Ana içeriğe atla

Barış Güzergâhının Önündeki Olanaklar ve Engeller

* Devlet/Öcalan/PKK üçgenindeki gelişmeler gündemin zirvesinde. Çok fazla ihtimal, kanaat ve söylenti var, şeffaflık yok. Bir dizi olumlu girişim gözleniyor, çok sayıda olumsuzluk da kaygı yaratıyor.


Ragıp Duran


MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin 5 ay kadar önce TBMM’de DEM Partililerin elini sıkmasıyla başlayan ve son olarak Abdullah Öcalan imzalı çağrı ve ardından PKK Yürütme Komitesinin açıklamasıyla süren adı konmamış ‘’süreç’’, karmaşık, çok aktörlü, genelde muğlak, geleceği soru işaretleriyle dolu bir gelişme sergiliyor.

Açık kaynaklardaki verilerin, ihtimal, kanaat, yorum ve söylentilerle karıştığı bir ortamda tayin edici bir kaç noktayı açmakta yarar var: 

- 1984 değil 1925’den hatta belki de Bedirhan döneminden bu yana süren ve çözülemeyen Kürt Sorunu için mikroskopik bir çözüm ihtimali belirmiş olsa bile, bunu, ne gerekçeyle olursa olsun, baştan ve ilke olarak red etmek doğru bir tutum değil.

- ‘’En kötü barış bile savaştan iyidir’’ ilkesinden yola çıkılıyorsa, ‘’Kemalist Cumhuriyet yıkılıyor’’, ‘’Erdoğan Anayasa’yı değiştirip yeniden Cumhurbaşkanı olmak istiyor’’, ‘’Büyük Ortadoğu Projesinin girişimi’’, ‘’Kürdistan kuruluyor’’ gibi itiraz ve gerekçeler, silahlı çatışmanın sona ermesi, barış ve demokrasinin tesis edilme ihtimalinden daha tayin edici olamaz.

- Büyük bir çoğunluğu Kürt olan 40 bini aşkın insanın ölümüne, devasa bir ekonomik yıkıma ve ahlaki çöküntüye neden olan savaşın sona ermesi için en küçük bir işaret bile ciddiye alınmalı, somutlaşması için en büyük çaba sarf edilmeli.

- Mevcut örnekte, ilk girişimin aşırı-sağcı, Kürt karşıtlığını ilke edinmiş bir siyasi partinin lideri tarafından gerçekleştirilmesi kuşkusuz olumlu bir gelişme.

- İmralı Çağrısının global düzeyde, bir-iki istisna dışında, olumlu karşılanmış olması da kayda değer bir durum.   

Bu kalemler, şimdilik saptanmış olanaklar.

Gelelim engellere:

- Konuya ilişkin görüş belirten neredeyse herkes İmralı’dan çıkan çağrıyı ‘’Öcalan’ın Çağrısı’’ olarak niteliyor. Oysa ki bu metin, Öcalan’ın İmralı’da devlet yetkilileri ile uzun süredir yürüttüğü görüşmelerden çıkan bir sentez, bir uzlaşma metni. Bu metinde Öcalan’ın eskiden hiç telaffuz etmediği kavramlar, yaklaşımlar mevcut. Uslup da tipik ‘’Önder Öcalan’’ uslubuna her satırda çok benzemiyor.

- Mevcut durum, dünyada yakın tarihte çeşitli ülkelerde (IRA, ETA, FLNC, FARC…vs…) merkezi devlet ile ‘’hükümet dışı aktör’’ olarak adlandırılan muhalif, silahlı örgütler arasında yürütülen ihtilaf çözümü ya da barış müzakerelerinden birkaç noktada büyük farklılıklar arz ediyor:

*   Ele aldığımız örnekte, müzakere iki eşit taraf arasında yapılmıyor. Türkiye devletinin muhatabı, 26 yıldır hapiste, uzun bir süredir tecrit altında, avukatları ve yakınlarıyla görüşemeyecek bir konumda. Öcalan’ın İmralı’da, Türkiye’yi, bölgeyi ve dünyayı doğru dürüst izleyip okuma olanakları son derece sınırlı. Özgür olmayan bir taraf varsa, müzakerenin de özgür olması söz konusu olamaz.

* Sonu olumlu biten uluslararası deneylerde, mevcut örnekte bulunmayan dört önemli unsur mevcut:

x Müzakereler, iki taraf arasında güven sağlandıktan sonra belirli ölçüde şeffaf bir şekilde sürdürülüyor.

x Müzakereler, bir kişi ile bir heyet arasında değil, kurumsal temsil yetkisi olan iki heyet arasında gerçekleştiriliyor.

x Müzakereler, belirli bir olgunluğa ulaştıktan sonra, başta Parlamento olmak üzere, kamuya açık, kamunun katılımını sağlayabilecek mecrada sürdürülüyor.

x Müzakerelerin olumlu ve anlamlı bir sonuca erişebilmesi için, ilk başta, zaman ve mekana uygun bir hukuki zemin oluşturulduktan sonra ilerleyebiliyor. Şahsilik ve keyfiyeti engellemenin en önemli aracı kurallar yani hukuki zemin. Hukuki zeminin varlığı, iki büyük kazanç sağlıyor: Şeffaflık ve kamusal katılım.

- Tarafların, medya ve akademinin ayrıca da kamuoyunun olumlu bir sonuç yaratmak için mutlaka benimsemesi gereken ortak barışçı bir dil/söylem/wording. Mevcut örnekte, bir taraf ‘’Bebek katili’’, ‘’Terörist Elebaşı’’ derken diğer taraf barış, demokrasi diyor. Bu ‘’diyalog’’dan hayırlı bir sonuç çıkma ihtimali çok zayıf.

- Mevcut örnekte, rejim, Kürt Meselesini hala esas olarak bir terör ve güvenlik sorunu olarak algılıyor. Bu bakış açısı müzakereyi kilitler. Konunun siyasi, ideolojik, ekonomik, toplumsal, kültürel, demografik ve tarihi boyutları gündeme gelmeden bu devasa sorun polis zihniyetiyle çözülemez.

- Rejim, bugünkü durumu PKK ve PKK lideri ile devlet arasındaki bir ilişki gibi sunuyor. Oysa ki sorun çok daha kapsamlı, çok daha geniş. Müzakere, savaş/barış denklemi ya da zıtlığı içinde el alınmazsa ilerlemek mümkün değil.

- Rejim çözümü silahların teslimi ve PKK’nin kendini feshetmesinde görüyor. Silah meselesi ayrı bir konu. Ama fesih talebi, tipik bir 12 Eylül anlayışının meyvesi. Parti kapatınca ya da Parti’yi feshedince o Parti’nin temsil ettiği toplumsal tabanı, siyasi görüşleri, ideolojik konumunu da feshedemiyorsunuz ki…

- PKK, Türkiye’de Kürt Meselesinin müsebbibi değil, sonucudur. Dolayısıyla PKK kendini feshetse bile Kürt sorunu çözülemez. Ne var ki, rejim faşizan hatta ırkçı yaklaşımlarını feshetse Kürt Meselesi büyük ölçüde çözülebilir.

- Müzakere ilk bakışta iki (Ya da daha fazla) taraf arasında sürdürülüyormuş gibi görünüyor. Oysa ki müzakerenin başarısı büyük ölçüde kamuoyu desteğine bağlı. Yurttaşların büyük bir çoğunluğu iki taraftan birini değil, müzakere edilen konuyu, yani barışı, güçlü bir şekilde savunabilirse müzakere başarıya ulaşabilir. Mevcut örnekte, çok çeşitli nedenlerle, kamuoyunun geniş çoğunluğunda barış, uzlaşma, çözüm talebi henüz tezahür etmedi. Belki de tam tersine, müzakereleri boşa çıkartacak sabotaj, suikast, bombalama gibi provokatif eylemlere şimdiden dikkat çeken çok sayıda gözlemci var.

- Öcalan’ın PKK içindeki istisnai konumu, müzakerelerdeki taraf sayısını çoğaltıyor. Henüz soyut plandaki müzakere masasında İmralı ve rejimin yanı sıra Kandil’in de varlığı, üstelik İmralı ile Kandil’in her konuda yüzde yüz aynı yaklaşımı benimsemesinin beklenmediği bir ortam, rejimin bu farklılıkları suistimal etmesi için bir fırsat doğruyor.

- Uygulamaya baktığımızda, rejimin, müzakerelere olumlu yaklaşabilmesi için, genel af, kayyımların görevden alınması, Kürt dünyasına yönelik baskıların son bulması, genel demokratik açılım adımları gibi uygulamalar yerine,  siyasi ve askeri alanda Kürtlere ve genel olarak muhaliflere yönelik saldırılarını genişleterek ve yoğunlaştırarak sürdürmesi barış umudunu zayıflatıyor. 

- Nihayet son bir olumsuz unsur da, İttihat Terakki’den bu yana Türk rejimlerinin siyasi DNA’sındaki ‘’Tek Devlet-Tek Millet-Tek Dil-Tek Bayrak’’ düsturu.

Artılarla eksileri terazinin kefelerine yerleştirdiğimizde durum pek iç açıcı değil. Buna rağmen barış ve demokrasi taraftarları, uygulanabilir somut taleplerini her mecrada ısrarlı bir şekilde savunmaya ve yaygınlaştırmaya devam ederse, geniş cephe politikası uygulayarak barışı kitlesel bir talep haline getirebilirse nispeten küçük de olsa olumlu gelişmeler yaşanabilir. (SON/RD) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredey...

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz y...

Kemalizm’de Hyper Enflasyon

  * İçeriği pek muğlak, dün-bugün-yarın her derde deva olarak önerilen, dev heykel ve portreleri ile tahayyülümüzü baskı altına alan zihniyetin etraflı bir yapı sökümüne ihtiyacı var.   Yerine cazip, çağdaş, popüler yeni bir siyasi-toplumsal proje lazım. Ragıp Duran Sayıları giderek azalsa da Türkiye’ye gelen yabancılar/turistler bize en çok şu soruyu soruyor: ‘Sizde neden her yerde Atatürk heykelleri, posterleri, portreleri var?’. Biz belki içeriden bakıp anlayamıyoruz ama başka ülkelerle kıyaslama yapınca Türkiye’deki Atatürk tutkusunun ne kadar yaygın, ne kadar güçlü olduğunu saptayabiliriz. Her devletin saygıdeğer bir kurucu babası, sevgi ve minnetle anılan askeri ya da siyasi bir lideri tabi ki var. ABD’de G.Washington, SSCB’de pardon Rusya’da V.I.Lenin, Çin’de Mao Zedung, Kore’de Kim Il Sung, Fransa’da De Gaulle… Ama bu ülkelerin hiç birinde lider kültü bizdeki Atatürk düzeyinde değil. Bir başka çelişki d...