* 70’lerde Maocuların idolü sonraları Cemaatin kendi deyimiyle sosyal liberal yazarı başarılarını, düş kırıklıklarını, pişmanlıklarını kaleme almış. Parlak bir öztanıtım broşürü, zengin bir özkutlama kataloğu.
Ragıp Duran
En eski ünvanı ‘’Maoculuğu Türkiye’ye getiren Adam’’ olan
Alpay, Lejand yayınlarından çıkan 564 sayfalık anılarının birinci cildinde son
80 yılın Şahin Alpay’ını biraz da o dönemleri anlatıyor.
Alpay, benden 10 yaş büyük. O, Aydınlık’tan ayrıldığı
yıllarda ben yeni yeni PDA’cı oluyordum. 70li yılların başında Şahin Alpay ve
Halil Berktay bizim için hareketin en önemli ideologları ve gerçek birer
devrimci aydındı.
Kendisini çok az tanırım. Ama bilgisi, kültürü, çalışkanlığı, içtenliği ve dürüstlüğü konusunda sanırım kimse olumsuz bir yargıda bulunamaz.
Kitap piyasaya çıktığında, Medyascope, Apaçık Radyo ve Serbestiyet’de anılar hakkında yayınlanan söyleşileri izledim. Cazipti. Ancak kitabı okuduktan sonra bu mecralarda söyleşiyi yapan arkadaşların Alpay’a ve kitabına neden hiç eleştirel yaklaşmadıklarını bir türlü anlayamadım. Söyleşiden çok PR faaliyeti gibiydi bu muhabbetler.
Alpay, anılarında belki de gereksiz yere bir sürü ayrıntıya
girmiş. Uslûbu akıcı olmasına rağmen bir çok yerde uzatmış da uzatmış. Tekrar
da var bazı yerlerde. İyi bir editör olsa, 250-300 sayfaya indirebilirdi
kitabı. 3 kuşak aile soy ağacı, 50 yıl önce yayınlanmış ve uzun alıntılar
yapılan ‘’siyasi tahliller’’ bugünün okurları açısından pek anlamlı olmasa
gerek.
Ş.Alpay ya hayatı boyunca günlük tutmuş (Ki sadece
Ankara’da CHP için çalıştığı dönemde tuttuğunu yazıyor) ya da olağanüstü bir
belleği var. Kitabını yazarken çok iyi araştırma yapmış. Bundan 50-60 yıl önce,
Anadolu’da ya da Istanbul’da bir gece kaldığı otellerin adını, yine o
tarihlerde sabah bir büfeden kahvaltı olarak neler yediğini-içtiğini yazmış
anılarına. Bu tür bilgilerin tümü ne derece gerekli, kitaba ne katıyor
bilinmez.
Kitabı okurken önce sinirlenmeye sonra da üzülmeye
başladım ben. Anı kaçınılmaz olarak çok şahsi bir mecra, dolayısıyla eleştirisi
de şahsi olacak. Anıda yazar haliyle esas oğlan olacak. Ama anı kitabı bir
özreklam, bir özövünme dizisi olmamalı değil mi?
Fransızların güzel bir sözü vardır: On est mieux servi par soi-même! Yani insana en iyi kendisi hizmet
eder. Alpay’ın anılarına uygulayacak
olursak bu sözü, tercümesi ‘’Kimse seni övmüyorsa sen kendini öv!’’ olabilir.
Şahin, daha küçük yaşlardan itibaren, sınıf birincisi,
bütün sınavları ve seçimleri kazanıyor, herkes onu çok seviyor, herkes onu çok
takdir ediyor. PDA’da imzasız başyazıları yazıyor, grubun lideri onu kendisine
rakip olarak görüyor. En iyi sayfaları kendisi hazırlıyor, en iyi köşe
yazılarını kendisi yazıyor. Şahane konferanslar veriyor. Özel hayatına ilişkin
satırlarda da anlıyoruz ki, eşi ‘’Dünyanın en güzel kadını’’, kızı ‘’Dünyanın
en güzel kızı’’. Ünlü ünsüz tanıdıkları hep ‘’Müthiş insanlar’’… vs…
Tanımayan bir okur, kitabı okuduğunda yazarı bulunmaz
Hint Kumaşı sanır.
Ben kitap okurken klasik ya da enstrümantal müzik
dinlerim. Ancak bu sefer, benim MP3 de mi okuyordu kitabı anlamadım, Chopin’den
sonra birden bire MFÖ’nün ‘’Sen neymişsin be abi!’’ şarkısı çalmaya başladı.
Cengiz Çandar ve Şahin Alpay - Foto OdaTV sitesinden alındı.
Alpay’ın benmerkezciliğinin zirveye ulaştığı nokta kendi anı
kitabına ilişkin değerlendirmesi. Kitapta bir çalışma arkadaşının sarf ettiği
cümleyi, yazar kendi kitabı için söylemiş bir yakınına: ‘’Mühim olan kitabı
benim beğenmem!’’. Okura büyük bir selam var burada.
Yazar kendini çoğu zaman büyük adamların arkasındaki
büyük danışman olarak tasavvur ediyor. Eminence grise plénipotentiaire! Arıyor buluyor, Hasan Cemal’in yazı ve
açıklamaları ile Deniz Baykal’ın demeçlerinin aslında kendi fikirleri olduğunu
öne sürüyor. Birincisi iyi de ikincisi pek övünülecek bir şey olmasa gerek.
Şahin belli ki, her yazısını arşivlemiş, çeşitli
dönemlerde kendisini telefonla ya da bizzat arayan, hal hatır soran, geçmiş
olsun diyen ama özellikle kendisini öven muhabbetleri de bir kenara not etmiş.
Yeri geldiğinde ne kadar önemli insanların kendisini aradığını listeler halinde
sunuyor okura.(Mesela s.512-513). Çok etkilendim.
Şahin çok sık olmasa da talihsiz benzetmeler yapıyor.
Mesela bir yakını, onun yazılarını Nadir Nadi’nin yazılarına benzetmiş. Bir köşe yazarı için çok parlak bir referans mı şimdi bu?
Kitabı okuyana kadar saydığım, takdir ettiğim Alpay’ın
anılarını ite kaka bitirebildim. Saydım, 53 satırın altını çizmişim. Çoğu
‘’Kıymeti bilinmemiş büyük yazar hatta büyük gazeteci’’nin gazetecilikle ilgili
yazdığı cümleler. Gerçi hayatında alana çıkıp iki satır haber yazmamış,
haber merkezinde ya da yazı işlerinde oturup 2-3 haber üzerinde çalışmamış
insanlara gazeteci denmez. Köşe yazarı denebilir, söyleşi yapan denir.
Şimdilerde İnternet’te abuk sabuk mesaj gönderenler de kendini gazeteci diye
tanıyor ya…
Anı kitabı yazarı, Pişmaniye Üretim ve Dağıtım Limited
Şirketinin yetkili Genel Müdürü gibi yazmış satırları. Şimdiye kadar başta Gün
Zileli olmak üzere belirli sayıda 68li devrimci arkadaş anılarını
yayınlamışlardı. Hiç birinde solcu militanlık günlerine yönelik, Alpayvâri bir nedamet
gösterisine rastlanmıyor. Alpay megalomaninin şahikasına ulaşırken yetmiyormuş
gibi bir de döneklik övgüsü yapıyor.(s.435 ve 534). Fikirlerin gelişmesi,
tutumların değişmesi herhalde son derece doğal bir durum. Ama eskiyi tu kaka
edip yeniyi yapay yaldızlarla parlatmaya çalışmak, ne eski arkadaş ve dost
çevresinde ne de kendisini misafir etmeye çalışan yeni muhafazakâr mahallede
çok fazla puan getiren bir yaklaşım.
Şahin’in sözlüğünde tevazu kelimesi namevcut. Mesela bir
iş başvurusu yapıp red edildiğinde hemen ‘’Beni fazla nitelikli bulmuş olmalı
ki bir daha aramadı’’ (S.340) diyebiliyor. İyi niyetin Everest’i.
Alpay’ın siyasi güzergâhı da sorunlu. Kendi geçmişiyle
barışık olmayınca mutsuz ve huzursuz olan insan, çevrenin kendisine hak ettiği
değeri vermediğini de görünce gömlek değiştirir gibi o cenahtan bu cenaha gidiyor
geliyor. Gençliğinde Marksist bir formasyona sahip olan insan, Avrupai anlamda
sosyal-demokrasiye meyledebilir. Çok sayıda örneği var bu geçişin. Ama
Maoculuktan, İsveç sosyal demokrasisine, oradan ne idiği belirsiz sosyal
liberalizme, oradan CHP’ye sonra da Gülen Cemaatine (‘’Tarikat ve cemaatlerin
temsil ettiği İslam’’a da ‘’Halk İslamı’’ diye bir sıfat uydurmuş. s.433) geçiş,
olağanüstü esnek bir omurga gerektiriyor herhalde. Zaten Gülen Cemaatini ilk
başlarda öve öve bitiremiyor (s.439). Ne yazık ki devlet dahil herkes Alpay’ın
Gülenci olmadığını bilse de yazar 20 aydan fazla hapiste kaldı.
Alpay’ı yakından tanıyan bir kaç dostuyla konuştum. Biri
beni çok rahatlattı:
- Yahu ciddiye alma Allah aşkına… Biz kendi aramızda ‘A
bak Şahin yine ne yapmış?’ der güler geçeriz, dedi.
Bir başkası, ben katılmasam da, çünkü ageism içeriyor, Alpay’ın tutarsızlıklarını
şöyle açıkladı:
- Abi adam gelmiş 80 yaşına artık ne yazdığını bilmiyor
herhalde! Ayrıca da acaip saftır Şahin.
Anılarda sosyal-demokrat, sosyal liberal ibareleri sık
geçiyor da, yaşamında ve yazdıklarında sosyal kavramına ve pratiğine pek rastlamıyoruz.
Bencil demokrat ya da bencil liberal dese daha hoş olurdu.
Şahin Alpay,
Ömer Madra ve Cengiz Çandar TSK’da (1974)
Yazar, İsveç’i ‘’dünyanın çamaşır makinesine’’ benzetmiş.
Çünkü ‘’Bir uçtan radikalleri, devrimcileri alıp yıkadıktan sonra öteki uçtan
liberaller, sosyal demokratlar çıkarıyor’’muş. Kendini eskiden ‘’kirli’’ bir
Marksist olarak gören ama işlemden geçtikten sonra pirüpak olmuş biri
söylüyorsa bunları zatı alilerinin tecrübesine güvenmemiz lazım.
Yazar, CİA’nin 3. Dünyanın kararsız aydınlarına yönelik
eğitim kitaplarında da geçen ‘’Marksizm Zihinleri Tutsak Etti’’ ibaresini de
benimsemiş.(s.443). Herkes sadece kendi adına konuşsa daha iyi olur herhalde. O
zaman, ‘’Anti-komünizm Zihinleri Tutsak Etti’’ dese birisi ne olacak?
Şahin, anıları
boyunca, çoğu zaman dolaylı, arada sırada açık bir şekilde kapitalizmin
reklamını yapıyor. Serbest girişim militanı kendisi. Ama kime serbest? Rekabet
de önemli bir tema satırlarında. Halbuki solcular ve demokratlar, kamu ve
dayanışma gibi kavramları öne çıkarır yazı ve uygulamalarında.
Andığı, beğendiği insanların büyük bir çoğunluğu sağcı, muhafazakar kişiler. Kendisi de zaten bir zamanlar Menderes’i övmüş (s.66). Devletle, iktidarla ilişkileri de sorunlu. Mesela bir Cumhurbaşkanı kendisini telefonla aradı diye acaip seviniyor (s.503). Bir iş insanı kendisini övdü diye mutlu oluyor. Bir yazısı bir başka gazete tarafından iktibas edildiğinde sevinçten göklere uçuyor.(s. 506). Söz konusu gazete Akit olsa bile.
Siyasi kimliği olan insanları iki temel parametrede
değerlendirmek iyi bir yaklaşımdır bence:
- Kişi konulara/sorunlara sınıfsal açıdan bakıyor mu?
- Kişi mevcut siyasi-ekonomik düzene karşı nasıl
davranıyor?
Alpay örneğinde birinci kriterin cevabı evet. Alpay
konulara, egemen sınıf açısından yaklaşıyor. Zaten kahramanı da Karl Popper
(s.122).
İkinci kriterin cevabı ise uzlaşmak. Dahası üniversiteden
mezun olduğunda amacının ‘’Hariciyeci olup Türkiye devletine hizmet
etmek’’(s.93) olduğunu yazıyor. Dikkat Türk devleti değil Türkiye devleti. Alpay beklendiği üzere Özal’ı övmeyi de
unutmamış.(s.288).
Bir başka yazısında ‘’dışta milli çıkarları (?)
savunmaktan’’ ve ‘’özel sektörün ekonomimize önemli katkıları’’ndan söz ediyor.
Tam bir devlet adamı.
Alpay gazetecilik konusunda da pek hayırlı işler
yapmadığını istemeden itiraf ediyor. Gülenciler yazara ödül vermek istemiş, red
etmiş ama Cemaatinin Orta Asya’daki okullarını yerinde incelemek
istemiş.(s.441). Gezi siparişi!
Kendine demokrat, liberal diyen bir insan, Kıbrıs
Cumhuriyet’inden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi diye söz eder mi? (s.479). Ya da Abdullah
Öcalan’dan ‘’PKK elebaşı’’ (s.481), PKK’den de ‘’Sözde Marksist bir diktatörlük
kurmaya kalkışan çete’’ (s.481) diye söz
eder mi? Bu deyimler devletin
terminolojisinden alınmadı mı?. Keza Dersim’den Tunceli (s.164) diye sözetmek
de mi liberalizm oluyor?
Alpay’daki milli haset, galiba biraz da mübadele geçmişi
nedeniyle, 1999 yılında ziyaret ettiği Selanik’de ‘’Türk mahallesini’’
gezdiriyor (s.499). Ben yaklaşık 10 yıldır bu kentte yaşıyorum, ‘’Türk
mahallesi’’ diye bir semt ne gördüm ne de duydum.
Alpay, eski yazılarından uzun uzun alıntılar koymuş
kitabına. Bugün okunduğunda ne kadar isabetli tahlil ve öngörülerde bulunduğunu
kanıtlamak için. Oysa ki kanıtlanmıyor!
Yazarın tayin edici iki konu olan Kemalizm ve Ermeni Meselesi
(Soykırım değilmiş, Zorunlu Göçmüş. s.73) gibi hassas konularda hiç bir
orijinal ve gerçekten liberal görüşü yok.
Alpay’ın ya da editörünün Türkçesinde nadir de olsa
topallamalar var: ‘’Yassı ekmek’’ (s.174) dediği pide değil mi? Lavaş da
olabilir.
Alpay, resmi tarih yazar gibi bir özyaşamöyküsü kaleme almış.
Kendini övmeye, savunmaya, haklı çıkarmaya büyük ölçüde de mağdur göstermeye
yönelik bir yazım tarzı.
Megalomanisine sinirlendim, çaresizliğine üzüldüm. (SON/RD)
Yorumlar