Ana içeriğe atla

EKŞİ’NİN İSTİFASI



Koskoca Hürriyet gazetesinin anlı-şanlı başyazarı bir hakaretle istifa ediyorsa bu olayda işin farklı cephelerine/boyutlarına bakmak gerekir. Türk basını için çok büyük bir kayıp değil ama yine de düşündürücü bir gelişme…


Hürriyet gazetesi başyazarı Oktay Ekşi’nin, yazdığı bir yazı sonucunda gazetesinden istifa etmesi (Ya da zorunda kalması), Türk egemen medyasında yazar-patron-siyasi iktidar ilişkileri konusunda yeni ve trajik bir örnek sunmasının yanı sıra Ekşi’nin mesleki kişiliğini de tartışmaya açtı.
Ekşi’nin istifasının kuşkusuz çeşitli boyutları var, dolayısıyla istifa farklı perspektiflerle değerlendirilebilir, eleştirilebilir. Ben sadece iki boyut üzerinde duracağım. Birincisi yazar-iktidar ilişkileri, ikincisi de Ekşi’nin karmaşık mesleki kimliği.
Ekşi’nin işvereni Aydın Doğan yıllar önce Cumhuriyet gazetesinden Leyla Tavşanoğlu’na verdiği bir mülakatta, Hürriyet gazetesini, ‘Devlet gazetesi’ olarak nitelemişti. Bu tanımlama daha önce bazı gazeteciler, medya uzmanları, akademisyenler, siyasetçiler ve okurlar tarafından da dile getirilmişti.
Devlet gazetesinin başyazarı da haliyle herhangi bir gazeteci olamayacaktı. Ekşi, uzun meslek hayatına ilişkin bir açıklamasında, gazeteci olarak safının kesin ve belli olduğunu açıklamış, ‘devletin, cumhuriyetin temel ilkelerinin yılmaz savunucusu’ olduğunu gururla defalarca ilan etmişti. Oysa ki gazetecilik, bu temel ilkelere bile eleştirel bakılmasını zorunlu kılan bir meslek.
Başbakan Erdoğan, Ekşi’nin hakaret içeren yazısı ile bizzat yakından ilgilendi. Mücadelenin ötesinde savaş edeceğini söyledi, bir gün sonra da meydanlarda Ekşi’yi kınamaya devam etti. AKPliler de Hürriyet gazetesi önünde protesto gösterileri düzenledi. Ekşi, ilk başta özeleştiri-özür arası bir manevra yaptı. İşin aslını, perde arkasını henüz çok az kişi biliyor ama Ekşi bilahare istifa ettiğini açıkladı. Bizzat, hiçbir baskı altında kalmadan bu kararı vermiş ise her şeye rağmen olumlu, dürüst bir davranış sayılabilir. Aynı zamanda bir çaresizlik ifadesidir. Ama bu istifayı özeleştiri-özürden önce yapsaydı herhalde daha samimi ve açık olurdu.
Beni rahatsız eden nokta, hakaret içerse bile, siyasi iktidarı eleştirmenin faturasının bu kadar ağır olmaması gerektiği. Ama artık belli ki, devlet gazetesinin başyazarı bile mevcut AKP devletine karşı direnemiyor. Ekşi artık kadim devletin kadim başyazarı.
Hakaretin, Türk milletinin, daha çok da erkek kesiminin, son derece hassas olduğu mahrem bir konu içermesi belli ki Başbakan’ı pek çok kızdırmış. Türk egemen medyasında şimdiye kadar siyasi iktidarı hedef alırken , ulusal çıkarları yabancılara peşkeş çekmek, yabancı bir gücün denetiminde olmak gibi ağır siyasi eleştiriler dile getirildi, yayınlandı. Siyasi iktidar bu tür eleştirileri, Ekşi’nin hakareti kadar ciddiye almadı.
Gelelim ikinci boyuta: Ekşi aslında ünvanının ileri sürdüğü kadarg üçlü ve etkili bir kalem değil. Siz Türkiye’de ya da dünyada hiç ‘Sabah kalkar kalkmaz önce Oktay Ekşi’yi okurum’ diyen bir insan gördünüz mü? Sık sık TV ekranlarında görünmesine rağmen, Ekşi, meslekdaşlarının en sık alıntı yaptığı yazar da değildir. Kısacası Ekşi’nin bizatihi herhangi bir önemi ya da gücü yoktur. O, devlet ve dolaylı olarak da Hürriyet’in önem ve gücünü kendi mesleki şahsında somutlaştırmaya çalışıyor.
Ekşi, 27 Mayıs darbesinin ardından oluşturulan Kurucu Meclis üyeliğini 50 yıldır hatırlatır ve kullanır. Bu unvan, aslında gazetecilikle çelişir. Ama Ekşi’nin gazetecilikle çelişen tek yanı keşke bu olsa… Kendisi aslında bir Ardıç kalemşörü. Akın Birdal’ın vurulmasına, bir çok meslekdaşımızın işinden olmasına sebep olan yazısından dolayı bilahare özür dilemiş olsa da kimse onun içtenliğine inanmadı.
Ekşi, Basın Konseyi Başkanlığı görevini sürdüreceğini açıklamış. Normaldir. Basın Konseyi zaten tek kişilik bir örgüttü. Şimdi Basın Konseyinin başında aktif olmayan bir gazeteci bulunacak. Ahmet Hakan’ın yazdığı üzere, kendi yazdığı hakaretin onda birini yazanları cezalandıran Konsey, bakalım kendi başkanına ne ceza verecek?
En az 15 yıl önce emekliye ayrılması gereken insanlar neden hala başyazar, Konsey Başkanı gibi sıfat ve görevlerle etrafta dolaşır? Türkiye’de yeteri kadar genç, orta yaşlı gazeteci yok mu Hürriyet’e başyazar olabilecek? Gazetelerde köşe sahibi olan insanlar cenaze gününe kadar o köşeyi doldurmak zorundalar mı? Emekli gazeteciler, danışmanlık yapabilir, İletişim Fakültelerinde ders verebilir, anılarını yazar ya da bulmaca çözüp mahalle kahvesinde keyifli sohbetlere katılır. Bu ne hırs?
AKP devleti hakiki ve çakma muhaliflerini temizlemeye devam ediyor. Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni medyada tasfiyenin gerektiğini yazmış hatta tasfiye edileceklerin profilini de vermişti. Ekşi şimdi AKPzede mi oldu? Hayır, Ekşi bence Ekşizede oldu.
Ekşi’nin Hürriyet’ten ayrılması, ne Hürriyet ne de Türkiye kamuoyu ve gazeteciliği için büyük bir kayıp. Ancak hesap vermeden makamından ayrılabildiği için şanslı sayılır.
Medyada bir tasfiye olacaksa, bu böyle bir hakaret nedeniyle ya da siyasi bir işaretle olmamalı idi. Kadim, bağımlı ve iktidar yanlısı matbuat-basın- medyayı ancak yeni, bağımsız ve kamu çıkarını savunan hakikaten profesyonel bir medya tasfiye edebilir ve etmeli. Bu da ancak güçlü bir siyasal-toplumsal-ideolojik-kültürel değişimle, hamleyle olabilir.

Yorumlar

herisson dedi ki…
Düşene bir tekme daha atmak gibi olmasın ama; artık hemen hiç sözü edilmediği için, tarihe not düşmek bakımından Oktay Ekşi'nin devlet gazeteciliği siciline bir eklemem var. Kendisi 1980 yılında devrimcilerin Fatsa'da belediye seçimlerini kazanmasının ardından koparılan gürültünün başını çekmiş; tehlikeli şeyler oluyor, bir an evvel önünün alınması lazım, minvalindeki yazılarıyla maskeli faşistler eşliğindeki silahlı kuvvetler tarafından gerçekleştirilen nokta opersayonunun zeminini hazırlayanlardan olmuştur. Ekşi, Kenan Evren adının caddelerden, okullardan vs. kaldırılmasına itiraz ettiği "Vur Abalıya!" başlıklı yazısında (17 Ekim 2010-Hürriyet) dönemin Fatsa belediye başkanı Fikri Sönmez'den şöyle bahsediyordu: "Fatsa’nın 1980 öncesinde Terzi Fikri (Sönmez) isimli bir Belediye Başkanı vardı. Hemşerimiz sayıldığı için yolumuz o yöreye düştükçe hikâyelerini dinleriz. Ayrıca “Devrimcilik” adına ilkokul öğrencilerini kabristana götürüp “solcu” bir gencin mezarı başında onlara “devrim yemini” yaptırmasından anımsarız. Böyle uçuk biriydi. Ama yörede hâlâ sevenleri vardır." Biz Ekşi'yi nasıl anımsayacağız acaba, uçukluğuyla mı? Bu da bizim demokrasi ve bellekle imtihanımız olsun.
Cüzzamlı Melek dedi ki…
ulan bu ekşinin lafından alınan puştlar, salih tuna denen organizma şehit kubilay için "kesik kelle" dediğinde neden rahatsız olmadı? bıraksınlar bu işleri. 69 milyon koyun yer de biz yemeyiz...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla