Ana içeriğe atla

Mors mirabilis *


Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’ten ayrılması şahsi bir sorun değil. Siyasi iktidar ile Medyatik iktidar arasında bir süredir kızışan kavganın bir yan etkisi (Lateral Damage). Erken ve mutlu bir ölüm…

Özkök’ün Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmenliğinden ayrılması önemli.
Kişisel nedenlerini bilemeyiz. Belki yazar. Ama yazdıklarına inanmamız zor.
Özkök, aslında bir süredir ‘günah çıkarma ile vasiyetname’ arasında bir şeyler yazıyordu. Ayrılma kararının yeni olduğunu iddia etmek doğru değil.
Özkök’ün ayrılmasında üç önemli neden olabilir:
- Maliye’nin Doğan Holding’e kestiği vergi cezası ile medya grubunun mali açıdan çok güç duruma düşmesi hatta bazı gazete ve televizyon kanallarını satmak zorunda kalması
- AKP iktidara geldiğinden bu yana, özel olarak da Gül’ün Çankaya’ya çıkmasından sonra AKP ile Hürriyet arasındaki gerginlik had safhaya ulaştı
- Hürriyet, bu ilk iki boyutta köşeye sıkışınca, geleneksel kimliği (Devlet gazetesi) ile benimsemesi gereken yeni kimliği (Popüler, siyasi iktidar yanlısı) arasında bocaladı. Sonuç olarak, medyatik iktidarın en güçlü sesi olarak, Hürriyet, (Kendilerine Amiral Gemisi diyorlar), siyasi iktidar ile askeri iktidar arasında sıkışıp kaldı.

Her üç boyutta da Amiral Gemisinin Kaptanının sorumluluğu var. Gemiyi kurtaramadı. Üstelik de şimdiye kadar rotayı o çiziyordu. Gemi belki batmak üzere, ya da korsanlar tarafından ele geçirilecek. Göreceğiz…
Özkök, kendisine ‘Avustralyalı’ sıfatını uygun görür. Kanguru ülkesinin bozkırından gelip Londra’da, İmparatorluğun başkentinde önemli bir iş yapan, hırslı, saldırgan insanlar için kullanılır bu benzetme. İngilizcede ‘Avustralyalı’ sıfatı aslında daha çok, ‘kaba-saba’, ‘köylü’, ‘görmemiş’ ya da Özkök’ün yanlış kullandığı deyimlerden biri olan ‘sonradan görme’ anlamına gelir.
Özkök, şimdi Avustralya bozkırına dönmek durumunda.
Ayrılırken de 20 yılını anlatmak için İngilizce bir cümle kurmuş: That was a good life! Kuşkusuz kendisi son 20 yıl çok güzel (Ayrıca da zengin!) bir hayat yaşamıştır herhalde. İyi de bunu neden İngilizce söylüyor?
Bu arada Üsküdar’daki mahkemede Emin Çölaşan’ın kazancı konusunda TL ve dolar üzerinden ayrıntılı bilgiler veren sabık yönetmen, acaba kendi maaşı ve yan gelirleri hakkında da okurlarını bilgilendirecek mi?
Kabul etmek gerekir, 20 yıl boyunca Hürriyet’in başında kalmak gazeteciliğin ötesinde, hatta dışında beceriler ister. Çünkü o koltuk medyatik iktidarın tahtıdır. Doğru. Ama Özkök’ün tahttan devrilmesi, aslında biraz da siyasi iktidarın medyatik iktidara vurduğu bir fiskedir.
Özkök, Doğan ve Doğan’ın kızlarıyla da artık uzlaşamaz hatta anlaşamaz hale gelmiş durumda. Ama bu tali bir faktör.
Özkök, Hürriyet gazetesinin başında, benim izleyip az çok bildiğim, Nezih Demirkent ve Çetin Emeç’in dönemlerine oranla farklı bir liderlik geliştirdi. Evet, Hürriyet, başlı başına bir kurumdur, yani temel kurumsal ilkeleri/özellikleri vardır. Ama başındaki insan da o kurumu belirli ölçüde etkiler, biçimlendirir, rengini vermeye çalışır. Özkök bu konuda başarılı sayılabilir. Kesin olarak ne kadar başarılı olduğunu önümüzdeki 1-2 yıl içinde daha net görebileceğiz. Küçük Özkök bey ve Özkök hanımların, ustaları gittikten sonra, neler yapacaklarını izlemek lazım.
Özkök’ün gazetecilik/habercilik tarzı ve bu konulardaki anlayışı çok tartışmalı. Üstelik yüzeysel ve uçucu. Gazeteciliğin temeli olan habere muhalefet ediyor. Gazeteciyi, yazarı, röportajcıyı haberin ana öznesi haline getiriyor/getirdi. Aklınca yıldızlar yaratıyor/yarattı. Gazetecilik gibi çok kolektif bir uğraş alanında, meslekte bireyi(olabilir) ve bireyciliği (olamaz ve zaten de olmuyor) önplana çıkarmaya çalışıyor. TÜSİAD üyesi ama Gazeteciler Cemiyet’ine üye değil, magazin muhabirleri derneğine üye. Belki de bundan sonra Kelebek ekinde okuruz yazılarını.
Özkök’ün etkisi, Doğan grubu ile sınırlı değil. Tüm egemen medyada bir rol model oluşturdu. Aslında çok orijinal bir mesleki şahsiyet değil. Benim izlediğim ülkelerde de, yani Fransa’da, İngiltere’de, ABD’de de medya alanında ve diğer alanlarda çeşitli boylarda ve renklerde Ertuğrul Özkök’ler var.
Mesela Le Monde’un eski Yazı İşleri Müdürü Edwy Plenel, Özkök’ün Troçkist versiyonu sayılabilir. Şimdilerde İnternet’de faaliyet gösteriyor ama tabi ki arkasında Le Monde olmayınca Plenel’in Plenelliği kalmıyor.
Bu grup şahsiyet, işte Baby Boom denilen kuşağa mensup. Yani 2. Dünya savaşının bitiminden sonra doğmuşlar. Çoğunlukla orta ve alt gelir sınıflarından yola çıkmışlar. 20’li yaşlarında genellikle solculuk dünyasına girmişler. 80’lerden bilhassa 90’lardan sonra ‘Solculuktan bir hayır gelmeyeceğine’ inanıp (Çünkü onlar solculuğu kendi hayırlarına bir şey sanıyorlardı) neo-liberal düzenin sözcüsü, uygulayıcısı olup , iş ve medya dünyasında enerji-sinerji-vizyon-misyon cikletiyle adı sanı bilinen kişiler haline geldiler. Ayrı bir mesele…
Özkök, bugün hala 12 Eylül’ü ve Kenan Evren’i savunuyor. Sadece bu özelliği bile yeteri kadar olumsuz.
Medya dışı alanlardan milyonlarca dolar gelir sağlarken, koalisyon hükümetleri ya da tek parti döneminin ilk başında, yani siyasi iktidar ile medyatik iktidar iyi anlaşırken (İkinci birinciye uyum sağlayıp boyun eğerken ya da Paşa Paşa geçinirlerken) Hürriyet’i yönetmek nispeten kolaydı. Şimdi ise muhalefet etmek istiyorsun, edemiyorsun. Başında Maliye’nin kılıcı sallanıyor. Ergenekon’u ürkekçe savunacaksın, onu da tam yapamıyorsun.

Sonuç olarak, ben bir medya eleştirmeni olarak üzgünüm. Özkök’ün Hürriyet’i, bana ve benim gibi düşünenlere sürekli eleştiri malzemesi sağlıyordu. Artık sadece E.Ö imzalı köşe yazılarına kaldık.
Okur olarak ise, Özkök’ün gidişi, erken ama mutlu bir ölümdür. Çünkü bizzat kendisi, emeklilik için, yarı şaka yarı ciddi, 2020/2030 gibi tarihler telaffuz etmişti. Kendini ve star muhabirlerini haber yapan yönetmenin gidişi, gazetecilik/habercilik açısından müjdedir. Artık şaçma sapan şarap muhabbetleri okumayacağız; yönetmenin ilk gençlik anıları, eşi, kızı, torunu ve yakın arkadaşlarının kamuyu , okuru ilgilendirmeyen maceralarından da mahrum kalacağız. Yerine Enis Berberoğlu’nun gelmesi, Berberoğlu’nu tanıyanlar için sevindirici ve olumlu. Cumhuriyet kökenli bu meslekdaşımız, şimdiye kadar ciddi gazetecilik yaptı. Bundan sonra da yapmasını beklemek en doğal hakkımız. Berberoğlu’nun Hürriyet’i Özkök’ün yaptığı Hürriyet’ten mutlaka farklı olacaktır. Ancak bir sorunun yanıtını henüz bilmiyoruz: Berberoğlu’nun Hürriyet’i hala Aydın Doğan’ın Hürriyet’i mi olacak?

•Şahane Ölüm

Yorumlar

araratgresor dedi ki…
Berberoğlu konusunda iyimser olduğunuzu düşünüyorum...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla