emindim, ilk defa okuyordum. Biraz yoklayınca belleğimi anladım: Son dönemde okuduğum sefirlerin anı kitapları, birçok bölümde, aynı tornadan çıkmışçasına birbirine çok benziyor. Hepsi çok çalışkan, çok idealist, usta diplomatların yanında yetişiyorlar, atandıkları yabancı başkentlerde hemen onur ve gururla ‘’Yüce Devletimizi’’ temsil ederken fevkalade önemli işlere imza atıyorlar. Bu arada kaçınılmaz olarak bütçe, yeni tahsisat ya da atama dönemlerinde merkezle küçük ihtilaflara düşüyorlar. Dikkat ettim, benim okuduğum kitapları yazan diplomatlar son derece beyefendi, herhalde en az bir yabancı dil bilen, gerçekten dürüst, çalışkan, idealist ve bonus olarak da hepsi Kemalist! Vural mesela anakronik bir yaklaşımla Atatürk’le Avrupa Birliği arasında bağlantı kurabiliyor. İki sözcük de A ile başladığı için olsa gerek!
Artık gelenek oldu galiba, sefir beyler, anı kitaplarının
kapağına yakışıklı bir fotografını yerleştirip, kitabın içinde de kendisini
öven gazete-dergi kupürlerine yer veriyor. Neyse ki Vural, kitabına bir medya
şebeğinden önsöz/tanıtım istememiş. 
Bu zatların ortak bir özelliği de, emekli olduktan sonra
bile, devletin resmi tezlerine hiçbir zaman eleştirel bir gözle bak(a)mamaları.
Mesela Vural diyor ki ‘’Unutmamak gerekir ki Türkiye, askeri gücü kadar önemli
olan ‘’soft power’’ı (yumuşak güç) ile bölgesinde rol model olarak bir çekim
merkezi olabilmiştir’’. Çekildi de nereye? 
Uzun yıllar BM’de uluslararası üst düzey memur olarak
çalışmış arkadaşım Cengiz’le (Aktar) bu aşırı özgüven ve ajit-prop konusunu konuşurken,
bu sıkıntılı duruma denk düşen güzel formülü hatırlattı:  Kurum Taassubu! Ben işin daha çok egemen
ideolojinin sadık kulları olarak, bu diplomatların devlete ve Kemalizme
bağlılığını düşünüyordum, ama bu kurum taassubu da önemli bir boyut. Biz nasıl
takım tutuyorsak onlar da devleti öyle tutuyor. Devletle futbol takımı ve
insanların bu iki mecra ile ilişkileri çok farklı olsa da… 
Burada bir gariplik daha var: Anı kitaplarına inanacak
olursak, Türkiye dünyada diplomasinin yıldız ülkelerinden biri… (Monşerlerin
tarihi, Türkiye’nin bütün dünyada parmakla gösterilen diplomasi geleneği…/ Arka
kapak yazısından) Bizim ‘’sefir-i azamlar’’ da orta sahadan topu kapıp paslar
ve ince çalımlarla 20 saniyede 18’e iniyor. İyi de somut gerçeğe biraz da global
medyaya baktığımızda hatta bir Türk Büyüğünün itiraf ettiği üzere Türk
hariciyesi ‘’Değerli Yalnızlık’’ içinde. Washington, Moskova ve Brüksel’le,
komşularının çoğu ile iyi geçinemiyor. Türk diplomasisi, Kıbrıs konusunda son
51 yıl içinde,  Ermeni Meselesinde de Cumhuriyet’in
kuruluşundan bu yana kalıcı, sağlam, sonuç alıcı bir tek başarı sağlayamadı. İki
vahim örnek daha gündemde: Türk Dünyası mensubu Orta Asya Cumhuriyetleri, bir
tek Ankara’nın ‘’Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’’ olarak nitelediği halbuki bütün
dünyanın resmen kabul ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıdı. Kimse pek söz
etmiyor ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son ABD ziyaretinde Beyaz Saray’da maruz
kaldığı ve kılını kıpırdatamadığı muamele de ağır bir hezimet. Dünyada parmakla
gösterilmişti hani?
Bu uzun girizgâhtan sonra gelelim Vural’ın kitabına.
Mesleğin üstatlarının yanında yetişme şansına sahip olmuş son kuşaktan bir
diplomat olarak evet çok aktif hatta Ermenistan, Kürt ve Kıbrıs meselelerinde resmi
tezden hafifçe farklı görüşlere sahip bir zat. Abartmayalım, üç konuda da
nispeten olumlu girişimler önerse de işin özüne, nedenine değinmeme konusunda
mahir bir yazar. 
Diğer meslektaşları gibi Vural da olağanüstü centilmen,
bir kişi (İsim de veriyor, bir bakanın çok çaplı olmayan refikası) hariç, hiç
kimseye en küçük bir itirazı ya da eleştirisi yok. Fransızcada ‘’Tout le monde
il est beau, tout le monde il est gentil’’ (Herkes iyi, herkes nazik) diye bir
deyim vardır. Aslında 1972 tarihli bir Jean Yanne filminin başlığı ama sonra
deyim olarak yerleşmiş günlük konuşmalara. Bu ifade işte bizim diplomatların
çoğu için geçerli hatta sanki onlar için icat edilmiş. Vural da birlikte
çalıştığı, muhatabı olduğu herkese mavi boncuklar dağıtıyor hep. Herhalde
samimi… Ve etraf güllük gülistanlık, tozpembe gözlüklü olağan sefirin
hayatında. Ne güzel değil mi? 
Konumu itibarıyla Türkiye’deki siyasi liderle de yoğun
temaslar yürütmüş olan Vural, görevi boyunca, birlikte çalıştığı Ecevit’ten
Demirel’e, Türkeş’ten Özal’a,  Çiller’den
Yılmaz’a, Denktaş’tan Erdoğan’a… görev yaptığı ülkelerin devlet ve hükümet
başkanları ve Dışişleri Bakanları hakkında ayırım yapmadan hep olumlu portreler
çiziyor. Oysa ki adı geçen siyasetçiler öyle aynı kefeye konabilecek şahıslar
değil. 
Dış görevlerinin yanı sıra bir ara Bakanlık sözcülüğü
yaptığı için gazetecilerle de yoğun ilişkisi olmuş. Bu mecrada notumu verdim:
Takdir ettiği gazetecileri sayarken E.Özkök ve U.Güldemir’in isimlerini
veriyor. No thanks, ben
almayayım!         
Anı kitabında sözünü etmiyor ama Volkan Vural, emekli
olduktan sonra, TÜSİAD ve Doğan Holding’de görev almış. Bu iki marka da benim
açımdan çok parlak referanslar değil. Ancak kendisi, gururla anlatıyor, Sefir
iken sanki daha çok ticaret ataşesi gibi çalışmış.  
Vural, SSCB’nin yıkılıp Rusya Federasyonu’nun sahneye
çıktığı dönemde Moskova Büyükelçisi. Ne var ki dünya tarihinin tayin edici
dönemlerinden biri olan bu süreç hakkında olay yerinde olmasına rağmen tatmin
edici, derin, zengin bir anlatı geliştir(e)memiş.
Altını çizdiğim çok sayıdaki satırlardan bazılarını aktarayım:
Vural kendi döneminde gerçekleşen bazı girişimlerin
bugünkü durumuna özenle değinmiyor. Mesela AB ile balayı döneminde Türk Ceza
Kanunu ve Terörle Mücadele Kanununda önemli iyileştirmeler yapıldığını
hatırlatıyor ama bugün durumun 2002’den çok daha geri olduğunu pek yazmıyor.
(s.364) 
Vural’ın bilmemesi mümkün değil ama İspanya’da özellikle
Franko döneminde güçlenen Katolik ve aşırı-sağcı bir tarikat olan üstelik başta
İtalya olmak üzere çeşitli ülkelerde yasadışı işlere bulaşmakla itham edilen
Opus Dei’yi  ‘’mason locasına benzer bir
yapılanma’’ olarak tanıtıyor. (S.384).
Vural’ın haritası galiba farklı. Madrid’i ‘’Bu güzel Akdeniz
şehri’’ olarak tanıtıyor (S.396). Oysa ki Madrid’den Akdeniz sahiline inmek
için en az 360 km. gitmek lazım. Bu yaklaşımla Ankara da ‘’Güzel bir Marmara
şehri’’ oluyor. 
Kitapların çoğunda artık künyede editör’ün adı da
yazılıyor. 
Vural, yazım hatası olsa gerek, bir yerde Henry
Kissinger’den ‘’Henry’’ diye söz ediyor.(S.336). Yapma Volkan!
Çok da haksızlık olmasın: Vural’ın yazımı, üslubu akıcı, düzgün. Bölümler arasına serpiştirilen fotograflar güzel teneffüsler. Geneli bana olumlu gelmese de Vural, ‘’başarılı’’ meslek hayatında yine de dar çemberin dışına biraz olsun çıkmaya çalışmış. (SON/RD)
Yorumlar