Ana içeriğe atla

ERDOĞAN MEDYADA MUHALEFET OLUR MU?


Fatih Altaylı’nın Uzun Tatil Hadisesi


* Habertürk yazarı Fatih Altaylı da Erdoğan’ın hışmına uğradı. Altaylı, 3. havalimanı konusundaki bazı çekincelerini yazınca Erdoğan acil operasyon talep etti. Ve talep derhal yerine getirildi. Altaylı neden işinden oldu?


Fatih Altaylı uzun bir tatile çıkmış… Çıkmak zorunda kalmış…
Sebebi ne olursa olsun, bir gazetecinin, bir yazarın iktidar tarafından işinden edilmesi olumsuz bir gelişmedir, sansürdür, düşünce, ifade, basın özgürlüğüne vurulmuş bir darbedir. Mağdurun kim olduğu tayin edici değildir. Karşı çıkılması gereken iktidarın tutumu, baskısıdır. Erdoğan bu konuda zaten ‘Acil operasyon yapılması gerektiğini’ daha önce açıklamış olduğu için, Altaylı’nın tatile çıkmasından kimin sorumlu olduğu açık.

Bir gazeteci ancak yüz kızartıcı bir suç işlediğinde, etik kuralları sistematik olarak çiğnediğinde, yasallığı, meşruluğu çok tartışılır eylemlerde bulunduğunda, suçu mahkemece kesin olarak saptandığında işinden edilmeli… Yoksa iktidarın politikalarını, icraatlarını eleştiren hatta bunları övmeyen her gazeteciyi işinden atarsanız, basında gazeteci kalmaz.
Kaldı mı ki?

Fransa’da, İngiltere’de, Hollanda’da, bizzat yerinde gördüğüm için sadece bu üç ülkenin adını veriyorum, ama daha birçok başka demokratik ülkede, bir gazeteci, bizdeki kadar kolay bir şekilde işinden de atılmaz, işe de alınmaz, zorunlu tatile de çıkarılmaz. Çünkü bu ülkelerde, neyse ki hâlâ sendika var ve sendikanın onayı olmadan bir gazeteciyi ne işten atabilir patronlar, ne de işe alabilir. Oralarda zaten 3.havalimanına hafif eleştirel ya da kuşkulu baktı diye hiçbir gazeteciyi cezalandırmazlar.

Bu meselede bir gariplik daha var: Altaylı, nihayet bir gazetede köşe yazarı. O gazetenin tirajı ve program yaptığı TV kanalı kadar reytingi olan bir şahıs. Karşısındaki ise Cumhurbaşkanı. Neredeyse bütün gazeteler, bütün TV kanalları yayınlıyor her söylediğini. Yani burada  haksız rekabet var. Ama tabi bir Cumhurbaşkanı bir gazeteci ile bu tür bir ilişkiye, (Polemik diyemiyorum) giremez, girmemeli. Çünkü Cumhurbaşkanı, bizdeki gibi ‘astığım astık kestiğim kestik’ olursa, ‘ani ve acil operasyon’ tehdidini de çakarsa, mesele, eşit koşullarda cereyan etmesi gereken, kamuya ilişkin bir tartışma olmaktan çıkar, orman kanununa tabi bir tenakuz haline gelir. Gazetecinin asli görevi iktidarı eleştirmektir. Bizdeki gibi yaltaklanmak, yalakalık yapmak değil!

Altaylı’nın uzun tatile çıkmasının sorumlusu belli ve suçlu. Burası açık. Erdoğan isim vermese de Altaylı’yı ‘hazımsızlıkla’ itham ediyor. Peki Erdoğan’ın ‘ani, acil operasyonlu’ çıkışı, hazımsızlık değilse ‘çok iyi sindirilmiş bir eleştiri’ midir?

Şimdi biraz da mağdurun konumunu irdeleyelim.

Altaylı son yazısında sinik bir ifade ile uzun tatilde nereleri gezmeyi tasarladığını anlatıp, biraz egemenlere biraz da okurlara gıcık atıyor, değil mi? Gerek var mıydı?  Sonra da bu uzun tatilin aslında bir tür işten uzaklaştırma olduğunu açıkça ima ediyor. Habertürk yönetimi bir hoşluk yapmış ve bu tatil yazısını yayınlamış. Türkiye’nin bugünkü koşullarında, yani Erdoğan medyası kriterlerine göre, sansür edilecek bir yazı. Erdoğan’ın pek hoşuna gitmemiştir bu veda mektubu.

Altaylı’nın meslek sicili, bugün maruz kaldığı muameleye müstahak olmasa da, öyle çok parlak bir sicil değil. Asil Nadir dönemine, hatta Hürriyet’ten Sabah’a geçiş dönemine kadar gitmeyeceğim. Apo röportajı kasetlerini MİT’e teslim etmesi ile Eren Keskin’e hakaretlerini de geçtim. Güçsüzlere arslan kesilen Altaylı, güçlüler karşısında süt dökmüş kedi karakterini benimsedi hep. Habertürk’ün yöneticisi iken ‘Alo Fatih’ skandalının aslında bir numaralı olumsuz kahramanıdır kendisi. ‘Bizden daha yandaş gazete var mı?’ cümlesinin yayın hakları, münhasıran olmasa da ilk olarak adına kaydedilmiştir.

Yine de tüm olumsuzluklar, ‘Oh olsun, işte sonunda adamı kapı önüne koyarlar’ demek için yeterli ve gerekli şartlar değil. Altaylı’yı, görüşlerini, kişiliğini benimsemeseniz bile, iktidar emriyle işinden olmasını olumlu karşılayamayız. İlke olarak iktidarın baskısına karşı çıkmalıyız. Altaylı’nın işinden olmasına sevinmek, bizi Erdoğan’ın safına iter. Zaten sosyal medyadaki ilk tepkilere baktığımızda, AKPliler, iktidar yanlıları Altaylı’nın tatile çıkmasından pek memnun görünüyor.

Altaylı’nın uzun tatil hadisesi, mevcut egemen medyada muhalefetin imkansızlığını göstermesi açısından ilginç. Altaylı aslında başına gelecekleri bilseydi bu yazıları yazmazdı. O, kendisini akıllı ve iyi niyetli yandaş sanıp, Erdoğan’ın da kendisini öyle algıladığı yanılgısına düşmüş durumda. Oysa ki Altaylı akıllı ve iyi yandaş değil, Erdoğan’ın da zaten ne akıllı ne de iyi niyetli yandaşa ihtiyacı var. Çünkü yandaşın akıllısı ve iyi niyetlisi olmaz. Erdoğan bunu biliyor, Altaylı bilmiyor.

Mevcut egemen medyada öylesine kesif ve keskin bir kutuplaşma var ki, öyle ‘3. havalimanı çok iyi bir fikir ama arazisi bataklık’ gibi cümleler yazmaya müsait değil. Ya ‘3. havalimanı şahane fikir, engelleyen, en küçük kuşku yaratan vatan hainidir, baksanıza Almanlar bile telaşa kapıldı’ diyeceksiniz, ya da tüm somut bilgi ve bulguları sıraladıktan sonra ‘3. havalimanı doğa katili, yeni bir rant kapısı, gereksiz lüks bir yatırım’ diyeceksiniz. Bu yazdığınızı yayınlayacak medyanın da nerede olduğunu bileceksiniz.

Muhalefet, kedinin tüylerini okşayarak yapılmaz. Öyle her seferinde radikal olmaya da gerek yok. Ama ‘Beyefendi Hazretleri, sizin de belirttiğiniz üzere…’ diye cümleye başlarsan, bunun arkasından muhalefet gelmez. Majestelerinin muhalefeti bile daha açık, net hatta serttir.

Altaylı’nın bilmediği, anlamadığı bir nokta daha var: 3. havalimanı konusunda Birgün, Evrensel ya da Cumhuriyet’te  ve başka mecralarda da çok daha net, sert yazılar çıktı. Muhalefet esas oralardaydı. Ama o yazıların yazarları tatile filan gönderilmedi. Çünkü Erdoğan’ın gücü, bu mecralardaki bağımsızlığa, özgürlüğe sekte vuracak, eleştirileri engelleyecek kadar büyük değil. Egemen medya ise, medya mülkiyeti açısından olsun, ideolojik egemenlik açısından olsun, genel yayın politikaları bağlamında olsun, Erdoğan medyasıdır. Bu nedenle de orada öyle ‘İnşaat iyi gitmiyor, arazı bataklık’ gibi tali de olsa, minimum derecede de olsa, olumsuzluklara yer yoktur. Egemen medyada çalışanlara, bilhassa yönetici ve köşe yazarlarına kayıt dışı ve/veya yasal yoldan yüz binlerce lira maaş neden veriliyor sanıyorsunuz? O yazıların hiç biri hatta toplasanız hepsi beş para etmez. Bu maaşlar o yazarların yazmadıkları yazılar için de veriliyor aslında. Yoksa Çalışlar, Mahçupyan, Bayramoğlu ve diğerleri, 17-25 Aralık yolsuzluğundaki milyonlarca dolardan bihaber mi? İşte o paraların bir kısmı bu yönetici ve yazarların maaşlarına gittiği için tepede bir suçbirliği örgütü kurulmuş durumda. Çalanlar ve bunu bilip de yazmayanlar ve yazmayıp da nemalananlar grubu… O şebekenin hangi üyesi acaba Altaylı’nın tatile çıkması konusunda eli yüzü düzgün, ikna edici, sağlam bir yazı yazabilecek? Yaz bakalım sıkıysa!
Havuz medyasında yüzmek kolaydır da… Bir denize açıl bakalım!

Sonuç olarak hem egemen medyada yönetici ya da yazar olacaksın, bol sıfırlı maaşın olacak, hem de kalkıp boyundan büyük işlere girişip 3.havalimanı konusunda şüphe uyandıran yazılar yazacaksın. Yemezler… Sana verilen o maaşlar, sana verilen o makam, o köşe, o ekran iktidarı eleştiresin diye verilmedi. Haddini bileceksin, iktidar mahallesinde muhalefet yapmayacaksın, alıcısı yoktur… Yaptırımı büyük olur. Şimdiye kadar o egemen medyada kaldın, namus, vicdan, etik, akıl, izan, insaf demedin, bin haksızlığa göz yumdun, yüz cinayete kulağını kapadın… Sonunda seni de oradan gönderdiler.

Baskı ve sansür çarkı dehşet saçar. Ayrıca bazen boomerang etkisi de yapar. Selvi, Alçı, Kekeç ve saz arkadaşları da bir gün gelir…

Fatih Altaylı, geçmiş olsun…

(*) BirGün -Pazar eki, 16 Kasım 2014


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla