Ana içeriğe atla

Şarkın Garp Istırapları

İki Dünya Arasında 
·       Edirne-Hakkari hattında iktidar bir çok şeyi istediği gibi tasarlayıp yaratmış gibi yapıyor ama milli ve yerli sınırları bir santim geçince bambaşka bir manzara çıkıveriyor karşımıza. Kaktüse kızmayın, çölde başka ne yetişir ki?
Paris – Beş kişiler. Kırk yıldır birbirlerini tanıyorlar. Mektepten, mahalleden, işyerinden. Halen diplomat (D), gazeteci (G), akademisyen (A), çevirmen(Ç) ve tüccar(T) kimliğine sahipler. Meslekleri gereği yurtdışıyla yoğun ilişkileri var. Akademisyenle diplomat üniversite eğitimini zaten yurtdışında yapmışlar. Gazetecinin eşi Fransız.
Bir tesadüf eseri geçenlerde Boulevard Saint-Michel’de bir kahvede bir araya geldiler.  
T- Sen şarap söyledin ama keşke rakı içebilseydik, şööle Boğaz kıyısında…
G- Oğlum bir hafta oldu buraya geleli, senin de hemen Türklüğün azdı
Ç- Ben ne zaman Paris’e gelsem bizim çocuklar beni hep kebabçıya götürür
D- Ankara’dan resmi heyetler geldiğinde onlar da hemen Türk lokantası sorar ya da kebabçı… Beyaz peyniri ve zeytiniyle gelen de oldu. Bizimkiler dünya mutfağına biraz kapalı…
A-   E biz çok uzun süre kendi içimize kapalı yaşadık. İthal ikamesi, döviz kısıtlaması. Dil bilen de azdır. Bi de bizimkilerde merak eksikliği var. Yabancı bildiği şeylerden uzak durur. Bi keresinde ‘Peynirde domuz var mı?’ diye sordu bir bakan bana.
D- Osman Necmi Gürmen, burada yaşar. Romanlarını da Fransızca yazar. Çok ilginç bir adamdır. Siverekli… O meşhur Bucak aşiretindendir.
A-   Eeee?
D- 1950’lerde galiba, Fransız bir hanımla evlenmiş burada. Sonra eşini memlekete götürmek istemiş. Ankara’ya kadar gelmişler. Ama Urfa’ya gidememişler. O zamanlar yabancıların bölgeye girmesi yasaktı.
G- Benim amcam hukuk profesörü idi. Turan Güneş, Dışişleri Bakanı iken ona Avrupa Konseyinde bir uzmanlık işi ayarlamıştı. İki ayda bir Strasbourg’a gelir toplantılara katılırdı.  ‘Amca ne iş yapıyorsunuz?’ diye sordum. Daha o zamanlardan Avrupa’da kanunların uyumlaştırılmasını hazırlıyorlarmış. Bana demişti ki, ‘Bizim Avrupa düzeyine gelebilmemiz için daha kırk fırın ekmek yememiz gerekir. Ama ondan önce de ekmeğin ne olduğunu öğrenmemiz lazım’.
D- Hatırlar mısınız, 12 Mart’tan sonra kurulan hükümette Atila Karaosmanoğlu vardı. Dünya Bankasından getirdiler adamı. O da, ‘1990 yılında İtalya’nın bugünkü durumuna geleceğiz’ demişti. Tabi 1990’da İtalya’nın ne duruma geleceğini açıklamamıştı!
T- Siz çok karamsarsınız yahu… Yakın zamana kadar aslında Avrupa konusunda çok sorun yoktu. Ama bu IŞİD’di PKK’ydı, Istanbul’da Ankara’da da bombalar patlamaya başlayınca, vallahi bizim işler de kötüleşmeye başladı. Eskiden beri peşin parayla yaptığım siparişler artık red ediliyor. Avans gönderdim onu da iade etti gavur ortağım.
A-   Takip ediyorsunuz herhalde bu aralar buralarda ırkçılık hortluyor. Esmersen,  Arap ya da Türksen, Müslümansan çok fazla şansın yok… Dışlıyorlar.
T-  Yoo o dışladıkları bizim Anadolu’dan gelen cahil köylü takımı.
G- ‘Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan…’ dizesindeki ‘Dörtnala’ ne demek?
T- Nereden çıktı şimdi bu kısraklar?
A-   Biz, yani o zamanki Türk boyları, Orta Asya’dan neden göç etmiş biliyor muyuz?   Okuldaki tarih kitaplarında kuraklık oldu filan diye yazar.
G- Yok canım elektrikler kesilmiş. Belki de Hunların Özel Harekat timleri Türkleri temizlemiş süpürmüştür.
T- Bak ben ortaokulda iken hiç anlamazdım. Atilla Türk,  Timur da Türk. E bunlar neden bizim Selçuklulara ya da Osmanlılara saldırmış diye… Meğerse, sonradan öğrendim, Atilla ile Timur Türk değilmiş!
Ç- O ‘Dörtnala’ ibaresinin tercümesi ‘talan ve yağma ile’dir. Viyana kapılarına kadar dayanmışlar ya…
D- Bak buradaki ırkçılar, ‘Türkler geldikleri yere dönsün’ derler. Yani bizi Orta Asya’ya göndermek niyetindeler.
T- Neden?
D- E çünkü Avrupalılara göre Anadolu esas olarak Yunan medeniyetinin toprağı, biraz sıkıştırırsan ‘Orası aslında Ermenilerle Kürtlerin ana vatanı’ derler.
A-   Halbuki Turgut Özal imzalı bir kitap vardır: ’La Turquie en Europe’ ( Türkiye Avrupa’da). Rahmetli Gündüz Aktan ile Yalım Eralp yazmış derler, Tanşuğ Bleda’nın da katkıları olduğu söylenir. Özal o kitapta neredeyse Sabahattin Eyüboğlu ile Azra Erhat’ın tezlerini savunur. Yani bizim, Türklerin aslında Ege’deki Yunan medeniyetinin devamı olduğunu ima eder.
T- Ben onu bunu bilmem iş dünyasında özellikle de ihracaatda her gün yaşıyorum ben. Globalleşme filan hikaye. Herkes, her devlet, her millet, her tüccar çaktırmadan ya da bas bas bağırarak sadece ve sadece kendi çıkarlarını kolluyor.  
G- Sen iyice Erdoğancı olmuşsun be… Milli ve yerli tüccar kardeşim benim
T- Yok be, Erdoğan’dan bana ne? Ben işime, kazancıma bakarım.
Ç- Şu parktaki çadırlar ne?
D- Fransa’da bu aralar yeni bir iş kanunu çıkıyor. Gençlerin iş bulmasını çok zorlaştırıyor. Gençler de şimdi buna karşı ‘Gece Ayakta’ eylemi başlattılar. Sabaha kadar meydanlarda toplanıp protesto eylemleri yapıyorlar. Bir tür bizim Gezi’nin gece versiyonu…
A-   Ankara ile AB arasında, göçmen krizini çözmek için yapılan anlaşma ne durumda? Meslek sırrı ise söyleme, ama zaten biz iki gün sonra İnternet’te okuruz…
D- Vallahi burada ilk başta pek kimse karşı çıkmamıştı ama son iki haftadır acaip bir muhalefet var. Hem, bu anlaşma göçmen akınını durduramaz diye düşünüyorlar hem de, Erdoğan’a çok yüz verdiniz diyorlar.
G- Avrupa kendi değerlerine ihanet etti, diyenler de var. Le Monde’da okudum.
A-   Ben de Libération’da bir başyazı okudum. Başlığı ‘Dura Lex, Sed Lex’ idi. Ne demek?
Ç- ‘Kanun serttir, ama kanun kanundur’ diye çevirebiliriz.
D- İşte bizi Avrupa’dan temel olarak ayıran Latince bir deyiş. Bizimki ne dedi geçen gün? ‘Suçluysa tutuklu yargılanacak tabi ki’,
A-   Hukuk birinci sınıf öğrencisi dese bunu, çaktırırım o çocuğu
G- Aziz Nesin demişti vakti zamanında. Bu halkın yüzde 60’ı diye…
T- Yüzde 60’ı ne imiş?
G- Bilmiyor musun sen?
T- Yoo bilmiyorum. Aziz Nesin okumam ben!
G- O zaman boşver, bilme daha iyi…
D- Vallahi bizim Hariciye’de, içeride her şeyi çok net görmek mümkün. ‘Türkiye, aslında Batı’ya doğru seyreden bir gemidir ama   mürettebat dahil geminin içindekiler doğu’ya doğru koşar’ deyişi artık gerçek oldu.
A-   Bence bir farkla…
D- Neymiş o fark?
A-   Fark şu ki, artık gemi de yolcular da, besmele çeke çeke doğuya doğru koşuyor. Hem de dörtnala!
   (*) Express/Enternasyonal Şalala/ Mavi Daktilo - Sayı 143, Mayıs 2016



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla