BU MUSİBET YARIN BİR SAADET GETİRİR Mİ?
* Charlie Hebdo
10 sıkı çizer ve yazarını kaybetti ama bu hafta 4 milyon satıp en az 6 dilde yayına giren dergi, tayin edici bir
çok konuda hepimizin kafasını açan
tartışmalar yarattı. Tabunuz var mı? Ne kadar? Sizin basın özgürlüğünüz iyi mi?
Kalaşnikof neyi öldürür, neyi canlandırır? Türkiye’nin tarihi, coğrafyası,
fiziği, kimyası, yurttaşlık bilgisi ve takvimi Fransa’nınkinden ne kadar
farklı?
Charlie Hebdo’nun başına
gelenler korkunç. Ama 7 Ocak’tan sonra cereyan eden hadiselerin kaçınılmaz
olarak bazı olumlu yanları da var. Ayrıca Charlie meselesi, basın özgürlüğü,
dinci bağnazlık, tabu ve dogmalar, laiklik, ‘Bizim Fransa’dan ne farkımız var?’
türünden sorulara yanıt önermesi bakımından ve dersler çıkarılması gereken bir
mesele. İşin tabi bir de ‘Bundan sonra ne olacak?’, yani ‘Fransa’daki
Müslümanlar’ ya da ‘Türkiye’deki Fransızlar’ın durumu ne olacak?’ soruları da
var. Bir dizi tartışma yamuk yumuk da olsa başladı.
Charlie Hebdo konusunda,
benim en az 1973’den bu yana izlediğim bir dergi olması hasebiyle, ayrıca
toprağı bol olsun, cennetlik fıkraları bin olsun, Wolinski’yi, Lemancılar
sayesinde tanıdığım ve çevirmenliğini üstlendiğim için, son bir hafta içinde
yerli yabancı medyaya yazı ve görüş şeklinde sürekli ve yoğun olarak katkıda
bulunmaya çalışıp, işin yüzbir çehresi üzerine kalem oynatıp kelam etmişliğim
var (*).
TTT:TÜRK TİPİ TEPKİ
Türkiye’deki tepkiler,
gelecek açısından pek içaçıcı görünmüyor. Hatırlayalım: Erdoğan ve Davutoğlu,
Paris’deki katliama en geç tepki veren liderler oldu, ayrıca da tepkilerinde
basın özgürlüğünü es geçip islamofobi üzerinde israr ederek dikkat çekti. Yeni
Şafak gazetesi Paris’deki dev yürüyüşü ‘İslamofobi’ye Doping’ başlığı ile
verdi. Bülent Arınç’ın ‘Çaylak Siyasetçi’ olarak andığı Yalçın Akdoğan da
‘Peygamber Efendimize hakaretler kabul edilemez’ buyurdu. Diyanet İşleri
Başkanı, ‘sadece’ 12 kişinin öldürülmesi nedeniyle bu kadar büyük tören, gösteri
ve tepkilerin gerçekleşmesini ‘ibretle’ izlediğini beyan etti. Akit’in bir
yazarı ‘Charlie’ye cevabı Cezayirli kardeşlerimiz verdi’ diyerek teröristleri savundu.
Aczimendilere benzeyen bir grup ‘Şehit Kuaşi kardeşler için giyabi cenaze
namazı kıldı’.Charlie Hebdo’nun Türkçe versiyonunu yayınlayan Cumhuriyet
gazetesi önüne gelen protestocular da ölüm ve fiziki şiddet tehditleri
savurdular. Bir hakim, ‘Dini değerler basın özgürlüğünden daha önemlidir(!)’
gerekçesi ile Charlie’nin kapağına yasak getirdi. THY yönetimi de, Cumhuriyet
gazetesini yolculara artık dağıtmayacağını açıkladı.
Türkiye’de devlet yönetimi ve
hükümet ile tabu sahibi kesimler, ‘Peygamberimiz’ ya da ‘Peygamber Efendimiz’
olarak tanımladıkları Hazreti Muhammed’e yönelik bir saldırı olduğu görüşünde.
Bu nedenle de bu saldırıya karşı siyasi, hukuki ve sokakî bütün tedbirleri
almaya teşne gözüküyor.
Oysa ki…
Bir kere laik bir devlette
‘PeygamberiMİZ’ ya da ‘Peygamber EfendiMİZ’ olmaz. Çünkü bu memlekette yaşayan
herkes Müslüman değil, dolayısıyla da Muhammed herkesin Peygamberi değil.
Ayrıca bu devlet, Anayasa’sına göre laik bir devlettir, dolayısıyla laik bir
Devletin ve o devletin yönetici ya da sözcülerinin Peygamberi olamaz.
Baştakiler bu tür demeçler
verir bu tür tepkiler gösterirse, ‘dini duyguları güçlü’ sıradan vatandaş neler
yapmaz ki? Unutmayalım, Kubilay Hadisesinin , Maraş, Çorum, Sivas
katliamlarının yaşandığı bir memleket
burası. Üstelik, Türk resmi söyleminin ‘saldırı, hakaret, küfür’ dediğine,
Fransız uygulaması ‘eleştiri, alay’ diyor. Eliaçık gibi dindarlar, Hazreti
Muhammed’e yönelik alay durumunda Kur’an’ın 42 değişik noktada neler önerdiğini
aktardı. Kur’anda bile ‘Muhammed’le alay edeni asın kesin ‘diye bir ibare yok,
aksine ‘Konu değişene kadar o mekandan uzaklaşın’ çağrısı var(mış). Şu da var:
Yüzyıllardır dünya nufusunun önemli bir kesiminin gönlünde ve inancında taht
kurmuş olan Hazreti Muhammed’in, El Kaide, IŞİD ya da Türkiye’deki ayakkabı
kutusu ve çelik kasa uzmanı mürit ve savunuculara ihtiyacı olmasa gerek…
Charlie misalinde Türkiye’de
meydana gelen hadiselere topyekûn baktığımızda, ortada biraz bir Orta Çağ
kokusu var.
EN FRANÇAİS DANS LE TEXTE(**)
Bir de Fransa’ya bakalım:
Charlie ile Hollande arasındaki ilişkileri betimleyecek en iyi söz herhalde
siyasi aşk eksikliğidir. Ama Hollande, ilk andan itibaren devletin tüm
güçlerini seferber ederek Charlie Hebdo’yu Fransa’nın önemli bir simgesi olarak
algıladığını belirterek sorumlu bir devlet adamı olarak hareket etti.
Katillerle İslamiyetin özdeşleştirilemeyeceğini ısrarla vurguladı. Dieudonné
adlı ırkçı bir stand-up komedyeni, milyonların ‘Je Suis Charlie’ sloganına
karşı ‘Je Suis Charlie Coulibaly’ (Teröristlerden birinin soyadı) dediği için
şiddeti övme zanlısı olarak derhal gözaltına alındı ve hakkında soruşturma
açıldı. Fransa’daki Müslüman örgütlerin ezici çoğunluğu, islamofobi sözcüğünü
kullanmadan Charlie katliamını kınadı, yöneticileri Pazar günkü yürüyüşe
katıldı, ‘Peygamberimiz’, ‘Peygamber Efendimiz’ muhabbetine hiç girmediler. Air France, yolcular için, eskiden pek satın
almadığı Charlie Hebdo dergisinden 20 bin adet sipariş etti. Charlie’nin Türkçe çevirisini basan ve
yayınlayan Cumhuriyet gazetesi ile T24 sitesi Fransız basınında büyük övgülere
mazhar oldu.
ÇORUM LEBLEBİSİ EVRENSEL
MİDİR?
Basın özgürlüğü, Çorum
leblebisi gibi son derece özgün ve yerel bir ürün ya da tanım değil. Magna
Carta’dan Türkiye’nin de imzalayıp onayladığı BM ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmelerinde tanımlanmış, bilahare Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
içtihatları ile ayrıntılandırılıp zenginleştirilmiş bir kavram ve uygulama.
Türkiye’ye has bir olgu ya da kavram değil. Basın özgürlüğünün ‘bize has’,
‘tarihimize, kültürümüze, dinimize, imanımıza uygun’ bir versiyonu da yok,
olamaz da. Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü sonuç olarak evet evrensel bir
kavram, her yerde her zaman aynı kriterler, aynı yaklaşımlarla hayata
geçirilmeli.
Bu özgürlük, sanıldığı gibi
sadece ve esas olarak gazetecilerin işlerini doğru dürüst yapabilmeleri için
var olan ya da kazanılmış bir hak değil. Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü
aslında tüm toplum, tüm yurttaşlar için elzem bir hak. Bu hak sayesinde
yurttaş, diğer hak, sorumluluk ve ödevlerini öğrenecek, bilecek, hak
ihlallerine karşı nerede, nasıl, ne zaman karşı çıkacağını kavrayabilecek.
Basın özgürlüğünün bir başka
önemli özelliği de, bu hakkın yine, sadece ve esas olarak, medyanın,
gazetecinin, akademisyenin ve yurttaşın zaten hemfikir olduğu görüşlerin
yayınlanma özgürlüğü olmadığı. Onlar zaten yayınlanıyor. Mühim olan, Merhaba
Mösyö Voltaire, hemfikir olmadığınız hatta kesinlikle karşı olduğunuz
görüşlerin yayınlanma özgürlüğü… O olgunluğa da Türkçe ve diğer dillerde
demokrasi adı veriliyor!
Charlie meselesi,
İslamiyet’in kendi içinde sorgulamasını, yüzleşmesini gerçekleştirebilmesi için
de önemli bir fırsat. Batı’da çok sayıda Müslüman aydın bildirilerle, akademik
çalışmalarla bu işe çoktan başlamış durumdalar. Şimdi siz kendinizi Müslüman
diye biliyorsunuz, ama bir başkası, ki o da kendini Müslüman, hatta en Müslüman
ilan ediyor, silah kuşanıp güpegündüz Paris’in göbeğinde gazete binası basıp
insanları tarıyor. Bu arada ‘Allahü Ekber’ diye bağırıyor. Çıkışta da ‘Hazreti
Muhammed’in intikamını aldık’ diyor. Muhammed’in Charlie Hebdo ile kapanmamış
bir hesabı mı vardı?
Türkiye’deki dini fanatizm
ilk aşamada çoğumuzun gözünü korkutsa da, Mevlana’nın Yunus Emre’nin
memleketinde, geç de olsa, siyasi engeller sebep olsa da, bu aktif dogmatizm,
gençliğin (Merhaba Gezi!), teknolojinin, dış etmenlerin katkısıyla kalıcı ve
uzun vadeli bir tehlike olmasa gerek.
Eskiden, çok eskiden, ‘Dünya
dönüyor!’ diyenleri öldürüyorlardı. Bu iki sözcük, bugün sıradan bir gözlem
haline geldi. Darısı…
(*) Cumhuriyet’e bir demeç,
IMC TV’de iki, Nuçe TV’de bir değerlendirme, Evrensel’e bir, Libération’a 4 haber,
haber-yorum, Yurt Gazetesine, Leman Charlie Hebdo özel sayısına bir yazı
verdim. Gelecek ay Güncel Hukuk ve
#tarih dergisine birer yazı…
(**) Metnin orijinalinde
Fransızca
18 Ocak 2015 tarihli Birgün gazetesinin pazar ekinden:
Yorumlar