Ana içeriğe atla

Medyası AKP’yi kurtarmaya çalışırken…

SANAL GERÇEK/HAKİKİ GERÇEK

+ Siyasi iktidar giderek medya mülkiyetine tamamen egemen olmak istiyor. Çünkü son yerel seçimlerden bu yana AKP gerilemeye başladı. Bu açığı medya desteği ile kapatmak mümkün mü?
+ AKP medyası referandum sonucundan emin değil. Çünkü desteği çok az üstelik Hayır ve Boykot cepheleri güç kazanıyor. Çelişkili ve içtenlikten uzak politikalar şişirme haber ve propaganda kokulu köşe yazıları ile güç kazanamıyor.


(Bu yazı 8 Ağustos 2010 tarihli Birgün gazetesi Pazar ekinde yayınlandı)


AKP, tüm iktidar partileri gibi, özellikle ikinci kez genel seçimleri kazandıktan sonraki süreçte medya mülkiyeti alanına özel bir önem vermeye başladı. Çünkü ikinci iktidar dönemiyle birlikte neredeyse doğal olarak başlayan yıpranma/zayıflama/kan kaybetme sürecinde AKP’nin medyaya daha fazla ihtiyacı olacaktı. Parlamenter muhalefetin ve karşıtlarının sesini ne kadar kısabilir ve kendi propagandasını ne kadar sürdürebilirse, iktidarının o kadar sağlam ve uzun süreli olacağına inanıyor(du). Oysa ki medya desteği, hiçbir zaman hiçbir yerde bir siyasi iktidarın tek ve tayin edici dayanağı olmamıştır, olamaz da. Zaten sadece AKP’nin iktidara ilk geldiği 2002 yılındaki medya desteği ile bugünkü medya desteğini kıyasladığımızda bu gerçeği somut olarak görebiliriz.
Bugün Türkiye medya manzarasında televizyon ve günlük gazetelerin önemli bir çoğunluğunun halen siyasi iktidarı desteklediğini görüyoruz. Oysa ki bu medyatik/sanal gerçek, hakiki gerçeği yani toplumsal/siyasal gerçeği yansıtmıyor.
AKP, önemli bir medyatik desteğe sahip olmasına karşın mesela Mavi Marmara gibi global bir konuda ya da Kürt Açılımı gibi ulusal bir konuda kelimenin gerçek anlamıyla karaya oturdu.
Bir üst yapı kurumu olarak medya, siyasal ve toplumsal gerçeğe bayrak açarak siyasi iktidarı neredeyse gözü kapalı bir şekilde desteklemeye devam edince, ancak bir süre daha ve sadece sınırlı bir kesim üzerinde etkili olabilir.

GENEL EĞİLİM KAN KAYBI

Siyasi iktidar yanlısı medyanın, son dönemde referandum konusundaki yayınlarına kuşbakışı göz attığımızda dikkat çeken birkaç eğilim, evet için, ısrarlı bir haklılık ve meşruiyet arayışı ile kendinden pek de emin olmayan dolayısıyla dış destek arayan bir yaklaşımla klasik olarak muhalefeti eleştiren tutumu.
AKP’nin son yerel seçimlerde yüzde 8 oranında gerilemesi, CHP ve MHP’nin kesin bir şekilde Hayır’ı benimsemesi, BDP’nin de boykotçu tutumu, siyasi iktidarın dış destekçilerini küçük BBP ve F tipi örgütlenmeyle sınırlı tutuyor. Liberal aydın dünyacığını artık AKP’nin dışında mütalaa etmemek gerek.
Son yerel seçim yenilgisinden sonra iktidar koltuklarını kaybedenlerle kimi üst düzey bürokratların yavaş yavaş ve birer birer AKP’den uzaklaşması da içten içe kaynayan iktidar partisinin zaaflarını sergiliyor. Başbakan Erdoğan’ın yoğun ve hızlı referandum kampanyasındaki mitingleri de son yerel seçim kampanyası kadar heyecanlı ve kalabalık değil. Başbakan Erdoğan’ın son olarak YAŞ çerçevesinde TSK ile girdiği mücadelede de en hafif deyimle ofsayda düşmüş görünüyor.
Geniş yurttaş kesiminin sonuç olarak teknik bir Anayasa değişikliği olan referandum konusuyla çok fazla ilgilenmediğini, 12 Eylül günü de çok sayıda yurttaşın ilgisizlikten ya da üşenip sandık başına gitmeyeceğini bildiğinden, AKP yanlısı medya aslında pek de rahat değil.
Referandumun AKP iktidarı konusunda bir yoklamaya dönüşmüş olması da yandaş medyayı huzursuz kılıyor.
AKP’nin ‘çok akıllı’ stratejistleri, oylama gününü 12 Eylül’e alırken, büyük bir ihtimalle 30 yıl önceki darbede kendilerinin aslında askerin safında olduklarını unutmuşa benziyorlar. İdam edilen gençlerin son mektubunu gözyaşlarıyla okumak ya da Ahmet Kaya’dan medet ummak, AKP yönetiminin ne büyük çelişkiler içinde olduğunu gösteren sadece bir örnek.

ÇELİŞKİLER YUMAĞI

12 Eylül’ün halen hayattaki en üst düzey sorumlusu emekli general Kenan Evren’e ve son darbe girişimlerinden birinin mimarı bir başka emekli general Yaşar Büyükanıt’a dokunamayan, 12 Eylül hukukunun hem ruhu hem de kurumlarını, iktidara geldiğinden bu yana kendi siyasal çıkarları için değerlendiren AKP destekçisi medyanın bu konulara hiç değinmemesi yurttaşların dikkatinden kaçmıyor.
Anayasa Mahkemesi ve HSYK konusundaki değişiklik önerilerinin gerçek anlamda bir hukuk devletini yaratmaktan çok, bir türlü ele geçiremediği yüksek yargı organlarını vesayet altına almak amacını taşıdığını herhalde AKPli seçmenler de biliyor.
CHPli bir belde belediye başkanının Evet tercihi, AKP ve AKP yanlısı medyayı bu kadar sevindirebiliyorsa, AKP içindeki MHP eskilerinin Hayırcılığını görmek onların pek işine gelmiyor.
Barış yanlısı olmadan ordu karşıtı olmak, siyasi vesayete karşı çıkmadan sadece yüzeysel bir şekilde 12 Eylül karşıtı görüntü vermek, yurttaş kesiminde kuşkulara yol açıyor. Erdoğan-Gül ikilisi, AKP ilk kez seçimleri kazandığında adeta icazet almak için öncelikle Kenan Evren’le Süleyman Demirel’i ziyaret etmişlerdi. AKP medyası bu tür ‘background’ları anımsamıyor ve yayınlamıyor.
İktidar yanlısı medya, tüm bu çelişkili konumları gizlemek/örtmek amacıyla, referandumun sivil iktidar ile askeri vesayet arasında bir tercih olduğunu, dahası demokrasi ile darbecilikle arasında bir seçim olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyor.
Hayırcıların zayıf gerekçeleri AKP medyası tarafından aslında yeterince işlenmiyor. AKP medyasının üzerinde fazla durmadığı bir siyasi tercih de boykotçular bloku. Blok, Türkiye’deki kutuplaşmanın kırılması için önemli bir ilk adım olarak 12 Eylül sonrası siyasi ortam hakkında bir işaret veriyor.
Sonuç olarak, referandum, genel ya da yerel seçimlere oranla, iki bilemediniz üç seçenekli bir tercih olduğu için AKP ve medyası kendinden emin değil.

SONRASI DAHA ÖNEMLİ

Ciddi bir eleştiri ve değerlendirme yapabilmek için 12 Eylül referandum sonuçlarını beklemek gerek. Sonuç ortaya çıktığında geriye dönüp AKP medyasının referandum konusundaki sunum tarzı, söylemi, içeriği, vaatleri, öncelikleri gözden geçirilmeli. Evet kazansa bile bu medya eleştirisi anlamlı. Çünkü o zaman medyatik iktidarın oylamadan önceki evet gerekçeleri ve yaklaşımı ile evet oyu kullanan yurttaşların motivasyonları kıyaslanabilir. Ayrıca AKP medyasının ikna gücü hakkında da biraz bilgi sahibi olabiliriz. Tıpkı bir kesim seçmenin sağduyusu ve siyasi tercihleri konusunda olduğu gibi…
Hayır kazanırsa, AKP medyasının siyasal/toplumsal gerçeklikten ne kadar ve nasıl koptuğunu irdelemek , sadece akademik ya da medyatik değil, aynı zamanda siyasal ve dramatik açıdan da ilginç ve eğlenceli bir çalışma olabilir.(SON/RD)

Yorumlar

özkan dedi ki…
Yazınızın ana fikrine katılmıyorum. AKP'nin dalkavuk medya ile başarılı olamayacağını öne sürüyorsunuz. Aklıma hemen AKP'nin ilk kazanadığı seçim geliyor. Ana akım medya AKP'ye karşıyken kazandılar. Çoğu kişi medya bir partiyi iktidardan düşürebilir ama onun seçim kazanmasını sağlayamaz dedi. Haklı görünüyorlar.
AKP'nin yargıyı ele geçirmek istediğini söylüyorsunuz. Artık öğrendik bütün avrupada adalet bakanları, meclis yüksek yargıçlar heyetine aday seçiyor. Yani adamların hükümet olduğu yetmiyor bir de herşeyi idare etmeye kalkıyorlar. Sadece yol, baraj yapsınlar, güneydoğuda işsiz gençlere iş imkanı sağlayıp kimliklerin unuttursunlar ama militer, jakoben, laikçi öze dokunmasınlar. Gençliğimde safça cumhuriyet yazarlarının hakikaten darbe karşıtı olduğuna inanmıştım. Oysa onların tek derdi darbecilerin sağcı olmasıymış. Şimdi e Birgüncülerin, devyolcuların 12 Eylüle şartlar gereği "en çok karşı oldukları için" şöyle bir fiske atmayacaklarını öğrendim.
Geçmiş de şunu dediler şimdi bunu dediler derseniz olmaz. Bu ülkenin tapılan bir eski liderinin Mondros Ateşkesi'nden sonra çıkardığı gazetede söylediği sözleri hatırlayın. Yüce gönüllü İngilizler hakkında olanı kastediyorum.
AKP'li değilim, sekülerim. Evet oyu vereceğim. Anayasa Mahkemesi ve HSYK'nın yapısını değiştirerek anayasada köklü değişiklikler yapılmasına imkan sağlanacağı için evet diyorum.
Bugünün şartlarında AKP de bunu yapıyor. Nasıl yüce atalarımız o günün şartlarına göre padişahçı, halifeci, ingilizci, italyancı, cumhuriyetçi, laik, milliyetçi, kurtarıcı, devrimci oldularsa. Backgroundlar anımsansa ne güzel olur.
Adsız dedi ki…
Ragıp Duran'ı hüzünle izlemeye başladım. Böyle mi olmalıydı? En sıradan ve partizan yorumcuların ağzından ödünç aldığı kelimelerle olayları analize çalışıyor. Bir AKP'dir tutturmuş gidiyor. AKP perspektifinde kaldığınızda, Türkiye'de Gladyonun kontrolündeki statükonun icraatlarını ıskalarsınız. Statükonun, kendini tahkim ve iktidarını kalıcı kılma uğrunda yaptığı kanlı müdahaleleri, 1960, 1971, 1980, 1993, 1996 kanlı müdhaleleri AKP sendromuna bağlı kalrak nasıl açıklayacaksınız? Bütün bu müdahalelere zemin hazırlamak için dernekler, partiler, fraksiyonlar kurdurulduğunu, medyanın kontrol altında tutulduğunu, TÜSİAD, DİSK'e, MİSK'E, TÜRK-İŞ'e ayrı ayrı roller verildiğini, gerçek bir sosyalizm olmasın diye Cumhuriyet, Aydınlık, Birgün gibi yayın organlarına vücut verildiğini...
Adsız dedi ki…
Ragıp Duran'da bu gerileyişi nalamak kolay değil.
O, 1960 ihtilali ve 1961 Anayasasının ABD (gladyo) tarafından yapıldığını, Statküonun asıl tahkimatını ise 1982 Anaysası ile gerçekleştirildiğini unuttuğumuzu sanıyor. Bu Anayasadan sonra seçimle gelenlerin asker ve yargı vesayeti karşısında kıpırdayamaz hale getirildiğini sokaktaki adam bile öğrendi, tam da bu anda Ragıp Duran ise ülkenin yakıcı gerçeklerini unutmaya başlamış. Yazıdaki "hayır"cı özü farketmemek imkansız. Besbelli ki Referandumda "hayır" çıkması, yani yargı ve asker vesayetinin sürmesi Duran'ı çok mutlu edecek. Ragıp Duran'a biçilen, onun da kendine münasip gördüğü her tarafa eşit mesafeli bilge adam rolü, son zamanlarda çöktü. Demek ki, aslında Duran, öteden beri azıcık sosyalist aromalı orta yolcu profiliyle bizleri oyalamış. 60 yıldır Türkiye'de olan bitenlerden tamamen habersiz görünmesi hiç inandırıcı değil. Bu güya bilge adam nasıl oldu da birden her şeyi AKP ekseninde değerlendirmeye başladı? Anlamak zor. Benzer bir dönüşü Fikri Sağlar'da da gördük. Hadi diyelim O Baykal'la davalıktır, yeni CHP yönetimine yanaşıp bir dönem daha Bakanlık hayali kurmuş olabilir. Ragıp Duran'ın CHP'den bir beklentisi olabilir mi? Bunun için mi AKP'den başlıyor söze ve AKP'den bitiriyor. Bir bilim adamı nasıl ve niçin bu düzeye iner ve artık taksicilerin bile kavradığı gerçeklere bu denli "fransız" kalır.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla