Ana içeriğe atla

Sade, temiz hatta steril ve eksik bir anlatı: Nüzhet

* Romanda yazar istediğini yazar da işin içine tarih ve siyaset girince à la carte bir derleme aile monografisini ya da dönem romanını tökezletir. Her metin yazılanın yanı sıra yazılmayanlarıyla değerlendirilir.

Ragıp Duran

Remzi kitabevi’nin birinci baskısını Haziran 2022’de ikinci baskısını da bir ay sonra yaptığı, Arın Dilligil Bayraktaroğlu’nun 174 sayfalık ‘’Nüzhet - Nazım Hikmet’in ‘Minnacık’ Kadını’’ kitabını iki oturuşta okudum. Yazarın arı ve akıcı bir uslubu var. Metnin niteliğini saptamak tayin edici değil. Ama aile monografisi denebilir, dönem romanı denebilir. Batılıların ‘’Docu-fiction’’ (Belgesel-Kurgu) dediği türe de uyabilir. Gerçi anlatıda somut olaylar, hakiki şahsiyetler ve tarihler isimleriyle birlikte açıkça yazılmış. Kurgu tekniği çok az ve ayrıntı sayılabilecek alanlarda devreye giriyor.

Roman yazarı, kahramanlarını istediği gibi konuşturur, onlara uygun gördüğü kimlikleri verebilir. Ama kitapta Nüzhet hanım, Nazım Hikmet, Muhiddin Birgen, Şevket Süreyya gibi tanınmış kişiler var.







Açıkçası alt başlık cezbetmişti beni. Nazım Hikmet’in bu ‘’Minnacık’’kadınını merak ediyordum. Yazar Dilligil Bayraktaroğlu da zaten Nüzhet’in hayat hikayesini anlatıyor bize. 1876’dan 1987’ye uzanan bir dönemin öyküsü.

Kitabı okumaya başladığımda Nüzhet’in, İttihat Terrakki’nin ‘’Tanin’ci Muhiddin’’ olarak bilinen gazetecisi Muhiddin Birgen’in yeğeni olduğunu öğrendim. Merakım daha da arttı. Birgen’in iki ciltlik anılarını bir kaç ay önce okumuştum. Dilligil Bayraktaroğlu  belli ki Birgen’in anılarından büyük ölçüde yararlanmış bu kitabı yazarken. Keza Vâ-Nû’nun kitabından, başka eserlerden de söz ediyor. Muhtemelen kendisi de geniş ailenin bir mensubu olduğu için bazı aile fertleriyle de görüşüp kitabı için onlardan Nüzhet hakkında bilgi ve görüş almış. Güzel. Daha da güzeli, kitapta bir çok şahsiyet ve bazı olaylar hakkında sayfa sonunda dip notlarla ek bilgiler verilmiş. Bence bir de kitabı yazarken yararlandığı tüm kaynakları verseydi iyi olurdu.












Muhiddin Birgen

Başlıktaki steril ve eksik sözcüklerini neden yazdığımı açıklamaya çalışayım:

Hayatı boyunca, Istanbul, Moskova, Tiflis, Ankara  gibi kentlerde üstelik de 1900 ila 1989 yıllarında yaşamış bir insan, yani Bolşevik Devrimini ve Cumhuriyet’in kuruluşunu görmüş yaşamış ama bu dönemdeki başka bir çok önemli, tarihi olaya da tanık olmasına rağmen yazarın sözkonusu etmediği hadiseler var. Nüzhet, iki dil bilen, Osmanlı Sarayı kökenli, klasik müzik hayranı esaslı bir hanımefendi. Bu kadar zengin ve ilginç malzeme varken, yazar belki kaynak eksikliğinden belki de siyasi tercihlerinden dolayı bu son derece renkli, canlı, dinamik dönemi Nüzhet’in gözünden olduğu gibi aktaramamış bence. Düz bir makamda ilerliyor metin.

Eksik derken de, saymakla bitmez ama mesela bir ara Enver Paşa’nın adı geçiyor ama sonundan hiç söz edilmiyor. Dr. Mehmet Nazım’la bir yerde tanışıyorlar. Kendisi İTC’nin cinai şebekesi Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucusu. Ondan sonra Dr.Nazım’dan ses seda yok. Keza İttihat Terakki’nin 1915 Ermeni Soykırımı o zaman Istanbul ya da daha sonra Moskova’da hiç gündeme gelmedi mi? Komünist Nazım’la eşi 1921’de Moskova’da iken aynı yıl öldürülen Mustafa Suphi hakkında hiç konuşmadılar mı?









Mustafa Suphi

1918-21 yılları arasında Talat Paşa Avrupa’da iken Komünist Enternasyonal’in önde gelen yetkilileriyle Mustafa Kemal adına görüşmeler yapıyor. Enternasyonal belgelerinde bu konuda çok sayıda kayıt var. Nazım’la Nüzhet 1921’de Moskova’da iken Talat Paşa Berlin’de vurularak öldürüldü. Bu cinayeti de mi duymadılar? Nazım’la Nüzhet’in bu kadar önemli gelişmelerden bihaber olmaları, bu konuda konuşup tartışmamaları söz konusu olabilir mi? Nüzhet’in babası konumundaki Muhiddin Birgen’in mesela 1926 İzmir Suikastı ve sonraki idamlar konusunda evde bir tepkisi olmadı mı?



Yukarıdan aşağıya: Dr. Nazım, Enver Paşa, Talat Paşa 
Bu eksiklikler, bu konulara temas edilmemiş olması tesadüfi olamaz

bence. Çünkü yazarın yer verdiği olaylara bakacak olursak, aile içi

 sorunlardan söz ederken yukarıda belirttiğim Türkiye’de, Rusya’da 

bölgede cereyan eden ve herkesi ilgilendiren olaylara değinmemesi 

manidar. O bakımdan steril bir metin.

Nüzhet, şüphe yok ki, sağlam, dürüst, önemli bir kadın.  Ama ben yine de Komünist Nazım’ı bırakıp Ziya Gökalp gibi ırkçı bir sosyologa yakınlık duyan bir felsefeciyi ikinci eş olarak seçmesini pek anlayamadım. Yazar bu konuyu da açsaydı iyi olurdu.

Bu takıldığım konuların dışında aslında güzel bir kitap Nüzhet. Ne var ki ben meseleye siyasi-ideolojik pertavsızla bakınca, roman ya da herhangi bir edebi metnin de kolayca devletin ideolojik araçlarından birine dönüşebileceğini gördüm bu kitapta.  Enişteniz İTC’nin üst düzey bir yetkilisi ama İTC’nin neler yaptığına girmiyorsunuz. Olmaz!

10 Kasım 1938 sayesinde hem de Birgen’in kaleminden uzun bir Atatürk övgü alıntısı var. Kült sahnede! Olmazsa olmaz değil mi?








Arın Dilligil Bayraktaroğlu

Suya sabuna dokunmadan, aman devletimiz incinmesin, bunlar karışık konular, acı geçmişi deşmeyelim, sonra da kalkıp bana muhalif filan derler… gibi gerekçelerle 89 yıllık yaşamdan resmi ideolojiye aykırı düşmeyecek sahne ve kareleri seçip derlemek pek hayırlı bir iş olmasa gerek.

Bir de Dilligil Bayraktaroğlu’nun galiba haklı olarak içinde kalmış, Kemal Sülker’e verdiği Nazım Hikmet şiirleri özel defterini söz verdiği halde Sülker’in Nazım Hikmet Vakfına bağışlamamasını affetmemiş. Kitabın sonuna yarım sayfalık bir notla hesabı kapatmış. (SON/RD) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Apo 1999/Öcalan 2025

* Soleimani ve Şocai, Öcalan’ın ‘’Demokratik Konfederalizm’’ ve ‘’Türkiyelileşme’’ tezlerini, PKK liderinin 1999 öncesi ve sonrası açıklama, demeç ve kitaplarına dayanarak eleştiriyor. Sonuçta sahneye çok farklı bir Öcalan portresi çıkıyor. Ragıp Duran İran Kürdistan’ı yani Rojhilatlı iki akademisyen Kamal Soleimani ve Behruz Şocai ’nin ‘’Kürtlerin Devletsizlik Paradoksu - Öcalan’ın Konfederalizm ve Türkiyelileşme Stratejileri’’ başlıklı 247 sayfalık ve 2025 tarihli kitabı Palgrave Macmillan(Springer) tarafından yayınlandı. Kitabın Türkçe çevirisi de DOZ yayınlarınca Temmuz 2025’de Türkiyeli okura sunuldu. Bu akademik çalışmanın özü, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Misak-ı Milli, Ulus-Devlet, Türk-Kürt ilişkileri, KCK, sosyo-politik bir araç olan Kürtçe konularında İmralı öncesi ve İmralı sonrası yayınladığı kitap, demeç ve açıklamalarının kıyaslanması. İki akademisyen, Öcalan’ın bu temel konularda son 26 yılda büyük değişimler gerçekleştirdiğini ayrıntılı alıntılarla kanı...

Kanlı hayalet aslında 104 yıldır tepemizde

* Talat Paşa’nın şahsından çok temsil ettiği ideoloji ve paradigma T.C açısından bugün hala hayati bir öneme sahip. Talat Paşa sadece İttihat Terakki ve 1915 ile organik olarak bağlantılı değil. O bugünkü T.C nebulasının belleği, kalbi ve beyni. Ragıp Duran Güncellikte sürekli olarak çıkmaza girince, ne geçmişi anlayabilir insan ne de geleceği tasarlayabilir. Osmanlı’dan T.C’ye geçiş çok sorunlu, çok zor ve çok kanlı. 102 yıl bir toplum için çok uzun bir süre değil. Ama yeni kurulan Kemalist rejim inatla ve ısrarla, bir asır boyunca iktidarın siyasi/ideolojik/kültürel/pedagojik aygıtlarını kullanarak geçmişi bağımsız, özgür ve nesnel bir şekilde değerlendirmedi. Kendi çıkarlarına uygun devletçi, milliyetçi hatta ırkçı bir ‘’hikaye’’ üretip yaygınlaştırdı. Geçiş sürecinin (1908-1923 ve sonrası) tüm olumsuzluklarını ya gizledi ya da tahrif etti. Ermeni Soykırımı, Kürt Sorunu ve Pontos Rum Konusu bu olumsuzlukların en bariz olanları. Kemalist ideoloji, iktidarının meşruiyetini sağlama...

Şahin Alpay’ın Anıları / İlginç ve Zengin bir Hikâye ama…

  * 70’lerde Maocuların idolü sonraları Cemaatin kendi deyimiyle sosyal liberal yazarı başarılarını, düş kırıklıklarını, pişmanlıklarını kaleme almış. Parlak bir öztanıtım broşürü, zengin bir özkutlama kataloğu. Ragıp Duran   En eski ünvanı ‘’Maoculuğu Türkiye’ye getiren Adam’’ olan Alpay, Lejand yayınlarından çıkan 564 sayfalık anılarının birinci cildinde son 80 yılın Şahin Alpay’ını biraz da o dönemleri anlatıyor. Alpay, benden 10 yaş büyük. O, Aydınlık’tan ayrıldığı yıllarda ben yeni yeni PDA’cı oluyordum. 70li yılların başında Şahin Alpay ve Halil Berktay bizim için hareketin en önemli ideologları ve gerçek birer devrimci aydındı. Kendisini çok az tanırım. Ama bilgisi, kültürü, çalışkanlığı, içtenliği ve dürüstlüğü konusunda sanırım kimse olumsuz bir yargıda bulunamaz.     Kitap piyasaya çıktığında, Medyascope, Apaçık Radyo ve Serbestiyet’de anılar hakkında yayınlanan söyleşileri izledim. Cazipti. Ancak kitabı okuduktan sonra bu mecralarda söyleşi...