Ankara Katliamı ve Türk Egemen Medyası
· Ajitasyon, propaganda, haber
tahrifatı, haber gizleme, manipülasyon...Bütün bunlar gerçeği tahrif ederek
kendileri için, iktidarları için kullanışlı ve uygun hale getirme çabaları.
Gazetelerde, televizyonlarda Sanal Gerçeği istediğiniz gibi
biçimlendirebilirsiniz de Hakiki Gerçek önünde sonunda gelir sizin
yalanlarınızı berhava eder.
Çatışma alanlarında
ve savaş dönemlerinde gazetecilik, barış dönemlerine oranla bir dizi özellik
taşır. Savaş, politikanın silahlarla devamı olduğuna göre, bu en kitlesel ve en
yoğun şiddet ortamı da doğal olarak sözün bittiği yerde başlar. Gazetecilik bir
söz ve yazı, ayrıca bir zamandır bir
görsellik mesleği olduğu için, çatışma alanlarında ve savaş dönemlerinde, yani
etrafı kesif bir şiddet bulutunun
kapladığı zamanlarda, sözün, yazının ve görüntünün olağanüstü bir şekilde
tahrif edildiğini, değiştirildiğini gözlemliyoruz. Bu zamanlarda, aslında gazetecilik
de, gazeteciler de savaşın bir yan unsuru haline getirilmeye çalışılıyor.
Savaşan tarafların her biri, psikolojik üstünlük sağlamak için, yani olası bir
askerî zafere zemin hazırlamak için, gönülleri, vicdanları bu arada fikirleri
de medya yoluyla kendi yanına çekmeye çalışıyor, çalışır.
PSİKOLOJİK SAVAŞ
Noam
Chomsky’nin saptamalarına göre (Rıza Üretmek), bir zamanlar Güneş Batmayan
İmparatorluk kurabilecek kadar güçlü ve yaygın bir şekilde hakimiyet sağlamış
olan Büyük Britanya, özellikle 1. Dünya Savaşında müthiş bir psikolojik savaş
başarısı gösterdi. Geniş ve uzun bir sömürgecilik tecrübesine sahip olan
İngiltere, aynı zamanda gazetecilik konusunda da zengin bir deneyime sahip.
Mesela, yayıncılık konusunda dünyada bir çok gazeteci-radyocu-televizyoncu
açısından ‘Haberciliğin Kabe’si’, ‘Dünyanın En İyi Yayıncısı’ gibi fiyakalı
isimlerle anılan BBC, aslında hali hazırda İngilizce’nin yanısıra 35’i aşkın
dilde yaptığı yayınlar ve o ülkedeki ‘habercilik’ faaliyetleri ile, bütün
dünyaya İngiliz egemen ideolojisini, bakış açısını ve çıkarlarını
yaygınlaştıran bir medya organı... İngiltere, ajitasyon-propaganda konusunda o
kadar başarılı olmuştur ki, uzmanlar, tarihçiler, bir süre için de olsa
başarıya ulaşmış bir başka önemli psikolojik harp uzmanı olan Nazi
Almanya’sının, aslında sedece İngiliz yöntemlerini kendi koşullarına ve
Almanca’ya uyarladığını belirtir.
SSCB’de
Lenin döneminde mesela şair Mayakovski’nin bizzat şiir, afiş ve tiyatroları ile
somuşlaştırmaya çalıştığı aitasyon ve propaganda çalışmaları, yalandan çok
abartıya dayanan, olağanüstü bir sübjektivizm içeren faaliyetlerdi. Stalin
dönemindeki bürokratik komünizm döneminde ise, mesela eski fotograf
klişelerinde yer alan gözden düşmüş ya da ‘hain’ damgası yemiş önemli
siyasetçilerin resimlerinin olduğu gibi silinmesi, gerçeği tahrif etmenin ilkel
örneklerini oluşturdu. Bugün hala benzeri uygulamaların Kuzey Kore’de
yapıldığına dair bilgiler, haberler yayınlanıyor.
TARİH DOKTORASI YAPARSA ARSLAN...
‘Arslanlar
okuma yazma öğrenene kadar, avcılık tarihini
avcılar yazacaktır’ deyişinden de anlaşıldığı üzere, egemenler, okul,
eğitim, mahkeme, hapisane ve tabi ki basın-yayın gibi devletin ideolojik
aygıtlarını kullanarak yurttaşların çeşitli eksiklik ve zaaflarından
yararlanarak geçmişi, kendi çıkarlarına
uygun bir şekilde kaleme alıp, yaygınlaştırır. Mustafa Kemal değil de, Çerkes
Ethem ya da Mustafa Suphi galip gelseydi, Kurtuluş Savaşı da Kemalizm de
bugünkünden çok farklı bir şekilde ders kitaplarına ve toplumun belleğine
girecekti.
Egemenlerin
bu üstünlüğü sadece tarih yazımında değil, aktüalitenin yani medya gündeminin
oluşturulmasında da devreye girer. Yakın dönemden örnekler verecek olursak, AKP
ve Erdoğan zihniyeti iktidarda kaldığı sürece, 2013 yazındaki Gezi Direnişi de,
17-25 Aralık rüşvet-yolsuzluk skandalı da, egemen medyada, egemenlerin kendi
yazdıkları tarihte ‘Darbe Girişimi’ olarak
nitelenecek.
Daha genel
bir örnek verelim: 1923’den bu yana Türk egemen ideolojisi, 1925 Şeyh Said
hadisesinden PKK’nin 1984’de başlayan silahlı ayaklanmasına kadar tüm Kürt
mücadele tarihini, ‘Bölücü Terörizm’ olarak algılar ve o şekilde yaygınlaştırıp
empoze eder.
Egemenlerin tarih yazımındaki bu
tahrifatçılığı, bu gerçek karşıtlığı Türkiye’ye has bir tutum olmasa gerek.
Çünkü mesela Howard Zinn’in eserlerini, özellikle de ‘Öteki Amerika’ kitabını
okuduğumuzda, ABD egemenlerinin de sadece kendi sınıf çıkarlarına yani kendi
siyasi ve ideolojik dogmaları doğrultusunda kendi ülke tarihlerini yazdıklarını
görüyoruz. Batı toplumları ile Türkiye arasında, bu konudaki önemli bir fark
göze çarpıyor. Batı toplumunun egemenleri, yani sömürgeciler, kapitalistler,
neo-liberaller, yönettikleri toplumlarda yaşayan yurttaşların bilgi-kültür
düzeylerini de mecburen hesaba katarak ajitasyon ve propagandalarını, gerçeği
eğip bükerken, daha ince, daha ‘sofistike’ bir şekilde yapıyorlar. Çünkü o
toplumların ulaştıkları bilgi-kültür düzeyi olsun, siyasi olgunluk seviyesi
olsun bizdekinden daha ileride. Galiba zaten bu nedenle de Erdoğan, Saddam,
Esad gibi liderler ancak demokrasisi, bilgi-kültür-eğitim düzeyi çok yüksek
olmayan ülkelerde hayat bulabiliyor.
KATLİAMDA MAĞDUR, MEDYADA SANIK!
10.10.2015
tarihinde Ankara’da Barış Mitingine karşı gerçekleştirilen katliam, yüzden
fazla yurttaşın ölümüne neden olduğu için Türkiye yakın tarihinin en büyük
katliamı olarak şimdiden kanlı bir şekilde kayıtlara geçti. Bu katliamla ilgili
olarak, olayın üzerinden henüz sadece 5 gün geçmişken bile (Bu yazı 15.10 günü
kaleme alındı), egemenlerle mağdurların söyleminin 180 derece zıt olduğu ortaya
çıktı. Aynı olay konusunda, olayın vahameti ve dolayısıyla siyasi yansıma ve
sonuçlarının da etkisi olsa gerek,
birbiriyle bu kadar çelişen, bu kadar zıt
bilgi, yorum ve kanaatler galiba ilk kez Türk medyasında
yer aldı. Yüzde 80 kadarı doğrudan ya da dolaylı olarak iktidara bağımlı olan
yerleşik medyanın, Ankara katliamı konusunda yayınladığı haberler, bu
haberlerin veriliş şekli, köşe yazılarındaki yorumlar ile televizyon
kanallarındaki tartışma programlarında iktidar yanlılarının öne sürdüğü tezler,
bu kesimin gerçekle olan neredeyse tüm bağlantılarının kesildiğini gösteriyor.
Bu durum aslında çok da yeni değil. Çünkü Gezi dönemindeki penguen
belgeselinden ve ‘Alo Fatih’
tapelerinden beri, büyük ölçüde güç,
dolayısıyla meşruiyet yitirmeye başlayan iktidar, hiç olmazsa kendi
medyasındaki egemenliğini sürdürebilmek
için akıl, izan ve somut gerçeği çiğneyerek yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Kuşkusuz
burada, sonuç olarak tarihi-siyasi-ideolojik yapıların bir ürünü olan toplumun
özelliklerine de değinmek gerekir. ‘Eğitim düzeyi arttıkça AKP’nin oyları
azalıyor’ saptamasını bugün artık AKP kurmayları da telaffuz ediyor. Ermeni ve
Kürt meselesiyle bunca yıldır hâlâ yüzleşememiş olan ve bu iki sözcüğü hâlâ
hakaret anlamında kullanan bir toplumda yaşadığımızı da unutmayalım. Zaten
böyle olmasa o Havuz Medyasının hakikatle hiç bir ilgisi olmayan haber ve
yorumlarına kim inanır? Milliyetçiliğin ve militarizmin yüzlerce yıllık geçmişi
olan bir ülke burası...Bu iki ideoloji, savaşın en temel unsurları ve nedenleri
olmasının yanısıra yurttaşların sağlıklı düşünmesini, toplumun da ortak ve ciddi, vicdanlı bir
belleğinin oluşmasını engelliyor.
UÇURUM VE ÇELİŞKİLER
Ankara
katliamı, devlet ile toplum arasındaki uçurumu bir kez daha gözler önüne
sermesi açısından ilginç bir örnek. Ayrıca devletin kendi içindeki
çelişkilerinin su yüzüne çıkması açısından da önemli.
‘Saray
Gladiosu’ olarak adlandırılan ve aslında ‘Savaş Karargahı’ olan taraf ile Barış
yanlıları arasındaki bu mücadele, bir bakıma günümüzün sınıf mücadelesi olarak
da yorumlanabilir.
Uçurumun
derinliğini gösteren örnek, katliamdan sadece 2 gün sonra Konya’daki
Türkiye-İzlanda maçında yaşandı. Ankara katliamında öldürülenlerin anısına
saygı duruşu yapılırken, stadyumun önemli bir kesimi dini sloganlarla
saygısızlığını gösterdi, maç boyunca da esas olarak asker ocağında erlere zorla
bağıra çağıra söylettirilen sloganlar atıldı. Sosyal medyada ise faşizmin, katliamperverliğin
en çirkin, en tiksindirici cümleleri dolaşırken, leitmotif hep Kürt düşmanlığı
oldu.
Devletin
kendi içindeki çelişkilerin ortaya çıkması bir çok açıdan olumlu. Zaten bu
çelişkilerin daha fazla derinleşmemesi ve yaygınlaşmaması için de Çarşamba günü, bir mahkeme, Ankara
katliamı konusunda etraflı bir yayın yasağı getirdi.
Çelişkilerin
en önemlilerini yandaş medyanın yayınlarından izlemek mümkün. Havuz Medyası,
iktidar sözcülerinin de bazı açıklamalarından yararlanarak, Ankara katliamını
PKK dolayısıyla HDP’nin üzerine yıkmaya çalıştı. Bunu yaparken de hiç bir somut
delil ya da emare bile gösteremedi. Göstermeye ihtiyaç da duymadı. Çünkü PKK
zaten terörist bir örgüttü. Ankara katliamı da bir terör eylemi olduğuna göre
bunu yapsa yapsa PKK yapmıştır, dediler. Biraz daha ince davranmaya çalışanlar,
‘Esad emretti, PKK gerçekleştirdi’ mealinden başlıklar kullandı. Bu tür
‘haber’lerde de Şam yönetimini itham edecek somut hiç bir bilgi, kanıt yoktu.
IŞİD konusu ise Havuz Medyasını büyük ölçüde ofsayta düşürdü. Çünkü onlar
doğrudan IŞİD’i itham etmek istemiyor, çünkü IŞİD, PKK’ye karşı kullanılacak
önemli bir güç. Bu nedenle de en fazla ileri giden, katliamın faturasını ‘IŞİD-PKK ortaklığına’ çıkardı ki, bundan
doğal olarak IŞİD de PKK de hiç memnun değil. Çünkü, siyasetleri, eylem
tarzları, kitleleri tamamen zıt olan bu iki örgütün, Havuz Medyasındaki
beyefendileri doğrulamak için bile olsa, bir araya gelmeleri kesinlikle
sözkonusu değil.
İçişleri
Bakanının da, ilk günden kalkıp, ‘Güvenlik ve İstihbarat zaafı olmadığını’
açıklaması da çok ilginç. Zaaf yoksa, bu
kadar insan Ankara’nın göbeğinde neden öldürüldü? Peki zaaf olsaydı ne olacaktı
acaba? Üstelik zaaf yok ise Ankara’da Emniyet Müdürünün yanısıra Güvenlik ve
İstihbarat Şube müdürlerini neden görevden alıyorsunuz?
Sorumluluğu
orta çaplı bürokratlara yükleyip Vali ile İçişleri Bakanı hatta Başbakan da
böylelikle sıyırmış oluyorlar değil mi?
Çarşamba
günü polis tarafından açıklanan bilgilere göre, Ankara katliamını
gerçekleştiren iki canlı bomba, Emniyet’in ve MİT’in izlenmesi gereken canlı
bombalar listesinde bulunuyor. Bu
gerçekten iktidar açısından çok can sıkıcı bir nokta. Havuz Medyasının hiç bir mürettebatı da bu
soruna çözüm bulamaz. Yok efendim,
Ankara Emniyet Müdürü zaten 3 hafta önce görevden alınacakmış, çünkü Paralelmiş...
Fehmi Koru,
Çarşamba günü Habertürk’de yazdı: Diplomatik bir dil kullandı ama Diyarbakır,
Suruç ve Ankara katliamlarının, pek IŞİD
işi olmadığını ima etti. Evet canlı bombalar IŞİDli olabilir. Ama IŞİD’in de
Ankara katliamını 5 gündür üstlenmemiş olması garip değil mi?
Havuz Medyası,
Ankara katliamını, Erdoğan’ın söylediği üzere ‘Devletimize milletimize karşı
yapılmış bir saldırıdır’ diye niteledi.
Diyarbakır
bir, Suruç iki, Ankara üç...Bizim devletimiz, bizim milletimiz, galiba biz
haberdar değiliz ama, esas olarak ve münhasıran
Demirtaş’ı destekleyen seçmenler, Kobani’yi savunan sosyalistler ve
barış isteyen göstericilerden oluşuyor. Bu
üç katliamda da, kimse istemez tabi ama, hiç bir güvenlik mensubunun burnunun
bile kanamamış olması tesadüf olsa gerek, değil mi?
Kobani, 7 Haziran seçimlerine kadar AKP’ye oy veren
Kürt yurttaşlar için dönüm noktası olmuştu. Cizre’de de zaten bu sefer 9 günlük
sokağa çıkma yasağından sonra AKP İlçe teşilatı kepenk kapatıp tabelayı
hurdacıya satmış ve topyekün HDP’ye katılmış.
YALANLA DOLANLA NEREYE KADAR?
Havuz
Medyasından Gülay Göktürk katliamdan iki
gün önce AKP medyasının içine düştüğü rezil durumu kaleme almıştı. Ankara
katliamından 3 gün sonra hemen tornistan yapıp AKP’yi ve Erdoğan’ı suçlayanlara
Türkiye gazetesinin bir yazarının yardımıyla
veryansın ediyor. Ya o ilk yazıyı yazamayacaktın ya da son yazıyı. Çünkü
ikinci yazı birinci yazını tekzip etti. Havuz Medyası, 17-25 Aralık
sayesinde ortaya çıkan hırsız, Gezi ve Berkin Elvan olaylarında da katil olduğu
anlaşılan kesimi canla başla savunmaya devam ediyor. Bu kesimden zorla
televizyon yıldızı yapılmaya çalışılan
bir hanım konuşmacı, Gezi’den bir süre sonra yayınlanan bir yazısında
mealen ‘Erdoğan’ı darbe ile devirecekler, bizi de Yassıada’ya gönderecekler’
diyerek korkusunu ifşa etmişti. Normalde bir gazeteci, kendi kaderini
siyasilerin kaderi ile birleştirmez. Onlar darbe ile bile gitseler, ki
kesinlikle istemeyiz, sizin, gazeteci olarak darbeye karşı haber ve
yorumlarınızı yazmaya devam etmeniz gerekir.
Ankara
katliamı ve sonrasında ortaya çıkan gerçekler, Havuz Medyasının bazı
mensuplarını artık iktidarı savunamaz hale getirdi. Onlar dürüstçe hatalarını
kabul edip Havuz Medyasından çıksınlar, meslekten de istifa etsinler. Ya da,
Rakka’da 6 aylık bir iş varmış. Gazetecileri de kabul ediyorlarmış. Oraya
gitsinler...
(*) Yeni Özgür Politika 17 Ekim 2015
Yorumlar