Ana içeriğe atla

Soykırım, T.C’nin kurucu unsuru ?

 Biden’ın açıklaması geniş kesimlerde deprem etkisi yarattı. Çünkü sorun sadece Washington-Ankara ilişkilerini ilgilendirmiyor. Mesele, Soykırım’ın T.C’nin kuruluşundaki rolü ve konumu.

 


Ragıp Duran

 

Jo Biden’ın 2021 yılının 24 Nisan’ında 1915’i, bir ABD Başkanı olarak ilk kez Soykırım olarak tanıması siyasi açıdan olduğu kadar tarihi açıdan da özellikle yüzleşme bağlamında önemli bir tartışmayı tetiklemişe benzer.

Konu, Türkiye-ABD ya da Biden-Erdoğan ilişkilerinin ötesinde hem Türkiye’nin yakın geçmişi hem de Soykırım hadisesinin niteliği, kapsamı ve bugüne etkileri bağlamında ayrıca Kürt sorunu açısından önemli.

Siyasi ve ekonomik olarak zor durumdaki Erdoğan, Biden’a geç de olsa bir karşılık verebildi: Bayatlamış, ‘’Meseleyi tarihçilere bırakalım'' muhabbeti. Oysa ki tarihçiler çoktan verdi kararı. Batı’da şimdiye kadar tarihçilerin, uzmanların konu hakkında yayınladığı 10 kitaptan en az 8’i Soykırım tezini kanıtlıyor. İşi tarihçilere devreden siyasi yetkili, sanki kendisi tarihçiymiş gibi uzun uzun bir inkar tiradı çekti yine. Çaresizliğin geçersizliği.

Ayrıca Beştepe’deki zevat, Biden’ın Soykırım açıklamasının yeni dönem Ankara-Washington ilişkilerinin sadece bir uvetürü olduğunu herhalde biliyor. Erdoğan, ailesi ve yakınlarının mal varlığından söz eden iddianameler, Halkbank davası ikinci perdenin açılışını yapacak. Sonra da sıra S400’lere gelecek. Suriye’de cihatçılara gönderilen silahlar, Irak daki operasyonlar da cabası.

SOLCU İNKARCILAR

Bu kısa süreçte benim dikkatimi çeken Türkiye’de Sol Parti, Ekrem İmamoğlu ya da Fazıl Say gibi kurum ve şahsiyetlerin neredeyse otomatik olarak iktidarın safına geçmeleri.

Soykırım sözcüğüne, kavramına ve gerçeğine sıkı antipatilerini beyan ettiler hemen. Bu arada anti-emperyalizm taslıyorlar halbuki Beştepe Sarayında kıytırık bir tabureye oturmuş olduklarının farkında bile değiller. Oh my God it’s incredible yani…

Kabul etmek gerekir ki, Türk devleti yaklaşık bir asır boyunca 1915 Soykırımını iyi gizledi, güzel tahrif etti, gündemden uzak tutabildi. Egemen ideoloji olan milliyetçilik ve devletçilik, ki CHP’nin altı okundan ikisidir, popüler bir taban kazanarak ulus-devletin elitleri de, sözümona muhalifleri de ve daha da önemlisi yurttaşların geniş bir kesimi inkarcı tezleri hararetle benimsedi.

Anı kitaplarından öğreniyoruz ki, hariciyede Büyükelçiler bile Soykırım gerçeği ile ilk kez yurtdışında karşılaştı. 100 yıllık ideolojik koşullanma böyle durumlarda şizofrenik yarılmalara, derin hayretlere, büyük şaşkınlıklara yol açıyor. Çok doğru diye bellediğiniz bir bilginin, bir yaklaşımın, bir görüşün,somut olarak çok yanlış olduğunu anladığınızda, doğal olarak hemen kabul etmek istemiyorsunuz.


Cemal Paşa’nın torunu Hasan Cemal’in bu konudaki değişimi/dönüşümü son derece olumlu bir örnektir bence. Ve kitabında (1915: Ermeni Soykırımı, Everest, Istanbul 201) bunu çok içten bir şekilde yazdı.


SADECE ETNİK TEMİZLİK DEĞİL

Yakın geçmişte ingilizcesi de yayınlanan Ümit Kurt’un ‘’Antep 1915- Soykırım ve Failler’’ başlıklı kitabı (İletişim, Istanbul, 2018) da son derece değerli ve önemli. Çünkü Kurt, Soykırımın esas olarak merkezi ve örgütlü bir mekanizma olan devlet tarafından gerçekleştirildiğini ancak böylesine devasa bir kırımın yerelde ‘’halk’’, ‘’sıradan insanlar’’, ‘’mütegallibe’’, ‘’İttihat Terakki’nin yerel klüplerinin mensupları’’nın somut destek ve katkısı olmadan yapılamayacağını açık bir şekilde, örnekleriyle teşhir ediyor. Sıradan insanların nasıl Soykırım failine dönüşebildiğini irdeliyor. Bugün halkın önemli kesiminin Soykırım karşıtı olmasının kökeninde bu gerçek yatıyor olabilir. Holokost çalışmalarından esinlenen Kurt, önümüzdeki dönemde Ermeni Soykırımının sadece siyasi ve merkezi sorumlularının değil, yerel işbirlikçilerinin, destekçilerinin , faillerinin de araştırılmasını, teşhir edilmesini, sorgulanmasını talep ediyor haklı olarak.

Kurt’un çalışmasından yola çıkarak, 1915 Ermeni Soykırımının sadece devasa bir etnik temizlik, çok büyük bir mülkiyet transferi ve tabi ki korkunç bir katliam olmasının yanı sıra, yeni ulus-devletin yani Türkiye Cumhuriyetinin kurucu bir unsuru olduğunu savunmak olası. Yıkılıcılık, kuruculuk için gerekliydi. Çünkü, Soykırım, geniş kitleleri tek millet, yani Ermenisiz bir Türkiye fikriyatı etrafında birleştirmeyi de amaçlıyordu. 1915 soykırımı, yeni devletin ekonomi-politik düzlemde kuruculuğunu da yaptı. Ermeni mallarını gasp eden Soykırım failleri sayesinde iktidar, kendi zenginlerini de yaratmış oldu. Rıza sadece sözle sağlanamıyor. Aynı dönemlerde Pontos, Süryani ve Keldani nufusu eritmeye yönelik askeri ve sivil operasyonların gerçekleştirildiğini de unutmayalım. Müslüman ve Türk olmayan bu kesimler, Tek Millet, Tek Din ilkesinin hayat bulması için ya tamamen ortadan kaldırılmalı ya da önemsiz azınlıklar haline getirilmeliydi. Nitekim de getirildi. 10.11.2008 tarihinde Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, önemli bir gerçeği ifşa/itiraf etmişti:“Bugün eğer Ege'de Rumlar (yaşamaya) devam etseydi ve Türkiye'nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba (Türkiye) aynı milli devlet olabilir miydi?”.

Ayrıca, bir ihtimal aynı dinden olmalarına rağmen farklı bir mezhepten oldukları için Alevi nufusa yönelik Tertele de kurucu mimarinin bir başka köşe taşı.

KURUCUNUN KONUMU


Murat Bardakçı’nın (Talat Paşa'nın Evrak-ı Metrukesi 1915, Everest, Istanbul,2009) -Talat Paşa’nın eşi Hayriye hanım ile yaptığı mülakatta, Atatürk konusunda da önemli bir ipucu bulunuyor: Hayriye hanım Çankaya köşküne çıkıp Gazi’den eşinin cenazesinin Berlin’den memlekete getirilmesini talep ediyor. Mustafa Kemal, ki gençliğinde İttihat Terakki ile ilişkileri var, Talat Paşa ve arkadaşlarına karşı olmadığını hatta Kurtuluş Savaşı öncesinde yani 1915’de Talat Paşa’nın Anadolu’daki bazı engelleri kaldırdığını ima eden açıklamalar yapıyor.

Kemalistlerin, ‘’Paşa o sırada Çanakkale’de idi. Ermeni meselesiyle ilgisi yoktur’’ şeklindeki savunmaları geçersiz.

KURUCUNUN KÜRT ALLERJİSİ

Kürtler, Ankara’nın 1925’den bu yana kendilerine layık gördüğü muameleyi, yaklaşımı siyasi Soykırım olarak niteliyor. Bu sürece aslında sadece siyasi değil aynı zamanda hukuki (Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Aralık 1948'deBirleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve Ocak 1951'de yürürlüğe girmişti. Polonyalı hukukçu Raphael Lemkin'in bu sözleşme metnine önemli önemli katkıları olmuştu)bir kavram olan Soykırım tanımı uygun düşer mi düşmez mi, ayrı bir tartışma konusu. Ama Türk devletinin, Nureddin Paşa’ya atfedilen ''Zo diyenleri tepeledik sıra lo diyenlerde'' şeklindeki cümlesi, geçenlerde Deva Partisinin bir yetkilisinin HDP’ye yönelik olarak ‘’Sizin DE soyunuz kurutulur’’mealindeki açıklaması, devlette sürekliliğin esas olduğunun kanıtı. Keza, egemen ideolojinin terminolojisinde, Kürtler, ‘’Ermeni dölü’’ olarak aşağılanır. Öyle değil mi Meral hanım?

Biden’ın açıklamasına yönelik şiddetli tepkilerin nedeni, Soykırım gerçeğinin yeniden gündeme gelmesi, tartışmayı sürdürmesinin yanı sıra, kurucu unsura yönelik büyük bir tehdit olarak algılandığı içindir. Soykırım sözcüğünü telaffuz etmek bile, kurucunun babasına hakaret olarak algılanıyor iktidar mahfillerinde ve diğer inkarcı bölgelerde. Oysa ki soykırım sadece bir saptama. Kurucu unsurun vahşeti ortaya çıkar, geniş kesimlerce benimsenirse, ya da her halükarda kurucu unsurun değer ve önemi sorgulanmaya başlarsa, zaten Cumhursuz olan Cumhuriyet’in boşa düşme tehlikesi belirir. Ki bu durum en çok siyasi elitleri, onların ideolojik propagandaya dayalı tarih tezlerini çökertir.

ÖNCE AKÇAM BAŞLATTI

Cengiz Aktar, Ahmet İnsel, Baskın Oran ve arkadaşları gibi bir grup cesur aydının 2008 yılında başlattığı Özür Diliyorum kampanyasının (https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96z%C3%BCr_Diliyorum) yanı sıra gerçek solcu ve demokratların yanılmıyorsam 2014’den bu yana her yıl Taksim Meydanında 24 Nisan anması düzenlemeleri, Türklerin kendi geçmişleriyle yüzleşmeleri için olumlu bir başlangıç oldu.

Taner Akçam’ın Soykırım konusunda çok daha önce başlayan bilimsel çalışmaları da takdire şayan bir girişim. Bugün Türk, Kürt, Ermeni ya da Batılı genç akademisyenlerin Soykırım çalışmaları da Türkiye’yi bir asırdan uzun süredir mahkum eden korkunç utançtan kurtarabilecek adımlar.

‘’Türkler asil bir millettir, soykırım filan yapmazlar, tarihimiz ak mı aktır’’ türünden safsatalar giderek geçerliliğini yitiriyor. Buradaki önemli noktalardan biri de Soykırımın sorumluluğunun bir millet üzerine değil bir devlete yükleme zorunluluğu. Kuşkusuz bu devlete Soykırımda destek olan, katkı veren, katliamı gerçekleştiren diğer kişiler de sorumludur.

Konunun uzmanlarından, Soykırım çalışan akademisyenlerden özür dilerim. Tarihçi değilim. Haddimi aşmış olabilirim.

Ben Türkiye Cumhuriyetinin bağımsız bir yurttaşıyım. Gazetecilik yapıyorum. Birinci vazifem yurttaşlık bağı ile mensup olduğum devletin saptayabildiğim olumsuzluklarını teşhir etmek ve kınamaktır. Özgür ve demokratik bir toplumda yaşamak isteyen her yurttaşın bu görevi üstlenmesi gerektiği kanaatindeyim. Muhtaç olduğum kudret, damarlarımdaki RH + kanda değil, edindiğim sentez bilgilerde ve aklımdaki eleştirel yaklaşımda mevcuttur.By bye! (SON/RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle