Ana içeriğe atla

SINIRÖTESİ 2. PARİS SALDIRISI?












·      Katliamın gerçekleşme sürecini, tarafların tutum ve açıklamaları ile arka plan bilgilerini irdelediğimizde bir dizi soru işareti çıkıyor ortaya.

Ragıp Duran

Fransa’nın başkenti Paris’te 23 Aralık günü meydana gelen, 3 kişinin ölümü en az 3 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan silahlı saldırı, Fransa siyaset dünyasında, kamuoyunda ve medyasında derin ve ayrıntılı bir şekilde değerlendiriliyor. Global medyada da konuya ilişkin çok sayıda haber ve yorum yayınlandı. İktidar yanlısı Türk medyası, konuyu genel olarak Kürt, özel olarak PKK karşıtlığı perspektifiyle, Fransa düşmanlığı açısından yansıtmaya çalıştı.

İlk sorun, Fransız polis ve adliye makamlarının, saldırıyı önce sadece ırkçı bir eylem olarak nitelemesiyle ortaya çıktı. Bilahare aynı makamlar, saldırganın akıl ve ruh sağlığının gözaltına alınmasına uygun olmadığını saptayıp, zanlıyı Emniyet’in psikiatri kliniğine gönderdi. Bu tutum, yani saldırıyı terörist bir eylem olarak nitelememek, katliamı meczup bir kişinin münferit aksiyonu olarak değerlendirmek anlamına geliyordu. Fransa’daki Kürt diasporasıyla Fransız dostlarının şiddetli itirazları sayesinde, soruşturmayı yürüten makam, geri adım atmak zorunda kaldı. Saldırının ırkçı niteliğini korumakla birlikte, zanlı klinikten çıkarılıp gözaltına alındı ve ifadesini almak üzere Savcılığa çıkarıldı.

Akıl ve ruh sağlığı, 24 saatte değişebilecek bir kavram değil.











Fransa’da terör eylemleri ile özel bir savcılık ilgileniyor. Uzman soruşturmacılar örgüt, örgüt içi ve dışı bağlantılar üzerinde inceleme yapıyor.

Fransa’da hem polis hem de istihbarat şebekelerinde aşırı sağın güçlü bir örgütlenmesi olduğunu hatırlamak gerek. Hatta polis teşkilatında aşırı sağın bir sendikası bile var. Bu durum, zanlıyı hem önceden bilgilendirip yönetmek hem de soruşturma aşamasında korumak için önemli bir boyut.

Gerek polis ve adliyenin açıklamalarında gerekse zanlının ilk ifadesinde, açıkça ırkçı kimliği üzerine vurgu yapılıyor. Ne var ki Fransa’da ırkçılar ilk kez bir Kürt hedefine saldırıyor. Onların geleneksel hedefi, Kuzey Afrika’dan gelen Müslümanlar ya da siyahlar. Bir de Yahudiler. Bu kesimlere ait camiler, sinagoglar,  mezarlıklar, işyerleri ve dernekler. Fransa’da Kürtler, diğer yabancılar arasında hem nufus olarak önemli bir güç değil. Hem de siyasi toplumsal etkinlikleri bağlamında çoğunlukla laik oldukları için hedef olabilecek bir durumda değil. Tam aksine Kürtler, hem IŞİD’e karşı yürüttükleri savaş hem de Fransız kamuoyunun büyük hayranlık duymadığı Erdoğan rejimine muhalefet sayesinde muhafazakar sağ dahil, Fransız toplumunun geniş kesimlerinde sempati uyandıran bir diaspora. Fransa'da ve Batı Avrupa'da Kürtlere sadece Türk aşırı-sağı yani Ülkücüler saldırdı şimdiye kadar.










SaldırganIn tek başına hareket etmediğini kanıtlayan çok sayıda olgu var: Olay yerine bir araba ile getiriliyor. Saldırı alanında farklı milletlerden yabancılara ait çok sayıda işyeri bulunmasına rağmen, zanlı seçerek sadece Kürt işyerlerine saldırıyor. Bu operasyon önemli bir keşif ve hazırlık çalışması gerektirir. Sadece 10 gün önce hapisten çıkan saldırgan, zengin bir istihbarat, destek ve yönlendirme olmadan böyle bir eylemi gerçekleştiremez. Saldırganın arkasındaki gücün Paraguay hükümeti olmadığı kesin!

Soruşturmayı yürüten savcılık, zanlının cezaevinde iken ve son 10 gün içinde kimlerle temasta olduğunu araştırırsa önemli ipuçlarına ulaşabilir.

