Ana içeriğe atla

AMAN DİLİNİZE MUKAYYET OLUN!

Yağdaş Medyada Davutoğlu Güzellemeleri

·      Tabi kimse, ‘beceriksiz, kendini beğenmiş, mezhep savaşçısı’ diye gerçekleri yazamayacağı için, yeni Başbakan hakkında egemen medyada, henüz hiçbir icraatı olmadan, olağanüstü methiyeler yayınlanıyor. Eleştiri yok, dengeli ve çok yönlü yaklaşım yok, neredeyse ilahi bir empati içinde kendinden geçmiş kalem sahipleri… Ama bunun sonrası da var!


1983-87. Londra. Bir grup arkadaş ITV’de yayınlanan haftalık siyasi eğlence programı ‘Who Dares Wins’i (Cüret Eden Kazanır) izliyoruz. Yayın birden bire kesildi. Bir haber sunucusu ekrana geldi ve son derece ağır ve vahim bir ifade ile bir son dakika haberi okudu: ‘’Sayın seyirciler, biraz önce  St. Ann’s hastanesinden aldığımız habere göre Prens Charles başarılı bir ameliyat geçirdi. Başhekim Richard Johnston’un verdiği bilgiye göre, 2 saat 45 dakika süren operasyon sonucunda, Sir Alaistair’in dili Prens Charles’ın makatından çıkarıldı. Prens iki gün sonra taburcu edilecek. Açıklamada, Sir Alaistair’in, konuşma yeteneğini yitirdiği ancak genel sağlık durumunun iyi olduğu belirtildi.’’

Sir Alastair Burnet, aynı kanalda 22.00 haberlerini sunan ünlü bir gazeteciydi. Geçmişte İngiliz basınında ‘Royal Watcher’ denilen Saray muhabirliği de yapmıştı. (Sir, 2012 yazında aramızdan ayrıldı.)

Türkiye gibi resmi ve ciddi bir ülkeden gelen bizler, bu yayın karşısında önce bir afalladık. Bir gazeteci Prens’in kıçını yalarken, dili anüse kaçmış da, ameliyatla alınmış da… Koskoca gazeteciyi de koskoca Prens’i de yerin dibine batıran bir yaklaşım. Ayıp yani değil mi? ‘Yarın ortalık karışır’, ‘Yapımcının işine son verirler’, ‘Sir Alaistair ITV aleyhine dava açar’, ‘Prens acaba kimi mahkemeye verir’ türünden tahmin ve mülahazalar yürüttüğümüzü hatırlıyorum. Ertesi gün hiçbir şey olmadı…

Gazeteciler iktidarla aralarına mesafe koyamaz ise, Kralla, Başkanla iyi geçinmek, onların gözünde makbul insan olmak ya da kendini aklınca hep zirvede tutmak için yalakalık yaparsa, işte böyle dilini kaybeder! Bu yayın, birilerinin kulağına küpe olsun mu?

Benim en az 40 yıllık dostum Fransız satirik siyaset gazetesi Canard Enchainé de (Zincirli Ördek) her hafta iktidar yağcılarını özel olarak ‘Cilacılar’ köşesinde teşhir eder. Ortalama 400 bin satışı olan, bir santim ilan almadan neredeyse yüzyıldır yayınlanan bu gazete Çarşamba sabahı bayiye çıkar ve Salı gecesi geç saatlerde Elysée (Cumhurbaşkanlığı) ve Matignon (Başbakanlık) Saraylarında endişe ve korku ile taranır. Kanalizasyon çukuruna düş, Canard’ın ağzına düşme… Rezil eder Başkanları, siyasetçileri, iş adamlarını, yağcıları, yalakaları... Bu aralar burada çok ihtiyaç var böyle bir gazeteye. Üstelik hiç de konu ve kahraman sıkıntısı çekmez, her hafta 20-30 sayfalık ek bile vermek zorunda kalır…

Şimdi Davutoğlu AKP Başkanı ve dolayısıyla Başbakan oldu ya, yağdaş medyada aman efendim ne övgüler, ne yalakalıklar, sormayın gitsin… Hani Davutoğlu’nun kim olduğunu, ne yaptığını bilmesek, bu yazılarda göklere çıkarılan adamın bir başka Ahmet Davutoğlu olduğunu sanacağız.

Bu yazılardan yeni bir bilgi de edindik: Davutoğlu’nun akademik kariyer yaptığı  Malezya, dünyada Ivy League, Eaton ve Ecole Polytechnique’den daha önemli bir üniversite diyarı imiş!

Habercilikte, muhabirin/gazetecinin ne yazdığı ne kadar önemli ise, neyi yaz(a)madığı da bir o kadar önemlidir.  Haberlerde, çizilen portrelerde, söyleşilerde, köşe yazılarında ayar tamamen kaçmış. Star, Yeni Şafak, Milliyet, Habertürk gibi gazetelerde, iktidar yanlısı internet sitelerinde, yalakalık vergiye tabi olmadığı için olsa gerek, eline kalemi alan uçmuş. Eleştirel yaklaşım tatile çıkmış, denge, karşı tarafın görüşü namevcut. Nasıl da kalemin ucunu kaçırıvermişler görseniz gülersiniz. Ama bu yazılar sabit, bir yıla kalmaz, arşivden çıkarılıp yazanları pişman eder. Akif Beki mesela tersten yapmış bu hatayı…

Gerçi biz ‘Osmanlı Evladıyız’(Davutoğlu için bestelenen şarkının sözlerinden) Hünkar’a methiye düzme geleneği var bizde. E şimdiki Has Odabaşı da kendisine Neo-Osmanlı denmesinden hoşnut ya… Oysa ki bihaber, çünkü olsa olsa çakma Osmanlı.

Bu zat, yakın bir geçmişte Osmanoğullarının hayatta kalan mensuplarını Londra Büyükelçiliğinde toplayıp onlara bir yemek vermişti. Yemeğin sonunda da ‘Sizleri Konya’ya da davet etmek isterim. Şeb-i Arus törenleri döneminde…’ demişti. Osmanoğullarının beti benzi atmış bu daveti duyunca. Büyük tarih alimi Davutoğlu, Osmanoğulları sülalesinin, yani padişah efradının, Şehzadeler hariç,  Istanbul’dan hatta Saray’dan dışarı çıkmadığını, çıkarsa da ya sürgüne ya da ölüme gönderildiğini unutmuş herhalde. ‘Yok Sayın Bakanım, biz Nice’de çok memnunuz, sağolun…’ deyip geçiştirmişler bu tehlikeyi.

CHP’li emekli Büyükelçi Loğolu,  yeni Başbakan için ‘Sicili sıfırdır’ dedi. Diplomat terbiyesi içinde ancak bu kadar ağır konuşulur.
Davutoğlu’nu henüz hiçbir şey yapmadan, bu kadar övmenin, övme ihtiyacının sebebi ne olsa gerek?
Komşularla ‘Sıfır Sorun’ diye yola çıkıp, ‘Sıfır Komşu’ durağına varan, Türkiye’yi Ortadoğu’da mezhep savaşına sokup yüzlerce insanın ölümüne neden olan, Wikileaks belgelerine göre Washington yönetimince ‘Deli ve tehlikeli’ olarak nitelenen, oğluna yoksul bursu verilen bir kişiyi bol bol övmek gerekir ki bu olumsuzluklar örtülsün, gizlensin. Yakında dillerini kaybetme riskiyle karşı karşıya olanlar, kendilerinden geçercesine,
‘’Abdülhamid Han'ın beklenen ruhu
Reisin emanetisin Davutoğlu
Aydınlığa uzanan o kutlu eller için
Mazlumların yanında kıyamda olmak için
Yetimlere dokunan Resullah'ın ahdı için
Ümmet için.../ Millet için... / Allah için..’’
diyerek Davutoğlu’nu şirin göstermeye çalışıyor. Korkunç ve berbat!

 Davutoğlu hakkında yazılanların sentezini çıkarmaya çalıştım:  Çoğu Gürkan Zengin’in ‘Hoca’ kitabından seçilip alınmış sadece olumlu olay ve görüşler. Doğum yeri Konya-Taşkent’ten akraba izlenimleri. En sık işlenen temalar ‘Annesini 4 yaşında kaybetti’, ‘Babaannesi ona her gün dua ederdi’, ‘Hem İstanbul Erkek Lisesi hem de Boğaziçi mezunu’, ‘Parlak bir bilim adam’, ‘Kitapları çok satıyor’, ‘Türkiye’nin Kissinger’i’

Bu son tanımlama ilginç. Düşünelim biraz, Henry Kissinger’e neden ‘ABD’nin Davutoğlu’su’ denmez de, bizimkine Vietnam savaşının mimarının yerli versiyonu denir?

Birsi yazdı mı bilmem. Kulis haberidir. Washington’da Dışişleri Bakanı Bayan Clinton, Davutoğlu kendisini telefonla aradığı zaman, sekreterine ‘Yok deyin yok, şu anda toplantıda filan deyin’ diyormuş. O kadar sevilen ve sayılan bir diplomat yani…

Davutoğlu’nun ne kadar zengin bir bilgi birikimine sahip olduğunu göstermek için neredeyse her biyografisinde Stalin'in "Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm" kitabını okuduğu sırada orta üçteydi’’ cümlesi var.  Biri de ‘Diğer öğrenciler gibi o da hemen Kafka’yı, Goethe’yi okumaya başlamıştı. Berthold Brecht’in eserlerini tanımıştı’’diyor. İyi güzel de Davudoğlu’nun söylem ya da eylemlerinde bugün bu yazarların hiçbir izine rastlayamıyoruz ki… Böyleleri için Fransızca bir deyiş vardır: Vous avez une bonne lecture mais vous lisez mal! (İyi kitaplar okuyorsunuz ama okumanız kötü!)
Davutoğlu’nun simyacı yeteneklerini sergilemiş imzasız bir yağdanlık:
’Eflatun'dan Hegel'e kadar düşünce tarihini incelemek, Osmanlı-Türk ve İslam kültürünü içselleştirmesi sonucunu doğurdu.’’ Müthiş bir şey yani…Patates püresinden portakallı ördek yapmak gibi bir maharet!.

Bir de mazlumların koruyucusu edebiyatı var ki, gerçekleri altüst etmenin bu kadarı olur. Okur sanacak ki, Davutoğlu, Türkiye’deki Kürtlerin, Kesep’deki Ermenilerin, Şengal’deki Şiilerin hamisi… Halbuki kendisi İŞİD’e terörist bile diyemiyor!

Davutoğlu yazılarında önplana çıkan o uhrevi, dini söylem de pek sevimsiz. Boğaziçi Üniversitesinden söz ederken mesela ‘O orada öğrenciyken mescit açılmıştı’ bilgisi ne kadar anlamlı değil mi? Davutoğlu sanki Başbakanlık değil Şeyhülislamlık  makamına getirilmiş.

Davutoğlu’nu övmede sınır yok. Bence iyi oluyor. Özgüvenle haddini aşmak’ı aynı şey sanan bu şahsiyet, bu yazılarla, bu gaz ve yağlarla, zaten patlamaya az kalmış egosuyla, Türkiye’nin iç işlerinde de dış politikada gösterdiği başarıyı gösterirse, Erdoğan ve AKP hanedanlığı beklenenden de daha kısa süre içinde sona erer.
Ben ondan sonra görürüm dilini ameliyat masasında başka yerde yitirmişlerin suratını… (varsa tabi!).

(*) Evrensel, 31 Ağustos 2014, Pazar eki

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla