Ana içeriğe atla

YA TABU YA BARIŞ!

Azadiya Welat gazetesinin sorularına yanıtlar

Kürt meselesi, artık sadece PKK ile Ankara'nın tek başlarına çözebilecekleri bir mesele olmaktan çoktan çıktı. Üstelik meselenin tarihi, ekonomik, kültürel, tabi ki siyasi, askeri, toplumsal, psikolojik...vs...boyutları var. AKP içten değil üstelik de tutarsız. Soruna adil, kalıcı bir çözümü hükümet ya da devlet değil toplum bulabilir.

       Devlet önceleri Kürt yok, sonraları var ama hakları yok, dedi. Şimdi de Kürt sorunu var, en önemli meselemizdir, çözmeliyiz diyor. Sizce ne değişti, bu yaklaşım ne anlama geliyor?


Türk egemenleri 1925’den bu yana Kürt meselesi konusunda övünerek savunabilecekleri bir politika oluşturup uygulamadıkları gibi, kırım, katliam, inkar, asimilasyon gibi yöntemlerle soruna yaklaştılar. Tüm bu yöntemlerin geçersizliği giderek daha geniş kesimlerce anlaşılmaya başlandı.

ABD’de Obama yönetiminin başa gelmesi, Irak’tan askeri olarak çekilme zorunluluğu, Türkiye’de de AKP iktidarının klasik devlet anlayışlarının dışında bir çözüm arayışına girmesi ayrıca Kürtlerin silahlı ve siyasal direnişi, Türkiyeli demokrat ve liberallerin itirazları ve daha bir çok nedenle geleneksel politikaların sonunu getirmişe benzer.

       Sayın Cumhur Başkanı Kürt meselesinde iyi şeyler olacak, devlet kurumları mutabakat halindedir dedi. Gerçekten devlet kurumları mutabık mıdırlar?

Devlet kurumlarının mutabakat halinde olmadıklarını görmek için TSK’nın, Emniyet Genel Müdürlüğünün, Adalet Bakanlığının, yargıç ve savcıların, Dışişleri Bakanlığının Kürt meselesi hakkındaki tutum ve uygulamalarını gözden geçirmek yeterlidir. Cumhurbaşkanının bu açıklaması gerçeği değil bir dileği dile getiriyor. Dolayısıyla sadece iyi niyetli bir düşünceden ibaret.

       Devlet yetkilileri daha çok bireysel haklar temelinde soruna yaklaşmaktadırlar, bu yaklaşım sorunu çözer mi?

Kürt meselesinin özünde ve kökeninde, ulus-devlet ve bu anlayışın sorgulanması yattığı için kimi devlet yöneticileri, göstermelik bireysel haklarla sorunun çözülebileceğini sanıyor. Bireysel hakları sihirli değnek gibi göstermek, siyasal-ideolojik-tarihi-kültürel-ekonomik-psikolojik-bölgesel-uluslararası ve daha bir çok boyutu olan bu karmaşık sorunu neredeyse görmezden gelmek ya da en azından küçümsemek anlamına geliyor.

Klasik devlet anlayışı açısından, sorun zaten yoktur, verilmesi/bağışlanması geç kalmış bir kaç hak kırıntısı vardır, onları da denetimli bir şekilde verince mesele hallolur.

       Kürtlerin temel hak olarak kabul ettiği esas talepler devlet yetkililerince kırmızı çizgiler şeklinde ifade ediliyor, bu yaklaşım doğru mu?


Türk egemen diline göre Kuzey Irak, Kürt ve sol sözlüğe göre Güney Kürdistan konusunda da bundan en fazla beş yıl önce Ankara’nın resmen deklare ettiği kırmızı çizgiler vardı. Bu çizgiler önce turuncu oldu sonra sarardı şimdiyse bu çizgiler tamamen ortadan kalktı. Siyasi alanda, bu tür kırmızı çizgiler çekmek tarih açısından pek hayırlı bir iş değildir.

Mesele henüz yeni yeni tartışmaya açılırken Kürtlerin taleplerinin çok daha açık ve somut olarak ifade edilmesi lazım. 15 Ağustos’ta İmralı’dan yapılacak açıklamanın tartışılması derinleştirilmesi ayrıca diğer Kürt mecralarının kendi yol haritalarını açıklaması gerekir. Keza AKP’nin de (Gazetecileri toplayıp onları meçhul bir plana paydaş etmenin yanı sıra) diğer partilerin, STK’ların, üniversitelerin, iş dünyasının, tüm toplumsal kesimlerin Kürt meselesine ilişkin görüşlerini ortaya dökmesi gerekir. Çözüm için önce neden, köken, yöntem gibi sorunlar gündeme gelmeli.

       Yöntem olarak sonda ele alınması gereken şeylerin, silah bırakma gibi başta ele alınması tıkanmaya yol açmaz mı?

Ankara neredeyse önkoşul olarak PKK’nin silah bırakmasını hatta teslim olmasını istiyor. Çünkü Ankara’nın büyük bir kesimi Kürt meselesini hala sadece bir asayiş sorunu olarak görmekte israr ediyor. Çünkü bu yaklaşım onların çıkarına uygun. Bugün öncelikle ‘Kürtler neden ayaklandı? Nasıl ayaklandı? Ankara Kürtlere neden böyle davrandı?’ sorularına yanıt aramak gerek.

       Muhataplık konusu tartışılan bir konudur. Sizce muhataplar kim ya da kimler olmalıdır?

Öncelikle sorunun müzakere yoluyla çözüleceği konusunda geniş kesimlerin uzlaşması gerekir. Belki daha da önce soruna taraf İKİ kesimin olduğunu kabul etmesi lazım Ankara’nın. Kürtler bu konuda Türk egemenlerine ve Türk toplumuna oranla siyasi olarak daha olgun ve daha ileride. Ama sorun iki taraf arasında çözülecekse Türk egemenlerinin ve Türk toplumunun önemli bir kesiminin de aynı ya da benzer bir olgunluk düzeyine gelmesi gerekir. Taraflar baştan beri belli: Siyasal alanda hükümet ve DTP. Askeri alanda TSK ve PKK.

       Çözümün özgürce tartışılması için başta ne gibi adımlar atılmalıdır?

Türkiye yasalarında özgür tartışmayı engelleyen bir çok madde, hüküm var. Ayrıca siyasal ve toplumsal bellekde de bir çok tabu mevcut. Kürtlerin Türkiye'den ayrılarak bağımsız devlet kurma hakları dahil, şiddete dayanan her türlü çözüm hariç, konu hakkındaki tüm fikir, öneri ve formüllerin mahkeme, cezaevi, sansür, siyasal-toplumsal linç endişesi olmadan özgürce tartışılabilmesi için yasal ve toplumsal alanda önemli bir rahatlama sağlanması gerekir. Özgür tartışma esas olarak silahsız bir ortamda sağlanabileceğine göre her iki kesimin silahlı kuvvetleri, gerçekten özgür bir tartışma ortamı yaratabilmek için birinci dereceden görevli ve sorumlu konumdalar.

       MHP, (Bahçeli) “gerekirse dağa çıkarız dedi”, CHP hala çok muğlak ve çekingen, muhalefet nasıl bir rol oynamalı, mevcut konumları Türkiye’ye, sürece zarar veriyor mu?


MHP ve CHP'nin mevcut tutumları barış süreci açısından kabul edilemez olmasına rağmen bu iki partinin Türkiye toplumundaki temsil gücünü, savundukları anlayış ve politikaları da hesaba katarak, AKP'nin dışlayıcı tutumunu da sorumlu tutmak gerek. TBMM'den önce gazetecileri elçi/arabulucu/sözcü konumuna sokmaya çalışan iktidar partisi, çözümün en önemli adresi olan Meclis'i görmezden gelince ya da ikinci/üçüncü plana atınca, MHP ve CHP'nin tepkileri de şiddetlendi.
İktidara geldiğinden bu yana tayin edici hiç bir krizi doğru dürüst yönetemeyen, hiç bir soruna adil, kapsamlı, kalıcı, ikna edici bir çözüm bulamayan (Başörtüsü, Hrant Dink Cinayeti, AB süreci...vs...) AKP yönetimi, ABD'nin de gizli-açık desteğiyle, Kürtleri DTP'den koparıp sinesine çekme manevralarıyla kısa vadeli adımların ve çıkarların peşinde.

       Günümüz dünyası göz önünde bulundurulduğunda, Kürtlerin merkezi devlet yönetimi yerine Türkiye’nin demokratik bölgesel özerklikler temelinde yönetilmesi çağdaşlaşma ve demokratikleşme açısından daha yararlı olmayacak mı?

Kürt meselesine şaşmaz doğru, bilimsel, herkesin üzerinde hem fikir olabileceği bir tek çözüm bulmak imkansız. Bağımsız devlet, federasyon, özerklik, güçlendirilmiş yerel yönetimler gibi farklı modeller var. Kürt meselesi artık sadece Ankara ile PKK'nin tek başlarına bir araya gelip çeözebileceği bir mesele olmaktan çoktan çıktı. Bugün artık sadece bölgesel değil uluslararası güçlerin de çıkarı olan bir sorun haline dönüşmüş olan Kürt meselesi, ilk elde ABD, Rusya Federasyonu, AB, İsrail, İran, Irak, Suriye'nin müdahil olduğu bir sorun. Farklı hatta çelişkili çıkarlara sahip olan bu güçlerin hemfikir olduğu bir çözüme ulaşabilmek pek de kolay olmasa gerek. Öte yandan bu kadar çok sayıda aktörü ilgilendiren bu sorunun en az 5-10 boyutunun da olduğunu hesaba katarsak, İç İşleri Bakanının üç-beş gazeteciyi çalıştayda toplamasıyla çözüm başlangıcı bile gerçekleştiremeyeceğini kabul etmemiz gerekir.

        Sizce, sürecin barındırdığı handikaplar ve avantajlar nelerdir?


Sürecin tek avantajı Kürt meselesi üzerindeki tabu, yasak, kısıtlamaların zayıflaması ve bir tartışma iradesinin doğup meselenin vahim boyutlarının anlaşılmaya başlaması bence. Handikapları ise demin sıralamaya başladım. AKP'nin içten olduğunu düşünmüyorum. AKP'nin tutarlı olmadığını da son 5-6 yıl içinde yaşadık, gördük. Ne var ki Kürt meselesine barışçı/siyasal çözüm radikal bir şekilde yani gökten zembille inmeyecek. Adım adım, sancılı, inişli-çıkışlı bir yoldan buralara geldik, bundan sonrası da böyle olacak.

       Sorunun sağlıklı ele alınarak çözüme kavuşturulabilmesi için taraflar nelere dikkat etmelidirler?


Çözüm belli ki uzun vadeli olacak. Belki de bizim kuşak hakiki, yani adil, kalıcı çözümü göremeyecek/yaşayamayacak. Çünkü hem araya kan girmiş, hem de mesele dünün meselesi değil. Ayrıca sorun geniş bir coğrafyaya yayılmış durumda. Türk egemenlerinde ve Türk toplumunun önemli bir kesiminde hala ağırlığı hissedilen bir Kürt karşıtlığı var. MHP ve CHP'nin de okşadığı, TSK'nın neredeyse destek ve ihtiyat gücü konumundaki bu düşmanlık, henüz bir iç savaş ortamı yaratacak düzeye neyse ki gelmedi ama barışçı/siyasi çözümü, 'sadece ABD'nin dayatması', 'şeriatçı hükümetin vatanı satması', 'Bölücü teröristlere taviz verilmesi', 'Atatürk'e ve vatana ihanet' olarak algılayan askeri ve sivil kesimlerin varlığı ve gücü, çözümün önündeki en önemli engellerden biri.

Türk yönetici kesiminde, siyaset sınıfında özellikle de akademiasında ve aydın dünyasında, Kürtçe bilen, Kürt dünyasını içeriden algılayabileck kapasiteye ve bilgiye sahip insan sayısı bir elin parmaklarından daha az. Kürt dünyasında ise, hem teorik hem de pratik olarak Ankara'yı yani Türk devletini iyi tanıyan siyasetçi, aydın, akademisyen sayısı çok olmasa da yeterli. Toplumun farklı kesimlerinden öncü grupların Türk-Kürt yakınlaşmasını sağlaması, iki kesimin birbirlerini, yani geçmiş ve mevcut durumlarını, taleplerini, geleceğe yönelik tasavvurlarını daha iyi öğrenmeleri lazım. Empati iki tarafa eşit yaklaşım göstermek anlamına gelmez, gelmemeli. Ertuğrul Özkök, Mustafa Muğlalı-33 Kurşun anıtı meselesinde, anıt dikilmesine karşı çıkarak 'Sus, otur, hakkını arama' mesajıyla olumsuz (Çünkü teslimiyetçi, çünkü egemene boyun eğen üstelik de mahkemece hüküm giymiş bir suçluyu överek) bir yaklaşım örneği verdi. Mazlumdan, mağdurdan yana olmak gerek. Kendi devletine, kendi silahlı kuvvetlerine karşı çıkmak, onları eleştirmek cesareti, uygar yurttaş tutumunun doğal bir gereğidir. Ama bizde henüz yurttaşlık kavramı gelişmediği için katetmemiz gereken çok uzun bir yol var... Kendi liderlerimiz, kendi tabularımız, kendi örgütlerimiz barışı önlüyorsa, bir tercih yapmak zorundayız.
Hepimize kolay gelsin...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle