Ana içeriğe atla

TÜKENMEZ : Medyanın Hal-i Pür-Melali

 Hanımlar, beyler, ilke de kalmadı dürüstlük de

* Geleneksel-klasik gazetecilik/habercilik   bitkisel hayatta. Cenaze tarihi yakında açıklanacak. Neo-liberal düzen, alaturka iktidar, kasaba eşrafı pek parlak ekranların arkasında katlettiler bu güzel mesleği. İçimizdeki İrlandalıların yardımıyla…

Ragıp Duran

Çok sayıda bela üst üste geldi. Felaket bir günde ortaya çıkmadı. 80’lerde Yeni Dünya Düzeni’ni pazarlamaya başladı Reagan-Thatcher-Özal üçlüsü, Berlin Duvarı çöktü, Batı’da mali sermaye ve sanayi holdingleri, bizde müteahhitler, yeni zenginler, mafyatik ağalar, iktidarın muhasebecileri ve body guard’ları gazete, radyo ve televizyonları satın almaya başladı. Eskiden işçi mahallerinde oturan gazetecilerin bir kısmı, dikenli tellerle çevrili, güvenlikçilerle korunan, havuzlu lüks sitelere taşındı. Bu arada yoksulluk popülerleşti. Orta sınıf erimeye başladı.

BÜYÜK DEĞİŞİM

Eskiden toplumda olup biteni aktarmaya çalışan gazeteler, radyolar artık bir yandan iktidarın hoparlörü haline geliyor, bir yandan da sürekli eğlence mantığı ve magazin aklıyla saçma sapan yayınlar yapmaya başladı. Aşk, korku hatta dayanışma bile alınır satılır oldu. Her metanın, her duygunun bir fiyatı vardı hatta borsası bile kuruldu. Dolayısıyla dünya ve hayat, artık bir reklam/halkla ilişkiler evreni olmuştu. Sözün ağırlığı, prestiji aşındırıldı, görselliğin cazibesi ve değeri yükseltildi. Bir teknoloji hayranlığı modası egemen hale geldi. Yeni İmparator olarak İnternet çıktı tahta. Bu yeni, sevimli görünümlü, İsviçre çakısı modelindeki yaratık, günlük hayatımıza belki sayısız kolaylık getirdi ama hakikatten, insanlıktan, ruhumuzdan o kadar çok şeyi aldı götürdü ki, post-modern hayattan, önce post-truth (Gerçek ötesi) hayata geçtik, şimdi de artık post-human (İnsanlık ötesi) çağındayız.

MİKRO DEĞİL MAKRO DÜZEY

Bütün bu dönüşüm topu topu 40-45 yıl içinde gerçekleşti. Siyasal, ideolojik, ekonomik alandaki alt üst oluş kaçınılmaz olarak kültürel alanı da yani medyayı da derinden etkilemişti.  Ve tabi ki bu metamorfoz öyle kendiliğinden, otomatik bir şekilde meydana gelmedi. Kapitalizmin ideologları, statükonun muhafızları, düzenin akademisyenleri üniversitelerde, Pentagone’da, CIA’de, kiralık siyaset bilimciler, sosyologlar, psikologlar düşünce kuruluşlarında, stratejik araştırma kurumlarında hem bugünü hem de yarını tasarlamak için harıl harıl çalıştı. Bugün belki ABD merkezli/ağırlıklı bir dünyada yaşıyormuşuz gibi görünüyor ama Moskova ve Pekin’de de benzeri faaliyetlerin sürdürüldüğünü biliyoruz. Global medya aracılığıyla da bu çalışmalar bütün dünyaya yayıldı.

ADI SOSYAL MEDYA AMA SOSYAL DEĞİL!

İnternet, medyayı yapısal düzeyde değiştirdi. Tarihsel gelişmeye baktığımızda, ilk medya organının yazılı basın olduğunu görüyoruz. Bilahare radyo piyasaya çıktığında, kimi uzmanlar yazılı basının öleceğini öngörmüştü. Yanıldılar. Keza televizyon piyasaya çıktığında tek medyanın küçük ekran olacağını diğer medya organlarının tedavülden kalkacağını ‘’müjdelemişlerdi’’. Bu öngörü de doğru çıkmadı. Şimdilik son halka gibi görünen İnternet, aslında seleflerine (Radyo, TV) oranla tamamen farklı ve yeni bir medya türü değil. Çünkü İnternet, yazılı basın, radyo ve TV’yi de içinde barındıran yeni bir mecra. Dolayısıyla seleflerinin varlığını ortadan kaldırmaya aday bir medya türü. İnternet görselliğe ağırlık vermekle birlikte, içeriğinde/üretiminde/çıktısında yazıyı da, sesi de içeriyor. İnternet bu doğası ve nitelikleriyle, gazeteciliğe/haberciliğe konjonktürel değil yapısal bir değişim getirdi.

 ÜÇ BÜYÜK ENGEL

* İfade özgürlüğünün genişlemesi hatta demokrasinin popüler düzeyde yaygınlaşması adı altında, her yurttaşın, İnternet sayesinde gazetecilik yapabilmesinin yolunun açıldığı iddia edildi. Oysa ki, bir yurttaşın, iktidardan veya herhangi bir makamdan izin/onay almadan görüşlerini açıklaması, kamuoyuna iletmesi ile yurttaşın gazetecilik/habercilik yapması tamamen farklı işlevler. Gazetecilik, kuralları, ilkeleri olan, minimum düzeyde de olsa eğitim gerektiren bir meslek. Görüş açıklamak içinse bunların hiç birine ihtiyaç yok. Herkesin gazetecilik yaptığı bir ortam aslında hiç kimsenin gazetecilik yapmadığı bir ortama dönüşür, nitekim dönüşmüştür de. Fake News’ün (Yalan Haber’in) yaygınlaşmasının böylece zemini yaratılmış oldu. Çünkü bir gazeteci, haber yaparken, bir dizi kurala uymak ve editörün denetiminde çalışmak zorunda. Herhangi bir yurttaş ise İnternet’de/Sosyal Medyada herhangi bir kurala uymak zorunda kalmadan ve herhangi bir denetimden geçmeden istediği zaman istediği bilgi ya da görüşü yaygınlaştırabiliyor.

* Gazetecilik esas olarak kolektif bir meslek. Muhabir, editör, haber merkezi, yazı işleri bu kolektifin olmazsa olmaz unsurları. Teorik olarak bir haberin doğru haber olabilmesi için bir dizi aşamadan geçmesi gerekiyor. Meslekdaşların, haber merkezlerindeki tartışması, birbirlerine danışması, yardımlaşması haberin kalitesini artırıyordu. Oysa, gazetecilik bugün geldiği aşamada, cep telefonunun karşısına geçip kahve sohbeti yapma konumuna düştü. Üstelik bu ‘’çalışma’’ tamamen şahsi bir şekilde yapılıyor. Bilgi yok kanaat var. Kanıt yok görüş var. Somut gerçek yok ihtimaller var. Ajitasyon propaganda da cabası. Sonuç olarak haber değil show!

*   Algoritmalar ve son olarak Yapay Zeka, gazeteciliği ve yurttaşları son derece olumsuz etkiliyor. Çoğu zaman farkında değiliz ama bu iki araç nedeniyle biz ekranımızda bir yandan hep aynı tür bilgilerle karşılaşıyoruz bir yandan da sürekli olarak iktidarın/egemenlerin propagandasına maruz kalıyoruz.

İnternet ya da sosyal medya, uzaktan bakınca devasa bir bilgi ve görüş okyanusu gibi görünüyor ama içine girince, ortamı ayrıntılı ve derin bir şekilde incelediğimizde, İnternet’in aslında global neo-liberal partinin siyasi bürosunun reklam /halkla ilişkiler ajansı olarak çalıştığını anlayabiliyoruz. Yapay Zeka, Doğal Gerzekliği ve cehaleti çok iyi bir şekilde yönetiyor.

İLERLEMEK İÇİN GERİ VİTES?

20. yüzyılın sonlarında ABD’de, 60+ yaşındaki gazeteciler, mesleğin gidişatından son derece rahatsız oldukları için, çözüm olarak bir slogan yaratmışlardı: Eski değerlere geri dönelim! Eski dönemde gazeteciler, toplumun alt ve orta sınıfları gibi yaşıyor, haber, yorum, fotograf ve karikatürlerinde yoksulları, mağdurları onların perspektifiyle haberleştiriyordu. Siyasi ya da ekonomik iktidardan bağımsızdılar, para pul şan şöhret için değil, kamu yararı için görev yapıyorlardı. Sendikaları güçlüydü, ilkelerini uyguluyor ve savunuyorlardı, dürüsttüler. 

Bugün, gazetecilik dünyasında yukarıda sayılanların artık hiçbir mevcut değil. Zaten çürümeyi, yozlaşmayı, çöküşü geriye dönerek tedavi etmek mümkün değil.  Ayrıca sorun medya ile sınırlı değil. Çünkü bu alanda bitkisel hayata girmiş olmamız aslında genel siyasi, ekonomik, ideolojik düzendeki bozulmanın bir tezahürü.

Gelecek pek parlak görünmüyor. Yine de umudu tamamen yitirmemek için, bir yandan global düzeyde yani topyekün radikal dönüşümün nerede, nasıl, kimlerle gerçekleşebileceğini tasarlamak gerekirken, bir yandan da medyadaki mevcut aksaklıkların hiç olmazsa geçici olarak nasıl düzeltilebileceğini tartışmamız yerinde olur. (SON/RD)    

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanlı hayalet aslında 104 yıldır tepemizde

* Talat Paşa’nın şahsından çok temsil ettiği ideoloji ve paradigma T.C açısından bugün hala hayati bir öneme sahip. Talat Paşa sadece İttihat Terakki ve 1915 ile organik olarak bağlantılı değil. O bugünkü T.C nebulasının belleği, kalbi ve beyni. Ragıp Duran Güncellikte sürekli olarak çıkmaza girince, ne geçmişi anlayabilir insan ne de geleceği tasarlayabilir. Osmanlı’dan T.C’ye geçiş çok sorunlu, çok zor ve çok kanlı. 102 yıl bir toplum için çok uzun bir süre değil. Ama yeni kurulan Kemalist rejim inatla ve ısrarla, bir asır boyunca iktidarın siyasi/ideolojik/kültürel/pedagojik aygıtlarını kullanarak geçmişi bağımsız, özgür ve nesnel bir şekilde değerlendirmedi. Kendi çıkarlarına uygun devletçi, milliyetçi hatta ırkçı bir ‘’hikaye’’ üretip yaygınlaştırdı. Geçiş sürecinin (1908-1923 ve sonrası) tüm olumsuzluklarını ya gizledi ya da tahrif etti. Ermeni Soykırımı, Kürt Sorunu ve Pontos Rum Konusu bu olumsuzlukların en bariz olanları. Kemalist ideoloji, iktidarının meşruiyetini sağlama...

Kemalizm’de Hyper Enflasyon

  * İçeriği pek muğlak, dün-bugün-yarın her derde deva olarak önerilen, dev heykel ve portreleri ile tahayyülümüzü baskı altına alan zihniyetin etraflı bir yapı sökümüne ihtiyacı var.   Yerine cazip, çağdaş, popüler yeni bir siyasi-toplumsal proje lazım. Ragıp Duran Sayıları giderek azalsa da Türkiye’ye gelen yabancılar/turistler bize en çok şu soruyu soruyor: ‘Sizde neden her yerde Atatürk heykelleri, posterleri, portreleri var?’. Biz belki içeriden bakıp anlayamıyoruz ama başka ülkelerle kıyaslama yapınca Türkiye’deki Atatürk tutkusunun ne kadar yaygın, ne kadar güçlü olduğunu saptayabiliriz. Her devletin saygıdeğer bir kurucu babası, sevgi ve minnetle anılan askeri ya da siyasi bir lideri tabi ki var. ABD’de G.Washington, SSCB’de pardon Rusya’da V.I.Lenin, Çin’de Mao Zedung, Kore’de Kim Il Sung, Fransa’da De Gaulle… Ama bu ülkelerin hiç birinde lider kültü bizdeki Atatürk düzeyinde değil. Bir başka çelişki d...

Şahin Alpay’ın Anıları / İlginç ve Zengin bir Hikâye ama…

  * 70’lerde Maocuların idolü sonraları Cemaatin kendi deyimiyle sosyal liberal yazarı başarılarını, düş kırıklıklarını, pişmanlıklarını kaleme almış. Parlak bir öztanıtım broşürü, zengin bir özkutlama kataloğu. Ragıp Duran   En eski ünvanı ‘’Maoculuğu Türkiye’ye getiren Adam’’ olan Alpay, Lejand yayınlarından çıkan 564 sayfalık anılarının birinci cildinde son 80 yılın Şahin Alpay’ını biraz da o dönemleri anlatıyor. Alpay, benden 10 yaş büyük. O, Aydınlık’tan ayrıldığı yıllarda ben yeni yeni PDA’cı oluyordum. 70li yılların başında Şahin Alpay ve Halil Berktay bizim için hareketin en önemli ideologları ve gerçek birer devrimci aydındı. Kendisini çok az tanırım. Ama bilgisi, kültürü, çalışkanlığı, içtenliği ve dürüstlüğü konusunda sanırım kimse olumsuz bir yargıda bulunamaz.     Kitap piyasaya çıktığında, Medyascope, Apaçık Radyo ve Serbestiyet’de anılar hakkında yayınlanan söyleşileri izledim. Cazipti. Ancak kitabı okuduktan sonra bu mecralarda söyleşi...