Ana içeriğe atla

'YAYIN YASAĞI GAZETECİYİ BAĞLAMAZ'

 MEDYA GÜNLÜĞÜ söyleşisi
11 Nisan 2016 Pazartesi  |  MG ÖZEL

"Gazetecilik, esas olarak kamu çıkarı, yani toplumun iyiliği, bilgi ve deneyim zenginliği, sağlığı ve güvenliği için icra edilen bir meslek. Bu yaklaşımı benimsemiş olan medya organları ve yöneticileri, siyasi, ideolojik, dini, felsefi kişisel ya da toplumsal önyargılarından arındıkları ölçüde, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi için çaba harcıyor... 
Medya Günlüğü'ndeki "Pazartesi Söyleşileri" için fikirlerine danıştığımız usta gazeteci Ragıp Duran'ın bu tanımı, mesleği anlatmak üzere verdiğimiz mücadelelerin neredeyse tümüne özet niteliğinde. Ona göre, en iyi gazetecilik ise "barış zamanında" yapılıyor. Duran, "şiddet zamanında, taraflardan birinin safına geçerek" yapılan haberler için de "kolay gazetecilik" tanımlaması yapıyor ve ekliyor: 
"Zor olan, şiddet uygulayan iki tarafa eşit uzaklıkta durup, barışı talep eden ve barışın gerekliliğini aktaran haberler yapabilmek"

-Dünyadaki kaotik ortam ve bombalı saldırılar, toplumların korkuya kapılmasına yol açtı. Medya, korku toplumlarına "doğru yayın" yaparak iyileştirici bir rol üstlenebilir mi sizce?
-Korku ile bilgi arasında doğrudan ilişki var. İnsan, esas olarak bilmediği/tanımadığı kişi, grup ve olgulardan korkar. Kuşkusuz her okurun ve her toplumun da, egemen ideoloji ile yaratılan ve güçlendirilen tabuları da var. Türk egemen medyası, son dönemde, gerek Kürt bölgelerinde gerekse Batı'daki büyük kentlerde meydana gelen şiddet olayları konusunda, okurlarını, esas olarak siyasi, ideolojik, ekonomik bağımlılık duvarı nedeniyle doğru dürüst bilgilendiremedi. Medya, gerçeği aktarmak ile kamuoyunda panik, endişe, korku yaratmamak arasındaki dengeyi doğru ayarlayabilirse, yurttaşlar ve toplum olarak, savaş, terörizm, siyasal şiddet olaylarından, hiç olmazsa zihniyet ve psikolojik olarak daha az etkilenebiliriz.
-Bu saldırılardan sonra Türkiye medyası nasıl bir sınav verdi?
-Yüzde 90 oranında siyasi iktidara bağımlı olan Türk medyası, bombalama, intihar saldırıları gibi vahim olaylarda sadece resmi görüşü aktarmakla yetindi. Olay yerindeki muhabir de, kamera karşısındaki sunucu da, olay meydana geldikten sonra en az 1 saat boyunca, "Henüz resmi bir açıklama yapılmadı" cümlesini tekrar etti. Oysaki gazetecinin/habercinin asil görevi, resmi açıklamayı beklemek olamaz, olmamalıdır. Muhabir, gördüğünü, duyduğunu, okuduğunu, tanıkların izlenimlerini aktarmalı, tabi bu arada resmi açıklama gelirse onu da vermeli. 
-Resmi açıklamayı beklemek ya da yayın yasağına göre yayın yapmak haberde neyi yitirmemize neden oluyor?
-Gazeteci, gerçeğin peşinde koşan profesyoneldir, resmi açıklamayı bekleyen ve beklediğini haber yapan amatör değil! Resmi açıklamayı beklemenin ve sadece onunla yetinmenin sakıncaları var. Birincisi, haber tek yanlı bir şekilde izlenmiş ve aktarılmış oluyor. İkincisi ise, resmi makamlar her zaman her yerde gerçeği söylemeyebilir. Son örnek Ankara'daki bombacının kimliği, ölü ve yaralıların kimliğinden önce açıklanmıştı. Üstelik de nüfusa kayıtlı olduğu ilçe ve doğum tarihi gibi ayrıntılarla. Oysaki, Suriye Kürdistan'ından dolayısıyla da YPG'li olduğu iddia edilen bombacının adı açıklandıktan kısa bir süre TAK bambaşka bir kimlik açıkladı ve resmi bilginin doğru olmadığı ortaya çıktı.
-Yayın yasakları, "olay yeri görüntülerinin yayımlanması" gerekçesiyle konuyor genellikle. 
-Her türlü olayda böyle kanlı, paramparça edilmiş, delik deşik edilmiş ceset resimleri etik kural gereği yayınlanmaz zaten. Mahkemenin ya da RTÜK'ün zaten etik olarak yayınlanmaması gereken görüntüleri yasaklaması, bir aczin ifadesi olduğu gibi, Türk egemen medyasında meslek kurallarının uygulanmadığının da göstergesi. Bir diğer sorun ise, "olay yeri görüntüleri". Genel görüntü bilgi içerir, zararın boyutları hakkında, hatta olası ölü ve yaralı konusunda da izleyiciye muğlak da olsa bir bilgi verir. Dolayısıyla yasaklanması manidardır. Resmi sayı başlarda, "aman panik yaratılmasın endişesi" ile düşük gösterilir. Halbuki gerçek durum, gerçek ölü sayısı ne ise onu vermek lazım. Bir medya organının en önemli sermayesi, inandırıcılığı ve güvenirliğidir.

-Yayın yasakları için "Medyanın gücü kısıtlanıyor, bu da bir sansürdür" diyebilir miyiz?
-Evet, bizdeki "yayın yasağı" kamu güvenliğini, kamu sağlığını kısaca kamu çıkarını sağlamak için konmuyor, gerçekleri geniş kitleye aktarmayı engelleme işlevi görüyor. Yani, sizin de telaffuz ettiğiniz üzere bu yasak aslında sansür. Alelacele mahkemeden bir yasak kararı çıkartılıyor. Hepsinde de aynı gerekçe var. Bu işlem sistematik hale geldi. Oysaki, yayın yasağının haklı bir gerekçesi olması gerekir; yani gazetecilerin de, okurların da haklı ve doğru buldukları bir gerekçe lazım. Üstelik yayın yasağının süre ve tema olarak sınırlı/kısıtlı olması gerekir. Onlarca insan ölüyor, adeta "Böyle bir olay yokmuş gibi davranın" dercesine yayın yasağı konuyor.
-Yayın yasağının meslek etiği dahilinde uygulandığı örnekler var mı? 
-Benim hatırladığım iyi bir örnek var; tam yılını hatırlamıyorum, 1984-87 arasında olması lazım. Londra'da BBC'de çalışıyordum. İranlı muhalif silahlı gruplardan biri olan Halkın Mücahitleri, Londra'daki İran Büyükelçiliğini basıp içerideki diplomatları rehin almıştı. Büyükelçilik binası, İngiliz güvenlik kuvvetlerinin kuşatması altındaydı. Ve biz, televizyonlardan olayı naklen izliyorduk. Scotland Yard'ın operasyon uzmanları, tüm medyadan sadece iki saatliğine, naklen yayın yapmamasını talep etti. Medya da bunu kabul etti. Çünkü o iki saat içinde operasyon yapılacaktı. İçerideki silahlı militanlar da büyükelçilik binası içindeyken, bir ihtimal, televizyonları izliyorlardır. Dolayısıyla operasyon hakkında bilgi edinmeleri, daha fazla sayıda insanın ölmesine neden olabilecekti. Yani bu örnekte, yayın yasağının haklı bir gerekçesi vardı.

-Yayın yasakları karşısında habercilerin tutumu ne olmalı peki?

-Gazeteci, devlet memuru ya da hükümet görevlisi değildir. Bu nedenle yayın yasağı,  gazeteciyi birinci derecede bağlamaz. Gazeteci, olayla, gerçekle ilgilenir. Yayın yasağı gelirse gazeteci, yasağın gerekçesine bakar, süre ve tema olarak sınırlı olup olmadığını denetler. Yasak, kamu çıkarı değil de sansür amacı ile getirilmişse, gazetecinin buna uymama hakkı vardır. Nitekim bizde de son olaylarda Cumhuriyet, Birgün, Evrensel, Özgür Gündem gibi gazeteler ve çok sayıda internet haber sitesi, konan bazı yasaklara uymadıkları gibi, yasağı yasal ve meşru bulmadıklarını, yasağa uymayacaklarını da açıkladılar."Kamu yararı" varsa ve yayınlanacak haber doğruysa mutlaka yayınlamak gerekir. Yayınlanmaması, bir gerçeğin gizlenmesi anlamına gelir. Bu durumda, okuru değil iktidarı kolluyorsunuz demektir. 
-Halihazırda var olan dünyadaki bu şiddet ortamında haberciliğin üsteleneceği rol neye göre şekillenmeli sizce?

-Gazetecilik, sözle, yazıyla, ses ve görüntüyle yapılan bir barış mesleği. Şiddet ise sözün bittiği yerde başlıyor. Bu nedenle savaş, terörizm ve her türlü şiddet olayında, gazetecilerin işi zorlaşıyor. Yasaklar artıyor, baskılar çoğalıyor, hassasiyetler yoğunlaşıyor. Hatta bazen kullandığımız bir sözcüğün anlamı, bir görüntünün etkisi bile değişebiliyor. Ayrıca gazetecilik, sadece siyasi ve felsefi olarak değil esas olarak barış talep eden bir meslek. En iyi gazetecilik, barış zamanında yapılır. Savaşta, tanklar, toplar, bombardıman uçaklarının gümbürtüsü bizim kalemlerin, kamera ve mikrofonların sesini fena bir şekilde bastırır hatta tamamen bile susturabilir. 
-Türkiye medyası, barışın tarafında olmak ile iktidarın yanında olmak seçeneklerinden hangisini seçti?
-Kolay gazetecilik, şiddet zamanında, taraflardan birinin safına geçerek yapılıyor. Zor olan, şiddet uygulayan iki tarafa eşit uzaklıkta durup, barışı talep eden ve barışın gerekliliğini aktaran haber, söyleşi ve röportajlar yapabilmek... Bizde son dönemlerdeki terör olayları ile Kürt bölgelerinde yaşananlarının izlenip aktarılması konusunda egemen medya çok olumsuz bir sınav verdi. Gazetecinin herhangi bir iktidar odağına, hatta sadece bir odağa bağımlı olması onu rezil eder, sonunu getirir. 
-Batı'nın Türkiye medyasına yönelik eleştirileri, durumumuzu açıklıyor öyleyse... 
-Bakın mesela bu son Erdoğan-Obama görüşmesi meselesi: İktidar medyası, son anda yalvar yakar koparılan görüşme hakkında, randevu kesinleşene kadar ağzını açamadı. Görüşme resmen ilan edildi. Yandaş medya Erdoğan'ın dünya lideri filan olduğunu yazdı. Ne var ki görüşmede ve bilahare Obama, Erdoğan hakkında olumsuz cümleler sarf edince, Obama'nın "Paralel" olduğu bile öne sürüldü. Keşke bu görüşme hiç gerçekleşmeseydi de hükümet yanlısı medya, hiç olmazsa, bir o tarafa bir bu tarafa savrulmasaydı
11 Nisan 2016

http://www.medyagunlugu.com/Haber-2036-yayin-yasagi-gazeteciyi-baglamaz.html

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla