Ana içeriğe atla

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

 * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri…

Ragıp Duran


Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.  

Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık.

Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024


Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim.

Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fransız turistler gibi değiller. Ayrıca çok para harcıyor, bol bahşiş bırakıyor’’. Gelenler de memnun, çünkü  ’Yunan adaları, Euro ile hesaplasan bile Türkiye’deki tatil beldelerinden hem daha ucuz hem de daha kaliteli’’. Gerçekten de benim arkadaşlarım da saptadı: ‘’Yemek bitince hesap istiyoruz. Balık, deniz ürünleri, salata, şarap, uzo, bira var, adam başı 10-15 euro’yu geçmiyor. Önce yanlış hesapladılar sandık, sonra ‘Bunlar hesap bilmiyor’ dedik ama otel, ulaşım, yemek adada Türkiye’den hem daha ucuz hem de daha kaliteli’’.

Toplantı vesilesiyle özel olarak Midilli’ye gelen mektepten arkadaşlarım ve yakın akrabalarım.


Midilli denince benim aklıma iki şey geliyor: Midilli eşeği ve Namık Kemal!.  Ada cücesi familyasından mıdır bilmem, küçük boy eşeklere adada pek rastlamadık ama varlıklarını sürdürüyormuş.

Vatan yahut Silistre’nin yazarı, Hürriyet Kahramanı diye tanıtılan Namık Kemal’in gerçek kimliğini Hıfzı Topuz’un kitabından öğrenmiştim. Eskinin sıkı muhalifi bir süre sonra yelkenleri indiriyor ve Abdülhamid’le anlaşarak, bol maaşlı bir şekilde Midilli’ye sürgüne gönderiliyor.  Bugünkü Ankara rejimi, sürgüne gönderdiği insanlara, Osmanlı ataları gibi, maaş bağlasa zaten çökmüş haldeki hazine eksilerin dibine geçer herhalde.

Topuz’un kitabında Namık Kemal’in Midilli’den kızına yazdığı mektuplardan alıntılar hatırlıyorum. Sipariş listesinde içkiler ve kilolarca roquefort peyniri vardı. Namık Bey, daha önce Paris ve Londra’da sürgünde iken,  Avrupa’nın önemli siyasi liderleri düşünürleri Karl Marx’ı ziyaret ederken, bizimki o mahalleye hiç uğramamış, Şehzadelerden para koparmaya çalışmış.

Böyle bir zatın Midilli’de iken bugünkü deyimle LGBT’lerin kraliçesi şair Sappho (M.Ö 630-570) ile ilgilendiğine dair herhangi bir emare yok.

Türkiye nüfusunun çok büyük bir kesimi (Pasaportu olan yurttaş sayısı sadece 8 milyon civarında, nüfusun yaklaşık yüzde 10’u!) memleket dışına pek çıkmıyor. Hac’ca gidenler ile işçi/işçi ailesi olarak Almanya ya da diğer Batı Avrupa ülkelerine gidenleri, bir de yurt dışında okuyan öğrencileri hariç tutarsak, gezmek başka ülkeleri tanımak için yurtdışına giden yurttaş sayısı son derece düşük. TL/Euro dengesizliğinin yanı sıra yabancı ülke konsolosluklarının Türkiyelilere vize sağlama konusunda çıkardıkları güçlükleri de hesaba katınca yerli ve milli yurttaşların yabancılara, dışarıya pek merak duymadığını anlayabiliriz. Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur! Batı bizi kıskanıyor! Sümerler Türktür! Hitler'in sütannesi Türktü!  gibi saçmalıkların köken ve nedeni de böylece ortaya çıkmış oluyor. Neyse…

Midilli, Yunanistan’ın Girit ve Eğriboz’dan (Euboea) sonra 3. büyük adası. Yüzölçümü 1636 km2. Nüfusu 116 bin kadar.

Mübadeleden önce Ege’nin Türkiye yakasında yaşayan Rumlar, adaya gelince eskiden beri yaptıkları işi sürdürmüş ve Midilli’yi rakı üretim merkezi haline getirmişler. Barbayanni’den Babacım’a kadar bir çok uzo markasının fabrikaları adada.

Midilli Limanı kalabalık ama sakin.


Midilli coğrafi konumu nedeniye, Türkiye kıyılarından çok göç alıyor. En çok da Afganlılar ve Suriyeliler geliyor. İlk başta ada halkı topyekün seferber olup göçmenlere olağanüstü bir şekilde yardımcı olmuşlardı. Zengin, yoksul herkes evini açıyor, yemek pişiriyor, göçmenlere konukseverlilik gösteriyordu. O dönem Midilli Adası, Nobel Barış Ödülüne bile aday gösterilmişti. Ne var ki göçmen sayısının artması, Yunan hükümetinin önlemleri yoğunlaştırması, gelen mülteci botlarını karşı sahile göndermesi hatta batırması bir de adada artan göçmen nüfusunun bir kısmının suça karışması nedeniyle ve nihayet Atina-AB/Ankara arasında varılan hukuk dışı anlaşma nedeniyle Midilli kaldıramayacağı sayıda göçmen sorununu çözemedi.

Midilli kentinin göbeğinden bir kare

Akşam ara sokaklarda dolaşırken gece saat 10-11’de acaip canlı, dinamik cafe, bar, diskolara rastladım. Gençler şahane eğleniyor. Orta yaşlılar memnun. Biralarını yudumluyor. 5 gün boyunca adada rastladığım herkes makul düzeyde İngilizce konuşuyor. Rahat insanlar, keyif yapıyor.

‘’Bir gece ansızın gelebiliriz’’ diyen adamı sevene rastlamadım. ‘’Hakikaten gelir mi?’’ diye endişeyle soru soranlara rastladım.

Hayatımın çok farklı evrelerinde yanımda olan arkadaşlarımla beraber olmak benim için sonsuz bir mutluluktu. Zaten Midilli, Dedeağaç’la birlikte 1971’den bu yana Avrupa’da yaşamak zorunda kalan Türkiyelilerle memleketteki akrabalarının/dostlarının buluşma kenti olarak biliniyor.

Yedik, içtik, gezdik dolaştık, muhabbet ettik ve bol bol güldük.

Ben kendimi, buralara benden önce gelen yurttaşlardan ne Namık Kemal, ne de Çerkez Ethem ile özdeşleştirdim. Zaten haddim değil… Bizim evde uzun süreli bir tadilat çalışması var, bu nedenle akrabaların evine geldim. Memnunum. (SON/RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanlı hayalet aslında 104 yıldır tepemizde

* Talat Paşa’nın şahsından çok temsil ettiği ideoloji ve paradigma T.C açısından bugün hala hayati bir öneme sahip. Talat Paşa sadece İttihat Terakki ve 1915 ile organik olarak bağlantılı değil. O bugünkü T.C nebulasının belleği, kalbi ve beyni. Ragıp Duran Güncellikte sürekli olarak çıkmaza girince, ne geçmişi anlayabilir insan ne de geleceği tasarlayabilir. Osmanlı’dan T.C’ye geçiş çok sorunlu, çok zor ve çok kanlı. 102 yıl bir toplum için çok uzun bir süre değil. Ama yeni kurulan Kemalist rejim inatla ve ısrarla, bir asır boyunca iktidarın siyasi/ideolojik/kültürel/pedagojik aygıtlarını kullanarak geçmişi bağımsız, özgür ve nesnel bir şekilde değerlendirmedi. Kendi çıkarlarına uygun devletçi, milliyetçi hatta ırkçı bir ‘’hikaye’’ üretip yaygınlaştırdı. Geçiş sürecinin (1908-1923 ve sonrası) tüm olumsuzluklarını ya gizledi ya da tahrif etti. Ermeni Soykırımı, Kürt Sorunu ve Pontos Rum Konusu bu olumsuzlukların en bariz olanları. Kemalist ideoloji, iktidarının meşruiyetini sağlama...

Kemalizm’de Hyper Enflasyon

  * İçeriği pek muğlak, dün-bugün-yarın her derde deva olarak önerilen, dev heykel ve portreleri ile tahayyülümüzü baskı altına alan zihniyetin etraflı bir yapı sökümüne ihtiyacı var.   Yerine cazip, çağdaş, popüler yeni bir siyasi-toplumsal proje lazım. Ragıp Duran Sayıları giderek azalsa da Türkiye’ye gelen yabancılar/turistler bize en çok şu soruyu soruyor: ‘Sizde neden her yerde Atatürk heykelleri, posterleri, portreleri var?’. Biz belki içeriden bakıp anlayamıyoruz ama başka ülkelerle kıyaslama yapınca Türkiye’deki Atatürk tutkusunun ne kadar yaygın, ne kadar güçlü olduğunu saptayabiliriz. Her devletin saygıdeğer bir kurucu babası, sevgi ve minnetle anılan askeri ya da siyasi bir lideri tabi ki var. ABD’de G.Washington, SSCB’de pardon Rusya’da V.I.Lenin, Çin’de Mao Zedung, Kore’de Kim Il Sung, Fransa’da De Gaulle… Ama bu ülkelerin hiç birinde lider kültü bizdeki Atatürk düzeyinde değil. Bir başka çelişki d...

Şahin Alpay’ın Anıları / İlginç ve Zengin bir Hikâye ama…

  * 70’lerde Maocuların idolü sonraları Cemaatin kendi deyimiyle sosyal liberal yazarı başarılarını, düş kırıklıklarını, pişmanlıklarını kaleme almış. Parlak bir öztanıtım broşürü, zengin bir özkutlama kataloğu. Ragıp Duran   En eski ünvanı ‘’Maoculuğu Türkiye’ye getiren Adam’’ olan Alpay, Lejand yayınlarından çıkan 564 sayfalık anılarının birinci cildinde son 80 yılın Şahin Alpay’ını biraz da o dönemleri anlatıyor. Alpay, benden 10 yaş büyük. O, Aydınlık’tan ayrıldığı yıllarda ben yeni yeni PDA’cı oluyordum. 70li yılların başında Şahin Alpay ve Halil Berktay bizim için hareketin en önemli ideologları ve gerçek birer devrimci aydındı. Kendisini çok az tanırım. Ama bilgisi, kültürü, çalışkanlığı, içtenliği ve dürüstlüğü konusunda sanırım kimse olumsuz bir yargıda bulunamaz.     Kitap piyasaya çıktığında, Medyascope, Apaçık Radyo ve Serbestiyet’de anılar hakkında yayınlanan söyleşileri izledim. Cazipti. Ancak kitabı okuduktan sonra bu mecralarda söyleşi...