Polis ve adli makamlar, zanlının ırkçı olduğunu söylüyor ama ırkçının herhangi bir örgütle ilişkisi konusunda suskun.

23 Aralık saldırısı ile 9 Ocak 2013 saldırısı arasındaki ilişkiler de incelenmeli. 10 yıl önce katledilen Kürt kadınlarının Fransız avukatları, Fransız polisi ve adliyesinin, zanlı Ömer Güney ile Türk istihbaratı arasındaki ilişkileri belgelediğini açıklamıştı. Ancak büyük bir ihtimalle Paris ile Ankara arasında önemli bir gerginliğe yol açabilecek bu durum, Fransız siyasi makamlarının müdahalesiyle sessizliğe gömüldü.

PKK’nin esir aldığı MİT’in üst düzey 3 yetkilisi de medyada yayınlanan ifadelerinde, 9 Ocak saldırısının MİT tarafından nasıl, kimlerce organize edildiğini isim vererek ayrıntılı bir şekilde itiraf etmişti.

9 Ocak saldırısı Fransız makamları tarafından örtbas edildiği için 23 Aralık saldırısına zemin hazırlanmış oldu.

TSK’nın bir süredir Irak ve Suriye’de PKK’ye karşı geliştirdiği yeni savaş stratejisinde, lider kadroların nokta operasyonlarıyla öldürülmesi ön plana çıktı. ABD de, Irak ve Suriye’de El Kaide ve DAİŞ’e karşı aynı stratejiyi uyguluyor.

9 Ocak saldırısında sağlık durumu olumsuz bir piyon seçilmişti. Son Beyoğlu suikastinde ÖSO’ya yakın ama dünyadan bihaber bir kadın, bombacı olarak görevlendirilmişti. Son Paris saldırısında da ‘’hasta derecede ırkçı’’ bir Fransız vatandaşı sahne aldı.

23 Aralık günü Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezinde, saldırının gerçekleştiği saatlerde, çok sayıda kadın aktivistin katılması söz konusu olan bir toplantı gündemdeydi.  Katılımcıların trafik nedeniyle geç kalması nedeniyle toplantı ertelendi böylece çok sayıda insanın ölümü engellenmiş oldu. Saldırganın bu toplantıdan haberdar olması tek başına hareket etmediğinin bir başka delili.

Saldırıdan bir gün sonra République meydanında düzenlenen kınama gösterisinde bazı şiddet olaylarının yaşanmasının nedeni, Paris Emniyet Müdürlüğünün  açıklamasıyla anlaşıldı. ‘’Olayları bir arabayla gelen grup provoke etti’’  şeklindeki açıklamada önemli bir unsur eksikti: Bu arabayla gelen grubun mensupları Bozkurt işareti yapıyordu.

Ertesi gün yapılan protesto yürüyüşünde ise, hem Kürtlerin sağduyusu hem de Paris polisinin gaz sıkmak yerine yürüyüşün güvenliğini sağlaması sayesinde protesto olaysız gerçekleşti.


Saldırıda hayatını kaybeden 3 kişi ile yaralanan 3 kişi, yani toplam 6 kişiden 5’i TC yurttaşı. 6. kişi Fransız kimliğine sahip. Ankara, yurtdışında kılına zarar gelen her yurttaşını korumak, ona yardım etmekle sorumlu ve görevli iken, Türk hükümetinin bir taziye mesajı bile yayınlamamış olması manidar değil mi? Türkiye’de saldırıyı memnuniyetle karşılayanlar bile oldu sosyal medyada! Ankara sadece seçici bir yaklaşımla terör olaylarına karşı çıkıyor. Mağdurlar Kürtse, Ankara’dan kınama mesajı çıkmıyor.

Kitlesel barışçı protestolar Fransız makamlarının olumsuz bazı tutumlarını değiştirmesini sağladı. Fransız medyasının genel yaklaşımının da olumlu olduğunu belirtmek lazım. Bundan sonra işin adliye/hukuki cenahını da ciddi bir şekilde izlemek, gerektiği zaman müdahalelerde bulunup kamuoyunu bilgilendirmek 23 Aralık saldırısının gerçek failini ve suç ortaklarını ortaya çıkarmak açısından önemli olacak.  (SON/RD)

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Hocam güzel Anlatmişsin Ama tarih 23 Aralik
yarak kafalı dedi ki…
ABI BASKA NERDE YAZIYORSUN

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle