Ana içeriğe atla

AH BU MEDYA, VAH ŞU GAZETECİLER!

 

TAVUK, YUMURTA AMA ESAS OLAN KÜMES!

10 milyon Euro… İş insanı ile bakan arasında arabuluculuk… Soylu ile Peker’in can ciğer kardeşleri… Başka holdingden maaşa bağlanmak… Soru sorarken iktidarı kollamak… Yayını kesmek… Dünya yıkılırken susmak/yazmamak…Bunların hiç biri esas olarak gazetecilikle ilgili konular değil. Medya eleştirmeni, polis ya da savcı değil ki suç teşkil eden faaliyetlerle ilgilensin.


Ragıp Duran

Haluk Hocanın (Şahin) 2011 yılında yayınladığı kitabın başlığı ‘’Can Çekişen Bir Meslek Üzerine Son Notlar’’ (Say) idi.

O da, akademisyenliğinin yanı sıra televizyonda Uğur Dündar’ın editörlüğünü yaparken işin içindeydi, yani bozulmayı, çürümeyi, çöküşü gün be gün görüyor, yaşıyordu.

Kuşkusuz gazetecilik sadece Türkiye’de can çekişmiyordu. Meslek bütün dünyada kriz geçiriyordu: Medyanın, gazetecilerin güvenirliği, inanırlığı sorgulanıyordu, reytingler ve tirajlar tepetaklak düşüyor, reklam gelirleri fevkalade azalıyordu. Bu bunalımı sadece İnternet’le açıklamak yetersizdi. Batı dünyasında da gazetecilik eski önem ve değerini yitirmeye başlamış olsa da, o ülkelerin demokratik yapısı, kültürel geçmişleri, eğitim konumları gibi çeşitli olumlu etmenler sayesinde habercilik tamamen ölmedi, yozlaşma/çürüme bizdeki boyutlara ulaşmadı. Aksine Guardian, New York Times ya da Mediapart örneklerinde görüldüğü üzere gazetecilik/habercilik en olumsuz koşullarda bile kayda değer başarılara imza atabildi.


Medya eleştirmeninin esas ilgi alanı gazetecilerin bizzat kendileri değil, yaptıkları ve yapmadıkları. Ahmet, Mehmet… Ayşe Fatma… beni insan olarak ilgilendirmiyor. Ama onların hangi siyasi, ideolojik, ekonomik, kültürel yani mesleki koşullarda neyi nasıl yaptıkları önemli. Her yazıyı, her söyleşiyi, her tutumu genel konumu içinde alıp değerlendirmek gerekir. Geçmiş, yan unsurlar, temaslar… tahlilde yer almalı.

 

Gerçi bu aralar medya eleştirmenliği çok zor bir uğraş haline geldi. Çünkü meslek, meslek olmaktan çıkmış, kimsenin kurallara riayet ettiği yok, zaten kimse kuralları bilmiyor, bilse de işine gelmediği için uygulamıyor. Herkesin kendine göre bir gazetecilik tanımı var. Herkes işine geleni savunuyor. Kendisine gazeteciyim diyenlerin çoğu zaten gazetecilik yapmıyor. Medya eleştirmeni, Cumhuriyet Savcısı değil ki, iş insanı ile Bakanın arasını bulmaya çalışan şahsın aldığı rüşveti soruştursun. Üstelik bu aralar mekanda ne savcı var ne medya eleştirmeni. Gerçi iş insanı da yok,  Bakan da yok ki… Yok derken fiziken namevcut demek istemiyorum. Var hepsi var. Ama hiç biri hakiki gazeteci, hakiki savcı, hakiki iş insanı ya da hakiki Bakan değil! Hepsi Salvador Dali’nin develeri gibi. Hiçbir yerleri doğru değil.

Bakan, mafya ağzıyla konuşmaz, şüpheliye kaç demez. Savcı, her ciddi iddiayı soruşturmakla görevli. Düğünden sonra Saray’a çıkılmaz. İş insanı kara para aklamaz.

Çakarlı araçla ve devletin verdiği korumalarla gezen şahıs, gazeteci değildir, olamaz. Olsa olsa devlet görevlisi olur.


Yalnız burada nispeten küçük bir sıkıntı var ki, iki örnekte de somutlaştı: Siz gazeteci kılığıyla iktidar memuru gibi iş tutarsanız,  iktidar sizi kağıt mendil gibi kullanır sonra buruşturup çöpe atar. Sokağa çıkma yasağı günlerinde, nargile içerken, elini kafanın arkasına dolayıp abinle rahat rahat görüntülü telefon konuşması yapamazsın artık… İşyerini polis basar… Kardeşin yurtdışına kaçmak zorunda kalır. Öteki örnekte de, lüks otellerde bedava tatiller biter, önünden çekip alırlar ana haber kamerasıyla mikrofonunu, çakarlı arabayla korumalar da gider.

Bu arada iki açıklama bana çok komik geldi:

·      Nargileci, anonsçuya ‘’Bir açıklama yapman gerekir’’ dedi.

·      Nargileci, Peker’le yaptığı konuşmayı aktarırken ‘’Birden aklıma gazetecilik geldi. Peker’le bir röportaj yapmayı düşündüm’’.

Bunların, işini eskiden beri doğru dürüst yapmaya çalışan meslekdaşlara neden sürekli çamur attığı da böylece anlaşılmış oldu. Kendi yaptıkları işin gazetecilik olmadığı ortaya çıkmasın diye arkadaşlarımızı teröristlikle filan suçluyorlarmış meğerse…

Bunlar az çok bilinen konular. O cenahta her şey yeteri kadar ayyuka çıktı zaten. Memlekette utanma diye bir şey olsaydı bunlar yüzyılın şampiyonu olurdu ama o kategori çıkarıldı iktidarın ve toplumun geniş bir kesiminin lügatinden ve uygulamasından.

 

Eskiden Amiral Gemisi derdi kendisine, şimdi miço sandalı oldu ama tahlisiye kapasitesi bile yok. Tepesinde duran biri var kendini hala Amiral sanıyor. Şaibeli bir holding patronu tarafından maaşa bağlanmış 12 kişiden biri olduğunu öne sürdü bir gazeteci. Bizimkinin yanıtı suç duyurusunda bulunmak oldu. Günümüz Türkiye’sinde tıkır tıkır işleyen, olağanüstü bağımsız, adil ve tarafsız bir yargı var değil mi?

 

Bir de muhalif olarak lanse edilen medya organları ve gazeteciler var. Her ne kadar bazı konularda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı da olsalar, Kürt Meselesi, Ermeni Sorunu, Suriye, Libya, Kafkaslar, dış politika, LGBT+, gibi meselelerde AKP ile aynı görüşteler. Milli ve yerli bir muhalefet yani. Batıda bunlara ‘’Ekselanslarının Muhalefeti’’ derler.

 

Bunların arasında İmam Hatip kökenli, ülkücü geçmişli olanlar bulunabilir. Köken ve geçmiş tayin edici değildir. Bir tek koşulla: Bugün hala İmam Hatip perspektifi ve ülkücü gözlüklerle bakarsanız çevrenize, bazı kesimler de sizi İstihbarat’la, Devlet’le özdeşleştirdiğinde sinirlenmeyeceksiniz.


Resmi kartvizitinde muhalefet yazan partinin belediyeleri basın kartlı arabulucu kardeşleri ciddiye alıp onları davet etmiş, ders ve konferans verdirip para ödemiş. Tencere dibin kara, seninki benden kara…

Sedat Peker’in, video ve tweet’lerinde medya ve gazetecilere yönelik eleştirileri bile, bunların ne kadar sefil ve rezil olduklarını bir kez daha kanıtlıyor.

Medya ortamı, bu çapsız, soysuz insanlar yüzünden mi yozlaşıp çürüdü yoksa sonuç olarak aslında hepsi bir Tek Adam’a bağlı medya mekanizması yüzünden mi bu sahtekar tilkiler ortaya çıktı?  Fahrettin Bey hemen alınmasın, o Tek Adam kendisi değil. No vesvese…

Hiçbir hijyen kuralına uymayan, havasız, daracık, leş gibi bir kümeste yetişen tavuğun eti de yenmez, yumurtası da! Sorun kümesle sınırlı olsa belki çok vahim değil. Ama çiftlik de mezbeleye dönmüş. Ve bütün köy sanki vebadan kırılmış. (SON/RD)

Yorumlar

a dedi ki…
malatya oto kiralama
Otobüs gibi toplu taşıma araçlarında bazen kişiler rahat olmayıp tatil sırasında araç kiralama işlemi gerçekleştirmektedir. Malatya oto kiralama hizmeti üzerine kurulan firmalar ise müşterilere kolaylık sağlamaktadır. Farklı bir şehirden, farklı şehre turizm olarak tatil yapmak isteyen kişiler için ise Malatya rent a car hizmetleri kasko, ehliyet süreniz hakkında sizlere bilgiler akmaktadır.

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle