· Eskiden orta karar da olsa solcu ve
muhaliftiler. Şimdilerde kendilerine liberal diyorlar ama aslında onlar liberal
filan değil. Onlar rüşvetçi, hırsız, talancı yönetimi destekliyor. Çünkü oradan
nemalanıyorlar, çünkü şahsiyet sorunu var, çünkü….
4 Mayıs 2014
tarihli Radikal 2’de Lund Üniversitesi profesörlerinden Umut Özkırımlı’nın ‘Zinde devrim bekçileri!’ başlıklı önemli bir yazısı yayınlandı. (http://umutozkirimli.com/wp-content/uploads/2014/05/Radikal-Iki.Zinde-Devrim-Bekcileri.pdf). Özkırımlı bu yazısının sonunda,
İrfan Aktan’ın bir yazısına da gönderme
yapıyordu. (http://www.sendika.org/2014/04/yeni-turkiyenin-genc-aydinlari-irfan-aktan-radikal-2/
). Konu, artık Kral’ın Soytarısına dönüşmüş
şekliyle, siyasi iktidarın medyadaki propagandacıları. Özkırımlı, bu
güruhdaki üç tipik örnek üzerinden (Oğur,Eseyan, Altınok) yola çıkıp, bu
yazıcıların sadece 3-4 yıl önceki görüşlerinden alıntı yaparak, nispeten
demokrat ve muhalif denebilecek bir konumdan yandaşlığa geçtiklerini teşhir
ediyor. Türkiye gibi belleği kısa toplumlarda, okurların çoğu, kimin ne zaman
ne yazdığını hatırlamadığı ya da bilmediği için, yeni AKPli yazıcıların aslında
eskiden sıkı birer AKP karşıtı oldukları bu tür hatırlatmalarla gündeme
geliyor. İyi de oluyor… Aslında minimum düzeyde vicdan sahibi olabilseler, bu
çelişkileri yayınlandıktan sonra ya sokağa çıkamayacak kadar utanmaları gerek,
ki bunun için biraz ar lazım, ya da Özkırımlı’nın yazısına karşı, hiç olmazsa
kendilerini savunmak adına bir yanıt vermeleri lazımdı. Gerçi ne yazabilirlerdi ki? Geç bir özeleştiri
fena olmazdı aslında. ‘Ben eskiden solcuydum, AKP’ye karşıydım. Meğerse aldatılmışım’
diye yazarlar mıydı ? Halil Berktay bu konuda onlara yol yordam öğretebilirdi
aslında. Onlar şimdi iktidar ya, böyle saldırılara önem vermezler.’Okumadım
bile vallahi…’.
Türkiye
medyası, son 10 yılda aslında bir dönüşüm laboratuarı olarak çok verimli bir
çalışma alanı. Kimyasal bir test sanki: Eski muhalifler nasıl yandaş haline
geliyor? Bunun formülü nedir? Mesela Deniz Gezmiş’in arkadaşı olmakla övünen
birisi, nasıl oluyor da bugün Erdoğan’ın gizli sözcüsü haline gelebiliyor? İlk
akla gelen örnekler arasında, Y.Bulut, O.Çalışlar ile A.Bayramoğlu ve
E.Mahçupyan’ı anmamız gerekir.
M.Karaalioğlu,
N.Alçı, R.O.Kütahyalı, A.Kekeç ya da S.Yükselir gibi eşantiyonlar bence pek değerli, önemli ve ilginç değil.
Çünkü adı geçen bu şahsiyetler zaten
öyle siyasal tahlil derinliği ya da geniş istihbarat ağı olan acar gazeteciler
kategorisine hiçbir zaman girmediler, giremediler. Daha da önemlisi onlar
eskiden solcu filan değildiler. Onlara bir ihtimal ‘konjonktürel yandaş’ etiketini takmak mümkün. Çünkü Erdoğan
gidince onlar da gidecek. Bu şahsiyetlerin medya dünyasında, gazeteci olarak
AKP yanlılığı dışında herhangi bir tiynetleri bulunmuyor. Gerçi Erdoğan
gidince, ilgili kurum ve makamlar, bu kişilerden bazılarının gazetecilik
faaliyeti ile sağladıkları geliri, satın aldıkları yalı ve diğer apartman
dairelerini merak edebilir.
İşte tam da
burada, Özkırımlı’nın teşhir ettiği bu fikirsel/siyasal değişimin kaynak, neden
ve gerekçelerine bakmak gerekir.
Önce, nispeten
dar, yakın çevremde, eski meslekdaş ortamında gözlediğim bir değişim sürecini
ana hatlarıyla aktarmak isterim. 80 öncesinde Maocu teşkilatın günlük
gazetesinde çalışıyorduk. Türkiye ortalamasına oranla son derece iyi eğitim
almış, burjuva kültüründen gelen, dürüst, çalışkan, idealist bir grup gençtik.
80 darbesi bütün Türkiye’yi dağıtırken kaçınılmaz olarak bizim teşkilatı da
çökertmişti. Üst ve orta kademe yöneticiler tutuklanıp yargılanırken,
teşkilatın geri kalan mensupları olarak, işsizlik, örgütsüzlük, dayanışma
yokluğu gibi bir boşluğun içine düşmüştük. Özellikle 1983’den sonra, bizim eski
arkadaşlarımızın bir kısmı, kendi yeni konumlarına adeta kılıf hazırlamak için,
özeleştiriyi aşacak bir şekilde, Marksizme, solculuğa, muhalifliğe çatmaya
başladılar. Dikkat ettim, hatırlıyorum, bu konumdaki kişilerin ezici çoğunluğu
geçim derdi sorununu bir şekilde çözmüş insanlardı. Artık onların dayanışmaya,
Parti’ye, sola, muhalefete ihtiyaçları da kalmamıştı. Birey birey deyip
duruyorlardı. Biz de, eski solcu pratikleri çeşitli açılardan ama esas olarak
sol perspektifle eleştirmemize rağmen, bize koyun sürüsü muamelesi yaptılar.
Onlar özgürleşmişti biz hala ‘Solun Tutsağı’ idik. Bu deyimi 30 yıllık bir
arkadaşımdan ilk duyduğumda irkilmiştim. Neyse… Onlar ayrıldı. Gerçi bizim de
teşkilatla organik bir ilişkimiz kalmamıştı ama mesela onlar Özal’ı göklere
çıkarıyordu, biz Özal’a karşı idik. Biz,
-biz muğlak bir sözcük, ben ve küçük bir grup arkadaşım- hiç bir zaman iktidara
yaklaşmadık. İtirazdan, eleştiriden, muhaliflikten, solculuktan vazgeçmedik.
Onlar vazgeçmişti.
Tabi ki
mesele sadece, Ümraniye’den Ulus’a taşınmak, İETT otobüslerinden özel arabaya
geçmek, eski maaşının belki de 10 mislini kazanmak, hatta üniversite yıllarında
tanışıp anlaşarak ve sevişerek evlendiğin Ayşe’den ya da Ahmet’ten ayrılıp
Nişantaşı sosyetesinden birisiyle evlenmek değil bu dönüşüm. (Bu saydıklarımın
her biri tek tek gerçekleşti!) Bize hiç inandırıcı, ikna edici gelmese de
onların dönüşümünde bazı siyasi ve ideolojik mülahazalar da yok değildi.
Kautsky ve Gorz övgüsü başlamıştı mesela onlarda. Ama yine de bu dönüşüm mülahazaları
sırıtıyordu, yama gibi duruyordu dudaklarında. Zaten terminolojileri
değişmişti. Vizyon, misyon, Yeni Dünya Düzeni, Thatcher sıkı kadın ha… muhabbetleri
yaygındı.
Tabi ki hiç
kimse kalkıp ‘20 yaşında neysen 60 yaşında da aynısı olmalısın’ diyemez,
dememeli, dese de ciddiye alınmaz. Zaman da değişiyor, mekan da değişiyor,
insan da değişiyor. Beni yaralayan, daha doğrusu anlamaya çalışsam bile, asla
kabul edemeyeceğim nokta, bu dönüşümün, zıddıyla evlilik düzeyine ulaşması.
70’lerde 80’lerde solcu olanların bugün CHPli olması haliyle pek yadırganmıyor.
Gazeteden örnek vereyim, 70’lerde Aydınlık gazetesinde çalışan birinin bugün
mesela Türkiye gazetesine geçmesini kimse bana haklı, doğru ve doğal bir
dönüşüm olarak gösteremez. Mesele bence siyasi partilerin de gazetelerin de
ötesinde, dışında bir yerde. Eskiden muhalifken bugün iktidar yanlısı olmak
açıkçası asabımı bozuyor. Bu zıddına dönüşümü, tayin edici bir etken olsa da,
sadece şahsiyetlerin salt kişiliksizliği/omurgasızlığı/oportünizmi ile
açıklamak da beni kesmiyor.
1980-83
yılları arasında sol fikirlere sadık kalan küçük bir arkadaş grubu olarak bu
konuyu kendi aramızda
anlamaya/tartışmaya çalıştığımızı hatırlıyorum.: X eskiden solcuydu, bizle
beraberdi, şimdi Özalcı oldu. Nasıl oldu bu iş? Niye oldu? X bizle beraber iken
mi samimi idi yoksa şimdi mi esas konumunu buldu ve samimi?
Biz hala
samimiyete filan önem veriyorduk onlarsa çoktan işadamı olmuşlardı. İş adamı
olmak başlı başına herhalde çok kötü bir şey değildir ama solcu muhaliflikten
kafa tokuşturacak kadar iktidar yanlısı olmak da galiba aşırı esneklik ve öyle
herkesde olmayan bazı özel maharetler gerektiriyor.
Bugünkü
medya ortamı zaten yandaşlığı teşvik ediyor. Bakın mesela yandaş olunca terfi
ediyorsunuz, sizi memur gibi daha büyük gazetelere, daha büyük televizyonlara
atıyorlar, yurtdışı gezileri ayarlanıyor sizin için, TV’de programlar
yapabiliyorsunuz. Vicdan muhasebesi yapamazsanız, mesleğin gereğini yerine
getiremezseniz, hele bir de şan şöhret ve para-pul düşkünüyseniz yandaş olmak
için gerekli ve yeterli koşulları yerine getiriyorsunuz demektir. Geçmişte solcu muydunuz? Aman canım kadı
kızında bile o kadar ayıp olur… Hem geçmiş ne ki? Satarsın olur biter, ya da
alıcı çıkmazsa kiraya verirsin, gelir getirir biraz…
Sorunun özü
bence iktidarla muhalefet arasında radikal bir tercih. Benim sözünü ettiğim
iktidar, Foucaultcu anlamda. Yani sadece siyasi iktidar değil.
Samimiyet
araştırmasında vardığımız sonucu da araya sıkıştırayım: 60-70’lerde hatta 80’e
kadar yükselen güç sol idi, solculuk moda idi, yaygın idi. Bu nedenle o
arkadaşlar o zaman solcu olmuşlardı. Sol, 80’den sonra zayıfladı, demode oldu,
parlayan yıldız liberalizm idi, onlar da liberal oldular. Çünkü onlar her zaman
güçlüden, moda olandan yanaydılar. Onlar kendi tercihlerini kendileri
yapamıyorlardı, bu nedenle konjonktürel bir kimliğe sahip olabiliyorlardı,
oldular da.
O zaman
saptadığımız bir başka gerçek de, bu şahsiyetlerin ne geçmişte solcu iken ne de
bugün sağcı ve iktidar yanlısı iken hakiki oldukları. Teğellenmişlerdir onlar
her zaman bağımlı olduğu mekana. Her an düşebilirler bulundukları basamaktan.
Sıkı ve sahici sözcükleri yoktur
lügatlerinde. Zaman zaman rastlıyorum, 80’den sonra Özalcı olanların hepsi
bugün Erdoğancı. Tarihi geri çevirmek mümkün olsa, onlar Menderesçi de olmak
isterlerdi.
Oğur,
Eseyan, Altınok ve avanesi ile herhangi bir temasa girmeye gerek yok. Çünkü
onlar sadece mesleği değil kendilerini de büyük ölçüde kirlettiler. Bir de
kimse sonradan görmeyi/sonradan olmayı sevmez, benimsemez, kabul etmez, içine
almaz. Bunlar eski yoldaşlarını
kaybettiler, yeni dinci ve sağcı çevreleri de bunları pek öyle
bağırlarına filan basmıyor. Çünkü bunlar her an bugün içinde bulundukları davayı
da bir çırpıda satabilirler. ‘’Ya aslında benim dedem de CHPliymiş biliyor
musun?’’.
İlginçtir bu
kesimin bazı kalemleri hala o eski solcu lügati kullanıyor bazen. Mesela
solculukla hayatının hiçbir aşamasında teğetlik yaşamamış bir Yiğit Bulut bile,
yakın bir geçmişte çıktı dedi ki, ‘Aslında en büyük sosyalist Erdoğan’dır’!
Neyse ki AKP sözcüsü Hüseyin Çelik hemen aynı gün ‘Biz sosyalist mosyalist
değiliz’ diyerek bir tekzip salladı. Birgün gazetesi de bu son açıklamayı,
‘Çelik, yüreklere su serpti’ başlığıyla verdi.
Bunların
hepsi halkçı(?!), hepsi ‘devrimci’! Halbuki, müthiş çapsız tipler.
Rüşvetçileri, hırsızları, soyguncuları destekliyorlar, olası darbe mağduru
olarak göstermeye çalışıyorlar kendilerini… CeHaaPe’ye ve sola sataşmaktan
başka bildikleri bir şey yok. A tabi bir de Beyefendiyi, Patronu övmesini pek
iyi becerirler…
Eleştiri,
itiraz, muhaliflik, solculuk okulda öğrenilebilen bir disiplin değil. Alınıp
satılan bir meta da değil. İki mevsim giyip kış gelince çıkarıp atacağın bir
gömlek de değil. Bir karakter, bir ruh hali, bir kişilik… Türkiye gibi bir
ülkede de pek kolay değildir, eleştiri yapmak, itiraz etmek, muhalif olmak ve
solculuk. Akıl ister, yürek ister, bilgi ister, cesaret ister. Süreklilik talep
eder. İçselleştirmedikçe, kişinin doğalı olmadığı sürece, saman alevi gibi
parlayıp sönebilir.
Bizim kuşak
Menderesin, Özal’ın gidişine tanık oldu. Genel gidişat ve tevelütümüz
itibarıyla Erdoğan’ı da yolcu etmeye adayız. Onlar üzülecek ama, her zaman
herkesi memnun etmeye çalışmak hiç iyi bir şey değildir, değil mi?
(x) Tükenmez sayı 15, Mayıs-Haziran 2014
Yorumlar