• Amerikan ve İngiliz medyasının önemli gazete ve dergileri, Başbakan Erdoğan’ı eleştirince mahalle karıştı. Oysa ki eleştirilerde öyle çok da özgün ya da önemli bir perspektif yok. Burada da çok sayıda insan ve kurum, bu eleştirileri daha önce söylemiş ya da yazmıştı. O zaman ‘What is this violence, this anger…’.
The Economist, Reuter’s, New York Times, Time ve son olarak Wall Street Journal gibi uluslararası medya organlarında Türkiye’deki seçimler hakkında AKP iktidarını eleştiren yazıların yayınlanması tartışma ortamı yarattı.
Aslında bu tür gazete ve dergileri düzenli olarak izleyenler, seçim gibi olağanüstü siyasi dönemlerde ya da evrensel düzeyde haber değeri olan bir olay gerçekleştiğinde, çeşitli ülkelerin hükümetlerini öven ya da yeren yazılar yayınladıklarını bilir. Dolayısıyla global medya, sadece Türkiye ile ilgilenmiyor. 2002 yılında da aynı yayın organları, AKP’yi öven yazılar yayınlamışlardı. O zaman Türkiye’de kimse bugünkü itiraz ya da değerlendirmelerini yapmamıştı. Yakın dönemde bu gazete ve dergilerde, mesela Yunanistan hükümeti ya da Fransa’daki özel hayat-siyaset ilişkileri konusunda sert eleştiri yazılarının çıktığı biliniyor. Yunanistan ve Fransa’da, izlediğim kadarıyla, Başbakan çıkıp isim vererek bu medya organlarını hedef almadı. Tekzip bile göndermedi.
Tartışma belki de daha doğrusu Başbakan Erdoğan ve yandaşlarının hiddetine yol açan gelişme, çok sayıda ve kendi çaplarında saygın medya organının hepsinin AKP’ye özel olarak da Başbakan Erdoğan’a karşı tutum almaları.
Yazıların orijinal metinlerini okudum. Hiç birinde öyle aman aman yepyeni bir yaklaşım ya da eleştiri yok. Toparlamak/özetlemek gerekirse, Batı’nın bu güçlü medya organları, Türkiye’deki kutuplaşmadan, muhafazakarlaşmadan, Erdoğan’ın otoriter eğilimlerinden yakınıyor; başta basın özgürlüğü olmak üzere demokratik hak ve taleplerin bastırıldığını saptıyor; Kürt meselesinde yine Erdoğan’ın milliyetçi bir söylem benimsemesinden ayrıca AB ufkunun kararmasından rahatsız.
Tüm bu eleştirileri Türkiye’de de, çok sayıda solcu, sosyal demokrat, hakiki demokrat ve bazı liberal kesimler hatta bazen ve kısmen aşırı-sağcı kesimler de dile getirdi, söyledi, yazdı. Ne var ki, mali, siyasi, ideolojik, ticari çıkar çelişmeleri ya da kesişmeleri nedeniyle Erdoğan’a biat eden yaygın medyanın önemli bir bölümünde bu eleştiriler yer bulmuyordu, bulmamıştı.
Başta Deutsche Bank olmak üzere çeşitli uluslararası finans kuruluşlarının Türkiye’deki seçimler hakkında, yatırımcıları ve borsayı doğrudan etkileyen raporlarının hiç biri Türk egemen medyasında yer almadı. Bu raporlar da, global medyanın eleştirileri ve istekleri doğrultusunda.
60 darbesinden önce de, Menderes döneminin son zamanlarında basın üzerindeki yoğun baskı nedeniyle gündeme gelemeyen, su yüzüne çıkamayan eleştiriler, o zaman yabancı basından yapılan çeviri ve iktibaslarla okura iletebilirdi. Bu sefer durum farklı. Çünkü global medyanın eleştirileri herhangi bir özgünlük taşımıyor, özel haber filan da değil. Ancak kuşkusuz, bir eleştiriyi, küçümsemek için söylemiyorum ama Cumhuriyet, Sözcü, Birgün, Evrensel ya da Özgür Gündem’in yayınlamasıyla New York Times’ın yayınlamasının yankı ve etkileri tabi ki farklı oluyor.
Türk egemen medyasının eleştiri engelli bu tutumu, global medyanın cesaretini artırmışa benziyor. Batı’yla bütünleşmek isteyen, AB’ye tam üye olmayı hedefleyen bir ülkede bu tür olumsuzluklar olursa global medya elini kolunu bağlayıp susmaz. Ya da bizim yandaş medyanın yaptığı gibi, ana muhalefet partisini eleştirmez.
AKP iktidarını özel olarak da Erdoğan’ı eleştiren Amerikan ya da İngiliz medya organları, bugünkü konumlarına devlet bankalarından aldıkları kredilerle gelmediler; bu gazete ve dergilerde Başbakan’ın damadı çalışmıyor; bu medya organlarının sahipleri arasında Türkiye’de kamu ya da özel ihalelere giren Başbakan yandaşı iş adamları bulunmuyor. Kısacası NY Times’ın ya da Reuter’s sırtında yumurta küfesi yok. Onlar, genel/klasik gazetecilik ve değerlendirme kıstasları temelinde işlerini yapıyor. Yaptıkları da sonuç olarak bir dizi gözlem, olgu aktarımı ve bir sentez.
Yerli ya da yabancı basında Türkiye hakkında (Veya başka bir konuda) bir yazı çıktığında aklı başında bir insan, oturur yazıyı okur ve içeriğini inceler. Görüş belirtecekse, tahlil yapacaksa, eleştiri ve değerlendirmesini esas olarak metnin içeriğine dair yapması beklenir değil mi? Mühim olan bu yazının mesajı. Doğru bilgilere dayanarak mı bir tahlil yapıyor? Tezini oluştururken dayandığı olgular gerçek mi? Sentez iç tutarlılığa sahip mi? Güvenilir mi? İnandırıcı mı? İkna edici mi? Bu görüşe karşı ne tür bir karşı tez geliştirilebilir?
Bizde ise, yani Erdoğan’ı Sevme ve Kalkındırma Derneği mensubu kişilerde yazının içeriğine dair pek bir şey yok. Mesela eski İçişleri Bakanı, yazının İsrail lobisince yazıldığını öne sürdü. Zaten İsrail lobisi global medyada çok güçlüymüş. Antisemitizme teğet geçen bu saptama ne anlam ifade ediyor ki? İsrail lobisi Erdoğan’ın otoriter yanının eleştirince yanlış mı? Ya da Kürt karşıtı politikalarını teşhir edince haksız mı? Bir metnin yazarı, içeriğinden daha önemli olamaz. Siz yazıdaki muhteviyatı esas almak durumundasınız. Eski İç İşleri Bakanı diyelim ki, hafiyelik çalışmasında başarılı ve bu yazıların ardındaki İsrail lobisini saptadı. Ne olacak? Yazının içeriği, anlamı değişecek mi? Bekçi Murtazalığın alemi yok. Global medyada her şeyin kuralı var. İmzasız başyazının sorumlusu da bellidir.
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek de, tilkiliğe özenmiş: Birilerinin ayağına bastık bu yüzden bize karşı yazı yazıyorlar, buyurmuş. AKP, ne yaptı da, New York Times’ın, Reuter’s’ın, Time ya da The Economist’in canı yandı? Çiçek de Atalay da ve tabi ki Erdoğan da, global medyayı Türk medyasına benzetme hatasına düşüyor. Çünkü burada iktidar aleyhine hafif bir eleştiri çıktığında ‘Bağla kızım, bana şu gazetenin sahibini… Ben o yazara gösteririm kim olduğumu’ refleksi var. ‘Parasını ödüyorsun, köşe yazarı benim aleyhimde yazı yazıyor, hakim olamıyor musun köşe yazarına?’ demişti birisi değil mi?
Bazıları da, kalkmış bu yazıların, Türkiye’deki AKP’nin eski yandaşı şimdilerde ise Erdoğan’dan uzaklaşan liberal aydınların işi olduğunu savunuyor. Komplo teorilerine düşkünlük, özü kaçırıp tafsilatı bu kadar ön plana çıkarmak Türkiye’nin entelektüel(!) hastalıklarından biri olsa gerek.
Bazı başka değerlendirmelerde de, ilkel Batı karşıtlığına, Oryantalizmin çapsız eleştirilerine, klasik milliyetçiliğe rastladım.
Erdoğan ve AKP zihniyeti çok önemli bir başka ofsayt zeminde kulaç atıyor : Bunlar eleştiri istemiyor, hoşlanmıyor. Halkın yüzde bilmem kaçı bizi destekledi, biz de bu çoğunluğun adına istediğimizi yaparız, kimse de bizi eleştiremez diyorlar mağrur bir ifadeyle. Zaten eleştireni de Ergenekon treniyle Silivri’ye gönderiyorlar.
Yanlış anlaşılmasın, ben adı geçen gazete ve dergilerin, nasıl çalıştığını biliyorum, ama hangi ideolojiyi savundukları da malum. Burada bu yayın organlarını savunacak değilim. AKP ve Erdoğan eleştirileri doğru. İşte Erdoğan ve arkadaşlarını esas kızdıran da bu. Yani neo-liberal ideolojinin, dünya egemenlerinin bile artık Erdoğan’ı desteklemediklerinin ilanı bu yazılar. Oysa ki aynı yayın organları 2002’den bu yana Erdoğan’a methiyeler düzmüştü.
Mesela bir süre sonra, Sabah, Zaman, Yeni Şafak, Akit, Milli Gazete, Bugün ve benzeri gazeteler kalkıp da ‘Erdoğan ülkeyi bölüyordu, tek başına her şeye egemen olmak istiyordu, Kürt sorununa çözüm istemiyordu, yandaşlarını zengin etti, hem siyasi hem toplumsal alanda aşırı muhafazakarlaştı …vs…’ gibi başlıklar atsa, Erdoğan ne düşünür? Kendisini nasıl hisseder? İşte şimdi bu global medyanın yayınlarından sonra, kendisini aynen öyle hissediyor. Şimdilik İngilizce…
Yorumlar