Ana içeriğe atla

İktidar korkuyor, çaresiz, saldırgan ama şimdiden mağlup...


·    1 Kasım seçimlerinden hemen önce, siyasi iktidarın Kanaltürk ve Bugün televizyonlarına Tomalarla, coplarla, gaz sıkarak yani polis şiddeti marifetiyle el koyması, Beştepe ve AKP’nin büyük zaafını teşhir ediyor. Sansürle baskıyla seçim kazanılmaz ama muhalefet ve karşı dayanışma genişletilir ve güçlendirilir.

29 Ekim 2015 Perşembe 
İSTANBUL 

1 Kasım seçimlerinden hemen önce, siyasi iktidarın Kanaltürk ve Bugün televizyonlarına Tomalarla, coplarla, gaz sıkarak yani polis şiddeti marifetiyle el koyması, Beştepe ve AKP’nin büyük zaafını teşhir ediyor. Sansürle baskıyla seçim kazanılmaz ama muhalefet ve karşı dayanışma genişletilir ve güçlendirilir.
Seçimlere 4 gün kala, siyasi iktidarın, İpek/Koza grubunun Kanaltürk ve Bugün TV kanallarına önce kayyum ataması, ardından da polis şiddeti marifetiyle gazetecileri gözaltına alıp yayını kesmesi, Bugün ve Millet gazetelerinin yayınlanmasının engellenmesi en az beş farklı boyutta değerlendirilebilir:
KORKU 
Tamamen hukuksuz, mevcut tüm usûl ve adetlere aykırı bir şekilde, kanun ve meşruiyet alanlarında hiçbir kaygı duymadan gerçekleştirilen bu operasyon, iktidarın korku ve panik içinde olduğunu gösteriyor. Evde köşeye sıkışmış bir kedi ya da ormanda yaralı bir hayvanın davranışlarını sergiliyor iktidar. Yenileceğini, iktidarı kaybedeceğini artık net bir şekilde gören/anlayan iktidar, bu vahim sonu engellemek, hiç olmazsa geciktirmek için akıl dışı yöntemlere başvuruyor. Aklına gelen  her yöntem de şiddet içeriyor.
ÇARESİZLİK
Aslında 28 Ekim Operasyonunu Fuat Avni çok önceden yazmıştı. Siyasi iktidar, bir yandan IŞİD aracılığıyla Kürt muhalefetini kırmaya uğraşırken, esas olarak var gücüyle FETÖ (Fetullah Gülen Terör Örgütü), Paralelciler adı altında eski ortağına saldırıyor. Söz konusu iki TV kanalının yayın politikasındaki muhalefet içeriği ve dozu öyle pek de güçlü olmasa, ayrıca bu iki kanal öyle çok da popüler ve etkili olamasa bile, Beştepe ve AKP, bunlarla siyasi-ideolojik ve medyatik alanda mücadele edemeyecek kadar zayıf, falsolu. O zaman...kapat gitsin! Halbuki, bir medya kuruluşuna karşı mücadele esas olarak ve öncelikle siyasi-ideolojik ve medyatik alanda verilir, verilmeli. Devlet, siyasi iktidar bir medya kuruluşunu bu yöntemle kapatırsa, o zaman o medya kuruluşundan çekindiğini ve onunla aynı silahlarla başedemediğini itiraf etmiş olur. Büyük bir zaaf...
Medya ile de aslında ancak toplum mücadele eder. Bir gazeteyi devlet ya da hükümet değil, yayın politikasını benimsemeyen okurları, onu satın almayarak kapatır. Medyaya yönelik eleştiriler de savcıdan, polisten, hakimden, bakandan değil okurdan, gazeteci meslekdaşlarından, iletişim akademisyenlerinden geldiği zaman bir anlam, bir değer taşır. Rakip medyayı demokratik, meşru, yasal yollarla altedemeyen iktidar, şiddet yöntemini tercih ederek çaresizliğini, zaafını teşhir etti.
BOOMERANG ETKİSİ
Orman Kanunu aracılığıyla uygulanan  sansür genelde ters teper. Çünkü henüz içeriğin ayrıntısına girmeden, bu iki kanalın susturulma yöntemi bile başlı başına bir itiraz gerekçesi yarattı. Üstelik, internet çağında, bu iki TV kanalının yayınlarını da görüşlerini de herhangi bir yöntemle tamamen ortadan kaldıramazsınız. Sansür, ancak bir süre için ve ancak belirli bir kitle için etkili olabilir. İlelebet ve herkese sansür uygulanması artık mümkün değil. Bugün ve Kanaltürk’ün susturulması, şimdiye kadar bu kanalların adını bile ağzına almamış medya organlarında manşet oldu. Yasaklanan her şey artı bir ilgi doğurduğu için yasaklamadan hemen sonra eskiye oranla çok daha fazla sayıda yurttaş Bugün ve  Kanaltürk’le ilgilendi.
HAKİKİ GERÇEK/MEDYATİK GERÇEK 
7 Haziran seçimlerinden önce AKP sokakları caddeleri dev afiş ve pankartlarla donattı. Erdoğan da Cumhurbaşkanlığı imtiyazlarını kullanarak miting üzerine miting yaptı, Davutoğlu ve AKP de 7 Haziran öncesi çok çalıştı, çabaladı, milyonlarca lira yatırım yaptılar, onların havuz medyası da tüm bu ajitasyon-propaganda faaliyetlerini bire bin katarak, ballandırarak yazıp, çizdiler, televizyonlar AKP’nin reklam ajansı gibi çalıştı. Sonuç olarak AKP, tüm bu medyatik desteğe rağmen 10 puan geriledi ve tek başına hükümet kurma imtiyazını kaybetti. Demem o ki, medya, medyatik güç ve destek ya da medyada yarattığınız/ürettiğiniz gerçek herhalde önemlidir ama tayin edici değildir. Çünkü en nihayetinde, afişler, posterler, gazete kupürleri ya da TV programları gitmiyor sandık başına. Tahrif edilmiş kamuoyu araştırma sonuçları (Dikkat ettiniz mi bu sefer onları bile yayınlayamadılar) da oy kullanamıyor. Sandık başına giden seçmen, oy kullanan yurttaş hakiki gerçeği, bütün o gazeteler/televizyonlar, afiş ve posterlerle internet siteleri, medyatik gerçeği temsil ediyor. İkisinin arasındaki mesafe çok güzel bir şekilde açıldı 1 Kasım öncesinde.
AKP sanıyor ki, medyatik gerçeği lehime çevirirsem (Ki çevirmek için gücü, parası, becerisi var) hakiki gerçekte de güç kazanırım. Aslında Kanaltürk ve Bugün Tv‘lerine saldırmanın altında da bu yanlış mantık yatıyor. İktidar bu operasyon ile oylarını artırmayı, muhalefeti sindirmeyi planlıyordu, güç kazanmayı öngörmüştü. Oysa ki şimdiden gördük ki, bu saldırı içeride ve dışarıda büyük tepki yarattı, muhalefeti birleştirdi ve güçlendirdi. Bugün ve Kanaltürk de olmasa, hadi onu da şimdiden yazalım, Hürriyet, Sözcü ve Cumhuriyet olmasa da, yani susturulsa da, AKP yine de tek başına hükümet olamayacak, HDP de %10 barajını yine aşacak! Bu açıdan bakıldığında, medyaya yönelik saldırılar nafile saldırılar, ayrıca da muhalefet cephesini genişleten ve güçlendiren saldırılar. Kim planlamışsa, Siyasal Bilgiler Fakültesi hazırlık sınıfına giriş sınavlarından bile geçemez...
MESLEKİ DAYANIŞMA 
İki televizyon kanalına yönelik ilkel saldırı, şimdiye kadar ne yazık ki pek tanık olamadığımız bir mesleki dayanışma haresi yarattı. Belki de bu operasyonun tek olumlu sonucu bu olsa gerek. Siyasi alanda CHP, MHP ve HDP’yi de içeren destek-dayanışma faaliyeti, Nazlı Ilıcak’tan Hasan Cemal’e, Can Dündar’dan bizim Sendika ve Cemiyetimize kadar çok geniş bir kesimi bir araya getirdi. Geçmişte özellikle Kürt medyasına ve sosyalist yayınlara yönelik benzeri resmi, yarı-resmi saldırılar karşısında kılını kıpırdatmamış olanlar, bugün baskıyla karşılaştıklarında yanıbaşlarında Kürtleri ve solcuları gördüler. Bu arada Ilıcak’ın ‘Biz de solcular gibi direnmeyi öğreniyoruz’ mealindeki açıklaması hoş bir rüzgar estirdi.
Etkisiz ve küçük de olsa kimi kesimlerde, ‘Bunlar Fetocu, bunlar AKP’nin eski ortakları, oh olsun, bu baskı onlara müstehak’ gibi anlayışlar zuhur ediyor. Bu yaklaşımlar iktidar ortaklığının ifadesi olarak okunur. Destek-dayanışma, karıştırmamak gerekir, Bugün ve Kanaltürk’ün yayın politikasına ya da ideolojik tutumuna hatta onun siyasi  geçmişine yönelik değil. Destek-dayanışma, iktidarın saldırısına, baskıya ve sansüre karşı bir tutum. Şimdi bugün kalkıp sözkonusu iki kanalın olumsuzluklarını sergileme, eleştirme günü değil. Onu bilahare yaparız. Bugün mağdurla dayanışma günü, bugün iktidarın baskısına karşı çıkma günü.  
TARİHTE KİM KAZANIYOR?
İttihat Terakki döneminde muhalif gaetecileri kurşunlayıp öldürdünüz, Sabiha-Zekerya Sertel’lerin Tan gazetesini milliyetçi-faşist güruh marifetiyle bastınız yakıp yıktınız, darbe dönemlerinde  gazeteleri mahkeme kararlarıyla yasakladınız, çoğu Kürt gazeteciyi faili meşhurlarda öldürdünüz, Özgür Gündem gazetesini bombaladınız...yetmedi bugün iki TV kanalına kayyum mayyum deyip el koydunuz.
Baskılar, saldırılar devam ediyor. Gazetecilik/habercilik, düşünce, ifade, basın özgürlüğü mücadelesi de sürüyor.

* http://anfturkce.net/guncel/iktidar-korkuyor-caresiz-saldirgan-ama-simdiden-maglup-ragip-duran(Giriş spotu tarafımızdan eklendi-RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla