Ana içeriğe atla

Tencere dibin kara...


Medya eleştirisi, egemen medya organlarından biriyle organik ilişkisi olan gazeteciler tarafından hakkıyla yapılamaz. Medya eleştirisi, rakip medya organlarını eleştirmek değildir. CNN Türk’de Ayşenur Arslan’ın ‘Medya Mahallesi’, son Bostancı çatışmasında bir kaç çelişkinin su yüzüne çıkmasına vesile oldu.


Televizyon kanallarının üçünde (NTV, CNN Türk, TRT) medya (eleştiri?) programları yayınlanıyor. Ben bunlardan düzenli olarak NTV’dekini izlemeye çalışıyorum. Ruşen Çakır ile Mirgün Cabas’ın programı gerek sunum, gerek içerik, gerekse tempo açısından bana genel olarak olumlu görünüyor. Ayşenur Arslan’ın programını, aynı saatte olduğu için çok az izleyebildim. Arslan, son zamanlarda gazetelerin yazı işleri toplantısına konuk olduğu için bir yandan daha sahici görünüm veriyor (Sanki her sabah yazı işleri toplantısı ekranda gördüğümüz gibi gerçekleşiyor!) ama bir yandan da tartışma konularını konuk olduğu gazete ya da yayının ilgi ve haber alanı ile sınırlı tutmak zorunda kalıyor. Halbuki NTV’nin adı Yazı İşleri olan programında günün tüm medya haberleri süzgeçten geçiriliyor, tahlil ediliyor ayrıca en önemli buldukları haberin ya da köşe yazısının yazarını da konuk ediyorlar. Üstelik CNN Türk’de Ayşenur Arslan, çoğu zaman konuklardan daha uzun konuşuyor. Röportaj/Söyleşi konusundaki doktora çalışması geçenlerde yayınlanan Sedef Kabaş’ın TRT’deki Medya Medya programını çok az izleyebildim. O, farklı bir format.
Medyanın, gazetelerin, televizyonların, köşe yazarlarının ekranda tahlil edilmesi, tartışılması kuşkusuz olumlu. Aslında eskiden de, 5-6 yıl öncesinde de, bu tür programlar vardı bizim televizyonlarımızda. Ben mesela Ahmet Tezcan’ın daha sonra İnternet sitesine dönüşen ‘Dördüncü Kuvvet Medya’ programını hatırlıyorum. Tezcan, bir kaç farklı kanalda bu programı yürütmeye çalışmış, hatta bir keresinde naklen yayında (Canlı değil naklen!) istifasını açıklamak zorunda kalmıştı. Bu programa bir kaç kez katıldığımı ve memnun ayrıldığımı hatırlıyorum. Ama Tezcan’ın medya eleştirisi ve kanal işverenlerinin tahammülsüzlüğü konusundaki düş kırıklığı o kadar büyük ve derin olmuştu ki, medya eleştirmenliğini bıraktıktan bir süre sonra Başbakan Erdoğan’ın basın danışmanlığına transfer olmuştu. Kimilerine göre terfi, bana göre tenzili rütbe...Çünkü Tezcan saf değiştirmişti. Egemen medyayı ya da egemenlerin medyasını eleştirme işlevinden iktidarın basınla ilişkilerini düzenleyen kuruma geçiş, esaslı bir değişim hatta dönüşümdür. Neyse...

Bir aralar galiba Flash TV’de Oral Çalışlar da bir medya programı yaptı ama ömrü kısa süreli oldu. Digitürk’den ya da uydudan izlenebilen bazı televizyon kanallarında da sabah basın taramasıyla medya eleştirisi arası karışık bir-iki programa rastgeldim ama bende öyle çok derin izler bırakmadı.

Medya eleştirisi, önemli ve özerk bir alan. Mesela her gazeteci, diplomasi muhabirliği yapamaz ise, -çünkü yabancı dil, hariciyenin gelenekleri ve kaçınılmaz olarak biraz da uluslararası tarih, hukuk bilmek gerekir- her gazeteci/haberci de medya eleştirisi yapamaz, yapmamalı. Çünkü bu medya eleştirmenliğinin de kendine has bir dizi kuralı, koşulu, yaklaşımı var.

Bostancı’daki son çatışma sürecinde ve ‘coverage’ında sıcağı sıcağına bir çelişki yaşandı: CNN Türk’deki ‘Medya Mahallesi’nde ‘mahallenin ablası’ (Ne kadar beylik sıfat ve ünvanlar değil mi? Popüler olmak için mi seçiliyor acaba bu sözcükler) Arslan, NTV’nin kendi kameramanın vurulmasını olaydan 45 saniye sonra vermesini eleştirirken kameramanın ailesinin haberi yok iken bu haberin verilmemesi gerektiğini söylemiş, hızını da alamayıp ‘Destur’ sözcüğünü de kullanmış medya için. Arslan, herhalde bilmiyor, aileye haber verme gerekliliği hatta zorunluluğu yaralanma değil ölüm vakaları için geçerli. İkincisi, televizyon kanalı zaten olay yerinde, çekimde, dolayısıyla vurulma anını o sırada yayına vermeyip, yani kesip, kameramanın ailesine haber vermek sözkonusu değil.
CNN Türk’deki ‘Medya Mahallesi’ programı NTV’yi eleştirmek için yayın yapıyorsa söylenecek bir şey yok. Ama başkasını eleştireceksen önce sen kendin işini doğru dürüst yapacaksın. CNN Türk, kurşunla vurulup yerde kanlar içinde yatan yurttaşı, NTV kameramanı diye sunuyor. Arslan’ın buna bir diyeceği yok mu? Arslan gitsin CNN Türk Haber Merkezine sorsun: Bu haberi yayına vermeden önce NTV kameramanının ailesini haberdar ettiniz mi diye...
Kötü tesadüf. Ama bu tür olaylar sık yaşanabilir. İşte medya eleştirisi ya da medya programı yapmanın en önemli güçlüklerinden biri de bu. Siz bizzat kendiniz haberci iseniz, medya eleştirisi öyle boş zamanlarda yapılacak bir iş değil. Daha da önemlisi tam anlamıyla bağımsız ve özgür olmadığınız zaman yani sizin eleştiri alanınıza giren medya organlarıyla organik ilişkiniz var ise, bu işi doğru dürüst yapamazsınız. Mesela Arslan kendisini NTV’yi eleştirmekte son derece hür hissedebilir. Ama Arslan, Star TV, Kanal D, CNN Türk ya da Doğan grubuna ait herhangi bir medya organını bu kadar rahat eleştiremez. Hatta yerini sağlam tutmak istiyorsa hiç eleştirmez, eleştiremez.
Bence nispeten başarılı bir iş yapmalarına ve her geçen gün performansları iyiye gitmesine rağmen Çakır-Cabas ikilisi de gün gelir güç duruma düşer. Çakır, Vatan gazetesinin köşe yazarı, dolayısıyla bu gazetenin yayın politikaları ya da köşe yazarlarını eleştirmede kendini çok rahat hissedemez. Arkadaşlıklar, dostluklar, meslekdaşlık, ortak patron olgusu bu olumsuz hissiyatın altyapısını oluşturur. Keza Cabbas da NTV’deki herhangi bir olumsuzluğu rahat bir şekilde dile getiremez. Ya da Doğuş Holding’in olası bir olumsuzluğunu rahatça faş edemez.
Kabaş’ın programlarını, üzerinde görüş belirtecek kadar izleyemediğim için bir şey söyleyemeyeceğim. Aslında teorik olarak bir kamu kuruluşu olan TRT’de Kabaş’ın, Doğan ya da İslamcı demeden tüm medyaya eleştirel ve eşit yaklaşması mümkün. Ama TRT’de dışarıdan program yapanların büyük bir çoğunluğu İslamcı ve iktidar yanlısı akım ve medya organlarına öyle özel olarak toz kondurmama hassasiyetini zaten yeteri kadar gösteriyorlar.
Batı’da medya eleştirisini işte bu nedenlerle genellikle ya iletişim akademisyenleri ya da emekli gazeteciler yapıyor. Bu iki kesimin iki önemli ortak özelliği var: Medya organlarından ve medya ortamından organik olarak uzaktalar. Artı, konunun teorik ve/veya pratik yanlarını iyi biliyorlar.
Son bir nokta, medya eleştirisi kurumunun yıldızının ilk parladığı 90’lı yılların başında mesela ABD’de CNN’in de Knight medya grubunun da medya eleştiri programları, kitapçıkları vardı. ‘Aman ben kendimi eleştireyim de başkası beni eleştirmesin’ yaklaşımıyla yapılan ve esas olarak hakiki medya eleştirisinin önünü kesmeye yönelik bu yayınlar tabi ki uzun ömürlü olmadı. Ayrıca medya okur-yazarlığı düzeyinin yüksek olduğu ülkelerde, tahrifatçıyla eleştirmenin aynı kurumdan olması, hatta bazen aynı kişilerce yapılması hiç de inandırıcı değildi.
Sonuç olarak bir gün, ya güç duruma düşüp suskunluğu tercih etmek ya da açık açık konuşup işini kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya kalmak istemiyorsa ‘medya eleştirisi’ yapan arkadaşlar, o günü beklemeden bu işi konumu uygun olan ehil kişilere bıraksınlar. Yok ille de bu işi yapmakta israrlı iseler, o zaman egemen medya ile organik ilişkilerini kessinler. Bağımsız ve özgür bir gazeteci olarak benim tanıdığım bu arkadaşlar eminim o zaman çok daha iyi programlar yapabilecektir. Tabi burada küçük bir sorun var: Bu güzel programları hangi kanal yayınlayabilecek?
Benden yardım/destek bu kadar. Bu son soruya da o arkadaşlar yanıt bulsun artık. Benim sorunum değil ki zaten..

Yorumlar

Serkan Mutlu dedi ki…
"Tencere dibin kara", bu dört başı mamur yazı için doğru bir başlık seçimi olmuş. Medya eleştirisi, eleştiriyi yapacağın fiziksel mekânın da medyanın kendisi olması dolayısıyla, çoğu zaman ideolojik / politik / ekonomik / AydınDoğanMatik engellerle karşılaşabiliyor.

Araç mesajın tâ kendisiyse eğer, medya eleştirisini bağımsız medya organlarına, ya da başka mecralara (internet olabilir) taşımayı denemek gerekiyor belki de.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla