Ana içeriğe atla

ESKİ HIRSIZLARI POLİS YAPARLAR YA…



Aydın Doğan ‘Barış Dili’ demiş!
       
·      Doğan Holding önce Yayın İlkelerini güncelleştirdi, şimdi de onursal patronun bir mektubuyla barış diline yaklaşmak istiyormuş. Aydın Doğan, Hürriyet gazetesini ‘Devlet Gazetesi’ olarak tanımlamıştı. Bu geçmişten yarının Barış Gazetesi olmak o kadar kolay mı?  

Radikal’in Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can, 4 Ocak tarihli köşesinde Doğan Holding’in Onursal Başkanı Aydın Doğan’ın bir mektubunu yayınladı. Doğan, Kürt meselesinin çözümü bağlamında Genel Yayın Yönetmenlerine yazdığı mektupta yönettikleri medya organlarında, uyguladıkları habercilik yöntemlerinde  ‘gazetecilik ilkelerine saygı’gösterilmesini  ve ‘barış dilinin korunmasını’ istiyor.

SÖNÜK ALKIŞLAR

Aydın Doğan’ın mektubu konusunda İnternet’de üç köşe yazısına rastladım: Haliyle birincisi Eyüp Can’ınki, ikincisi Aydın Doğan’ın Radikal gazetesinden Oral Çalışlar’ın Doğan’a teşekkür eden yazısı, bir de Takvim’den Rasim Ozan Kütahyalı’nın Aydın Doğan’ı ve mektubunu yere göğe sığdıramayan methiyesi…
Bu üç köşe yazısından benim anladığım şu: Nitelik ve nicelik olarak çok esaslı bir yankı yaratmamış Aydın Doğan’ın mektubu.
  
YENİ Mİ UYANDINIZ?

Gelelim şimdi de, işin siyasal yanına: Aydın Doğan bu mektubu ile bir yandan Erdoğan’ın son Kürt Açılımı/İmralı Süreci girişimine destek vermiş oluyor, bu arada desteğin anlamlı olması için de medyanın üzerine düşen bir görev ve sorumluluğu hatırlatmış oluyor.
Türk medyasının yakın tarihini bilmeyen, Doğan grubu medya organlarının 1984’den bu yana özellikle Kürt meselesi bağlamında sürdürdüğü yayın politikalarını bilmeyen birisi, Aydın Doğan’ın bu çıkışını/mektubunu olumlu olarak değerlendirebilir.
Üç yanımız denizle çevrili olsa da, yüzme  ve yelkencilik sporlarının bu kadar geri olduğu bir ülkede, siyaset alimlerinin, sosyoloji master'larının, medya üstadlarının bu kadar balık hafızalı olmaları çok mu şaşırtıcı? ,
Hürriyet’in mecburen müstafi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, 4 ve 8 Ocak tarihli köşe yazılarında, bir yandan ‘Türklerin haysiyetinden’ söz ederken bir yandan da yakın geçmişte Hürriyet gazetesinin ve kendisinin  Kürt meselesi konusunda ne kadar olumlu bir yayın çizgisi izlediğini iddia ediyor. Özkök, utanmasa, kendisini ‘Ben aslında gizli bir PKK’liydim’ diye tanıtacak.
Arşiv bir çok sorunu, bir çok tartışmayı aslında çok iyi bir şekilde çözer.
·       Hürriyet’in bir ‘Devlet gazetesi’ olduğunu Cumhuriyet’ten Leyla Tavşanoğlu’nun teybine  söyleyen Aydın Doğan değil mi?
·       Bu gazetenin sol üst köşesinde Türk bayrağının altında hala ‘Türkiye Türklerindir’ yazıyor mu?
·       PKKlilere, ‘hain’, kamplarına ‘in’ diyen, TSK’nın saldırılarını öven gazetelerin başında Hürriyet gelmiyor mu?
·       Akın Birdal’ın vurulmasına, bir çok meslekdaşın işinden olmasına neden olan ünlü Andıç operasyonuna Sabah ile birlikte katılan diğer gazete Hürriyet değil mi?
·       Bu gazete sadece kendi attığı başlıklarla, kendi yazdığı haberlerle değil, Kürt düşmanı tüm çevrelerin  görüşlerini, (MHP yetkililerinden  popüler faşist okur mektuplarına kadar)  yayarak meşrulaştırmadı mı?
·       Öcalan’a ‘Teröristbaşı’, ‘Bebek katili’ sıfatlarını veren gazete hangisi acaba?
Uzatmaya gerek yok. Resmi ideolojinin Kürt meselesindeki tüm olumsuzluklarının yayına çevrilmiş halidir Hürriyet’in yayın politikası ve kullandığı dil.
Topyekün bir suçlama/eleştiri olmasın diye  burada belirtmek gerek ki,Doğan Holding’in sahibi olduğu medya organları içinde, milliyetçi-ırkçı ve savaşçı söylemini rededen, mesleğini en düzgün şekilde yapmaya çalışan muhabir, editör ve köşe yazarlarının varlığından da herhalde haberdarız. Gerçi onların büyük bir kısmı son ‘düzenlemede’ işten atıldılar ama kalanlar kendilerini bilir.

SABIKALI AMA SİCİLİNİ Mİ TEMİZLEMİŞ?

Bu geçmiş, Aydın Doğan’ın mektubunu ve mektuptaki talepleri bir anlamda  nötralize ediyor.  Onursal Başkan, madem bu saatten sonra Barış Gazeteciliği istiyor, bu konuda yıllarını vermiş Bianet’den Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesine, Prof. Dr.Yasemin  İnceoğlu’dan Nefret Suçu konusunda çalışan akademisyen ve İnternet sitelerine  atıfta bulunmalıydı.
Barış dili öyle patronun bir mektubuyla uygulamaya konacak bir yöntem değil. Her şeyden önce dürüst olmak gerekir. Dolayısıyla da Doğan Yayın Holding’in, kendi geçmişiyle yüzleşmesi gerekir:
-         Biz 1984’den bu yana Kürt meselesi konusunda neden iki tarafa eşit uzaklıkta durup barış talebini gündeme getirmedik de devletin şiddetini meşrulaştırıp Kürt haklarını görmezden gelip onları aşağıladık?
-         Biz, gazete, radyo, televizyon  ve İnternet sitelerimizde neden Türk milliyetçiliğini hatta bazen Türk ırkçılığını dolaylı ya da dolaysız bir şekilde  övdük?
İlk başta bu iki soruya ayrıntılı, doğru yanıtlar bulması gereken Doğan Holding yönetimi, bilahare bu suçların sorumlusu/sorumlularını , mesleki çerçevede  sorgulamalı ve özeleştirileri talep edilmeli. Geçmişteki yayın politikasının doğru olduğunu, suç oluşturmadığını ısrarla savunanların Holding’le ilişkisi kesilmeli. Zor bir durum tabi, az sayıda gazeteci ile yayına devam etmek ama…
Aydın Doğan’ın mektubu yayınlandığından bugüne (Çarşamba) kadar geçen 5 gün içinde, Doğan Holding’in sahibi olduğu medya organlarına şöyle bir göz atınız: Kürt düşmanlığının yerini Türk-Kürt kardeşliği mi almış, bölücü teröristler dağdaki silahlı militanlar mı olmuş, erkek egemen dilin yerini toplumsal cinsiyetin nötr dili mi sayfalara girmiş?
Kimse bahane üretmesin. Barış Gazeteciliği sadece gazete mensuplarının yazdığı yazılarda(Haber, röportaj, mülakat, dizi, başyazı, köşe yazısı…vs…) uygulanan bir yöntem değil. (Ki bu aşamada ben ona bile razıyım)  Savaş kırşkırtıcılığı yapan, şiddet övgüsü yapan mesela bir Başbakan’ın ya da bir bakanın demecini de gerekirse yayınlamamak ya da eleştirisiyle birlikte yayınlamak gerekir.

Barış Gazeteciliği deyimini bile, Türkiye’de en son ağzına alacak kişidir Aydın Doğan! Bu nedenle önce geçmişin değerlendirilmesi gerekir, o dönemim sorumlularının hesap vermesi lazım, sonra Barış Dilini kullananlar ve Barış Gazeteciliği yapmaya çalışanları medya organlarınıza davet edip eğitimini alacaksınız, o değerli insanları istihdam edeceksiniz, sonra da bu yönde yayın yapacaksınız. Belki o zaman inandırıcı olabilirsiniz. Bundan bile emin değilim. Çünkü eski hırsızları polis yaparlar, ama o polislerin içinde hep bir hırsız ruhu vardır!  

(*) Bu yazı,  Evrensel gazetesinin 13 Ocak 2013 tarihli Pazar ekinde yayınlandı.  
(**) Ben bu yazıyı yazıp Evrensel'e gönderdiğimde, Hürriyet Yayın İlkeleri Kurulu'nun oluşturulduğu haberi henüz yayınlanmamıştı.Kurul'da gazetecilik açısından önemli ve olumlu şahsiyetler yer  alıyor. Dolayısıyla, belki de benim taleplerimden birinin karşılanması için ilk adım atılmış sayılabilir. Şimdi geçmişle yüzleşme aşamasını bekliyorum.



Yorumlar

Adsız dedi ki…
Ragıp Duran her yazısını merakla beklediğim, dikkatle tekrar tekrar okuduğum çok önemli bir akademisyen ve gazeteci. Hürriyet’in bugüne kadar yürüttüğü genel yayın politası bağlamında Aydın Doğan’a yönelttiği eleştiriler ve pardon çağında klasik devrimci sosyalist tınılı özeleştiri çağrısı "barış dili"nin medyada oluşması ve yaygınlaşması adına, daha doğrusu demokratik rejimlerde gazetecilik mesleğinin olmazsa olmazı nesnelliğin ve belirli bir meselenin taraflarına eşit mesafede durma gerekliliğinin lafta kalmayıp somutlaşması adına yerinde ve gerekli. Ancak Duran'ın siyaseten angaje gazeteciyi daha makbul görmesi yani siyaseti gazeteciliğin üzerinde belirleyici ve yönlendirici olarak konumlandırması, medyaya aktarma, yansıtma, haberdar etme, tartışma platformu olma niteliklerinin ötesinde propaganda aracına dönüşmemesi için savunması gereken demokrasinin bekası dışında siyasal misyon yüklemesi kendisini resmi ideolojiyi, türk milliyetçiliğini ve uyguladığı şiddeti haklı gerekçelerle eleştirirken kürt milliyetciliği ve bu milleyetçiliğin açıkça üstlendiği şiddet eylemleri karşısında sessiz kalmaya sürüklüyor. Bu siyasal tavırın ve tutumun bir adım ötesi Öcalan’dan Jaurès çıkarmak olacak diye endişelendiğimi itiraf etmeliyim. Saygılarımla.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla