* İçeriği pek muğlak, dün-bugün-yarın her derde deva olarak önerilen, dev heykel ve portreleri ile tahayyülümüzü baskı altına alan zihniyetin etraflı bir yapı sökümüne ihtiyacı var. Yerine cazip, çağdaş, popüler yeni bir siyasi-toplumsal proje lazım.
Ragıp Duran
Sayıları giderek azalsa da Türkiye’ye gelen yabancılar/turistler bize en çok şu soruyu soruyor: ‘Sizde neden her yerde Atatürk heykelleri, posterleri, portreleri var?’.
Biz belki içeriden bakıp anlayamıyoruz ama başka
ülkelerle kıyaslama yapınca Türkiye’deki Atatürk tutkusunun ne kadar yaygın, ne
kadar güçlü olduğunu saptayabiliriz.
Her devletin saygıdeğer bir kurucu babası, sevgi ve
minnetle anılan askeri ya da siyasi bir lideri tabi ki var. ABD’de
G.Washington, SSCB’de pardon Rusya’da V.I.Lenin, Çin’de Mao Zedung, Kore’de Kim
Il Sung, Fransa’da De Gaulle…
Ama bu ülkelerin hiç birinde lider kültü bizdeki Atatürk
düzeyinde değil.
Bir başka çelişki daha var: Bizdeki sözümona ciddi/nesnel
tarih araştırmalarında, siyasal bilgiler akademik tezlerinde ve tabi esas
olarak resmi ideoloji yapıtlarında yere göğe sığdırılamayan Atatürk, Batı
dünyasında ve Arap evreninde aktarması bile Türkiye’de suç sayılabilecek
niteliklerle anılıyor. Soykırımcılıktan, Naziliğin fikir babalığına,
diktatörlükten ırkçılığa kadar Atatürk’e yüklenen sıfatlar…
Hoş, Atatürk sevgisi başlangıçtan beri tepeden yani devlet tarafından yaratılıp topluma dayatılsa da, bir kesim yurttaşın dövmelerden özel mekanlara kadar her yerde Atatürk’ü içselleştirdiğini saptamak mümkün.
Kuşkusuz toplumda envai çeşit Mustafa Kemal var.
Kalpaklısından dua edene, salıncaktakinden Kocatepe’de ağır ağır yürüyene kadar
zengin bir katalog mevcut. Görsel malzeme arşivini bir kenara bırakacak
olursak, Devlet Bahçeli’den Özgür Özel’e, Doğu Perinçek’ten Süleyman Demirel’e
kadar, siyaset sahnesinde herkes, bir kaç istisna hariç, Atatürkçü. 86 yıl önce aramızdan ayrılan bu
müstesna şahsiyet zaten bugün Anayasa’dan Siyasi Partiler kanununa kadar yasal
mevzuatta ayrıcalıklı bir makama sahip. Hatta, genel hukuk mantık ve geleneğine
aykırı da olsa, adına özel bir kanun bile çıkarılmış. 25 Temmuz 1951 tarihli
5816 sayılı kanun ile Atatürk’ün manevi şahsiyeti yasal koruma altına alınmış.
Halkın bu kadar çok sevdiği bir lidere bir de neden kanuni kalkan yaratılmış,
anlamak zor.
Türkiye’de son yıllarda sosyal medyada aktüalite/magazin
haberlerinden sonra en çok paylaşılan iki konu var: Kediler ve Kemalizm.
Kemalizmin yeniden popüler olmasında AKP ve Erdoğan’ın büyük katkıları olduğunu kabul etmek gerek. Tek Adam rejiminin her alandaki anti-demokratik hatta neo-faşist baskılarından yılan kesimler, mevcut ortamda siyasi alanda ciddi bir muhalefet önderliği mevcut olmadığı için Atatürk’e sığınıyor. Hatta Atatürk, bugün ana muhalefet partisi lideri konumunda. Genel Merkez Anıtkabir.
Atatürk bu kesimde İsviçre çakısı muamelesi görüyor.
Siyasetten eğitime, spordan teknolojiye kadar her alanda Kemalist reçeteler
üretiliyor. Oysa ki Kemalizm mekanik bir anahtar. Biz ise halen elektronik
çağda yaşıyoruz. İsviçre çakısı mesela bozulan bir bilgisayarı tamir edemez.
İlk kez 11 Kasım 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, Atatürk’ün özel kalem müdürü gibi gazetecilik yapan Yunus Nadi tarafından lanse edilen/devreye sokulan Kemalizm/Atatürkçülük ibaresi/kavramı zaman içinde, iktidarların konjonktürel ihtiyaçlarına göre biçimlendirilen/zenginleştirilen resmi bir ideoloji haline getirildi. Oysa ki Atatürk’ün bizzat kendisi, Yakup Kadri’nin bu yöndeki önerisini red ettiği gibi, Nutuk ya da diğer açıklamalarında kendi fikriyatından önce bilime önem verilmesini ısrarla belirtmişti. Şahıs ile onun adına üretilmiş olan ideoloji arasındaki fark ve çelişkiler aslında çok da önemli değil. İdeoloji bir devlet politikası haline geldiğinde aramızdan ayrılmış liderin önemi haliyle azalıyor.
Aradan 86 yıl geçmiş olmasına rağmen Mustafa Kemal Atatürk hakkında hala kritik bir biyografi yazılmamış, yayınlanmamış olması da manidar. Ş. Hanioğlu’nun ‘Atatürk-Entelektüel Biyografi’ başlıklı son çalışması geç kalmış olmasına, çekingen bir uslup ve yaklaşım benimsemesine, ayrıca tayin edici bazı konulara (Mesela 1915, Kürtler ve Aleviler) değinmemesine rağmen nispeten olumlu bir girişim olarak kabul edilebilir.
Doğanın kanunu gereği, bir kişi, bir kurum, bir olgu bu
kadar sık ve farklı çehrelerle sahneye çıkartılırsa aşınır. İşin gerçeği
bozulur, her türlü suistimale açık hale gelir.
Bugün Kemalizme karşı çıkan üç akım var: Siyasi
İslamcılar, Kürtler, başta Ermeniler ve
Rumlar olmak üzere Anadolu’nun gayri-müslim kadim halkları.
Bir avuç bağımsız solcu aydın ve akademisyeni saymıyorum.
Siyasi İslamcılar, Atatürk’ün demokrasiden kopuk da olsa laiklik anlayışı ve uygulaması ile genel olarak Batı uygarlığıyla olan yakın ilişkileri nedeniyle muhalif konumdalar. Ne var ki, Siyasi İslam, Kemalizm’den neredeyse her alanda ve her açıdan daha gerici bir ideoloji olduğu için ayrıca da Kemalizm’den daha demokrat olmadığı için muhalefette başarılı olma şansına sahip değil. Bu kesimin ‘’Deccal’’, ‘’İki Ayyaş’’ nitelemeleri, Rıza Nur’dan esinlenip Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım konusunda yaymaya çalıştıkları en hafif deyimle çirkin dedikodularla ciddi bir anti-Kemalist muhalefet oluşturmaları söz konusu bile değil. Üstelik Siyasal İslam, İTC ve Kemalizm’den esinlenen Tek Millet-Tek Bayrak-Tek Devlet-Tek Lider şiarını uygulayarak ‘’Yeşil Kemalizm’’ sıfatıyla itham ediliyor. Siyasal İslamcıların Atatürk tabusunu kırma iddiaları, yerine koymaya çalıştıkları tabu nedeniyle de geçersiz.
Kürtler ise, gerek Milli Mücadele adı verilen dönemde gerekse 1923 İzmit Basın Toplantısında söyledikleriyle, bilahare sözünde durmaması, 1925 Şeyh Said harekatında olsun, 1937-38 Dersim Tertelesinde olsun Atatürk’ün bizzat askeri ve siyasi sorumluluğu nedeniyle Kemalizm’e karşı. 1925’den sonra ve bugün hala, devletin Kürtlere uyguladığı zulmün Kemalizm bayrağı altında yapılması da Kürtlerin, Mustafa Kemal’e muhalefet etmesine neden oluyor.
Bugün Türkiye siyaset sahnesinde ayrıca akademik evrende
de güçlü ve tutarlı Kemalizm eleştirisi yapabilecek neredeyse tek kesim
Kürtler.
Nihayet başta 1915 Soykırımının trajik mağduru olan Ermeniler, sonra Pontos hadisesi nedeniyle yurtlarından olan Rumlar ile diğer gayrı-müslim tebaa ve yurttaşların Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet rejiminde başına gelenler nedeniyle, onları kaçınılmaz olarak anti-Kemalist cephede konumlandırıyor.
Resmi yani bugün egemen ideoloji, Kemalizm muhalifi her
kişi ve kesimi hemen ‘’İrtica yanlısı’’ ya da ‘’Emperyalizm ajanı’’ olmakla
suçlaması, ayrıca tabunun güçlü ve yaygın olması, sağlıklı ve objektif bir
Kemalizm değerlendirilmesi yapılmasını önlüyor.
1933-45 yılları arasında Almanya’da Hitler’e, 1949-76
döneminde Çin’de Mao’ya, 1924-53 yıllarında Sovyetler Birliği’nde Stalin’e
muhalefet etmek söz konusu değildi. Hem yasaktı hem de toplumun önemli bir
kesimi gönüllü olarak bu liderleri baş üstünde tutuyordu. Bugünse bu liderlerin
esamesi bile okunmuyor. Hatta bu liderlerin gerçek kimliğini faş eden önemli
siyasi ve akademik yayınlar yapılıyor.
Bir zamanlar çok moda olan 2. Cumhuriyet’ten söz
etmiyorum ama yakın dönemde kısıtlı çevrelerde gündeme gelen ‘’Yeni bir kuruluş
öyküsü/Yeni Kurucu Babalar’’dan medet umuyorum. Ciddi, derin, uzun soluklu bir
yüzleşmeye, çok yönlü bir özeleştiriye ihtiyaç var. Uzun ve zor bir süreç. Maalesef
hemen yarın değil…(SON/RD)
Yorumlar