Ana içeriğe atla

En Zengin İki Türk’ün Kavgası: Erdoğan'la Doğan Kapışıyor da...

· Siyasi iktidar ile medyatik iktidar bir kez daha karşı karşıya. Üstelik bu kez taraflar oldukça gergin, sert ve sinirli. Milyar dolarlık iktidar kavgası ahlak, namus, şeref kavramlarıyla birlikte pişiriliyor. Siz daha önce de kavga etmemiş miydiniz?



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Doğan Holding Başkanı Aydın Doğan arasındaki çelişme/çatışma/savaş, siyasi iktidar ile medyatik iktidar arasındaki çok boyutlu bir mücadele. Meselenin ilk bakışta ortaya çıkan önemli boyutları var:

Yan Faaliyet Olarak Medyacılık

+ Sorunun özü, temeli Türkiye’de medya mülkiyetinin yapısı. Medya işverenleri, gazetecilik/habercilik/yayıncılık faaliyetinin yanı sıra çeşitli sinai, mali, ticari etkinliklerini de sürdürdükleri müddetçe, gazetecilik, bildiğimiz klasik anlamda, ‘yurttaşı, kamuoyunu doğru, çok boyutlu, dengeli, inanılır, güvenilir ve hızlı bir şekilde bilgilendirmek’ tanım ve işlevinden uzaklaşıyor. Doğan grubu ve diğer grupların gazetecilik/habercilik/yayıncılık faaliyeti, esas olarak kendi dar grup, kişisel ya da özel çıkarlarını korumaya yönelik bir gazetecilik türü. Bu yaklaşım, aslında irade dışı bir tutum. Sizin gazetenizin sahibinin ayrıca inşaat şirketi, petrol kumpanyası da var ise, siz gazete olarak, gazeteci olarak o şirket ya da o kumpanya aleyhindeki gelişmeleri haber ya da yorum olarak yazamazsınız. Zaten bu tür işverenler de, farklı sektörlerde faaliyet gösteren şirketlerini ön plana çıkarmak, onları övmek, onların reklamını yapmak ya da söz konusu şirketlerde usulsüzlük, yolsuzluk ya da herhangi bir olumsuzluk var ise bunları gizlemek amacıyla medya sektörüne milyonlarca dolarlık yatırım yapıyorlar. Aydın Doğan’ın bir gazeteden (kendi gazetesinden) beklentisi ile bir yurttaşın beklentisi neredeyse zıt beklentiler. Nitekim, Doğan Holding’e ait POAŞ’da vergi yolsuzluğu haber ve bilgisini biz bu grubun yayın organlarından öğrenemedik, rakipleri yazdı da haberdar olabildik.
Doğan grubu Türkiye medya manzarasında en güçlü grup. İlginçtir, Hürriyet ile Kanal D’nin dışındaki yayın organları kâr etmezken, Doğan yine de, ticari ve mali olarak pek de rasyonel olmayan bir tutumla diğer yayın organlarını finanse etmeye devam ediyor. Hem piyasadaki pay oranını korumak için, hem de esas olarak manzaradaki lider konumunu sürdürmek amacıyla.

+ Bu medya mülkiyeti yapısı var oldukça siyasi iktidar ile medyatik iktidar arasındaki çelişkiler/çatışmalar/kapışmalar kaçınılmaz. İki taraf, yani siyaset ve medya dünyasının kralları, kendi isteklerini, politikalarını, tutumlarını rakibine kabul ettirmeye çalışıyor. Çoğu zaman bu iki iktidar uzlaşıyor. Türkiye basın tarihinde doğumdan itibaren egemen medya hep devlet yanlısı olmakla kalmamış, birkaç istisna dışında genellikle hükümet yanlısı olmuştur. Medyatik iktidar, siyasi iktidarı siyasi ve ideolojik olarak destekledikçe sorun yok. Siyasi iktidar da, bu desteğe karşılık olarak medyatik iktidar kurumlarının medya dışı etkinliklerini kimi zaman yasal ve meşru bir şekilde, ama bazen de gayrıkanuni ve gayrımeşru bir şekilde destekleyerek iktidarlararası dayanışma, destek ve yardımlaşmayı sağlayabiliyordu.

Hem severim hem döverim

+ Peki şimdi ne oldu da Erdoğan’la Doğan kavga etmeye başladı? Bu sorunun birkaç cevabı var: Aslında siyasi iktidar ile medyatik iktidar ilk defa kapışmıyor. Yakın tarihte 27 Mayıs darbesi öncesinde de matbuat-basın hükümete karşı tutum almıştı. Demirel’in ilk Başbakanlığı dönemlerinde olsun, daha sonra Ecevit hükümeti, bilahare de Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz hükümetlerine karşı medyatik muhalefetin varlığını hatırlıyoruz. Her bir çelişmenin kuşkusuz dönemine has özellikleri, özgünlükleri, köken ve nedenleri var. Ama trajik olarak hatırlanması gereken son çelişme, Erdoğan/Uzan kavgası. Siyasi iktidara karşı popülist/milliyetçi bir muhalefet çizgisini gazete, dergi ve televizyonlarında giderek yükselen bir tonda somutlaştıran Star grubunun sonu hazin oldu. Hükümet bir gecede, polis baskınlarıyla, Uzan’ların 200 şirketine el koydu. Uzan grubunun yasa kural tanımaz yükselişi, hükümetin yasal ve meşru olmayan darbesiyle durduruldu. O dönem, Erdoğan, Uzan grubunu tasfiye ederken bir yandan da egemen medyaya mesaj veriyordu: Bana muhalefet etmeyin, sizi siler süpürürüm! Mesaj alınmıştı. Doğan grubu, muhalefette iken yerden yere vurduğu Erdoğan’a karşı, AKP’nin ilk seçimleri kazanmasıyla yelkenleri suya indirdi. Siyasi iktidar, medyatik iktidara karşı ilk raundu kazanmıştı.

+ Ne var ki, Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkmasıyla başlayan süreçte, Doğan grubu bir yandan TÜSİAD ile, bir yandan da yayın politikalarıyla AKP’ye muhalefet etmeye başladı. Bu sürecin AKP açısından özelliği, yeni iktidar sahiplerinin bir yandan iş dünyasında bir yandan da medya evreninde kendi özel markalarını yaratmaya başlaması oldu. Doğan grubu artık eskisi kadar üstün ve egemen değildi, çünkü gerek piyasada gerekse medya mahallesinde yeni rakipler (Eski outsider’lar) sahneye çıkıyordu. Medya dünyasında Star gazetesinin AKP yanlısı bir işadamına verilmesi, Kanal 24, Bugün gazetesi ve nihayet ATV-Sabah’ın da yine AKP yanlısı kesimin mülkiyetine girmesiyle Doğan Medya Holding gerileyen bir güç konumuna düştü. Siyasal alandaki iki gelişme de bugünkü medya-siyaset kavgasında önemli unsurlar: AKP son seçimde yüzde 47lik oy desteği kazandı. Bir de Anayasa Mahkemesi beklenenin aksine AKP’yi kapatmadı.
Tüm bu zaman diliminde her iki tarafın elindeki kozlar birikti hatta bardağı taşırmaya başladı. Kısa süre içinde Şaban Dişli’nin istifası ve Deniz Feneri olayları gelişirken, seçim öncesi gerginlik POAŞ anlaşmazlığını yumuşak bir şekilde çözerken, Hilton, CNN Türk ve Mersin’deki rafineri talepleri gerginliği artırdı. Bir yandan da yerel seçimlerin yaklaştığını düşünürsek, Doğan hamlesinin zamanlamasının çok da yanlış olmadığını görebiliriz.

O da iktidar ama...

+ Hem teorik hem de pratik bir hatırlatma. Türkiye’de ve dünyanın farklı ülkelerinde ve tarihin farklı dönemlerinde, siyasi iktidar ile medyatik iktidar nispeten sık bir şekilde karşı karşıya gelmişlerdir. (İlk akla gelen örnekler, İngiltere’de Thatcher döneminde Malvinas savaşı sırasında Hükümet/BBC kavgası yine Londra’da, ABD’nin Irak’ı işgali sırasında yine BBC/Hükümet kavgası, Fransa’da nispeten daha yeni Sarkozy/Paris-Match çelişmesi vs...).
Siyaset ile medya kavgaya tutuştuğunda, medyanın tek başına siyaseti altetmesi pek mümkün değil. Hem geçmiş örnekler hem de iki gücün/iktidarın yapısal konum ve doğaları bunu gerektiriyor. Medyatik iktidar başlı başına, yani kendiliğinden siyasi bir güce sahip değil. Onun gücü, dayandığı, temsil ettiği, sözcüsü olduğu siyasi kesimlerin gücüyle orantılı. Siyasi iktidarın ise, hele Türkiye gibi devletçi gelenek ve yapının güçlü olduğu ülkelerde, medyatik iktidara karşı çok fazla kozu var. Bugünkü örnekte, Doğan grubunun öyle halkın geniş kesimleri tarafından çok sevilen sayılan, büyük siyasi desteğe mazhar bir grup olmadığını da hatırlamakta yarar var. Ne var ki Doğan/Erdoğan kavgası medyatik olduğu kadar hatta ondan daha da fazla esas olarak siyasi bir kapışma olduğu için, iki tarafın taktik ve stratejilerinde kendi taraflarına çekmeye çalıştığı/çalışacağı siyasi güçler önem ve anlam kazanıyor. Doğan grubu, AKP’ye karşı ciddi, tutarlı, gerçekten demokrat bir muhalefet, bir iktidar alternatifi olsa, bugün Erdoğan’a karşı çok daha fazla şanslı olabilirdi. Ama Erdoğan’ın iddialarının aksine, Aydın Doğan, CHP’nin bu konuda kendilerine yeterince yardımcı olmadığını bizzat açıklıyor. (İyi gazetecilik yapmak, muhalefet partisince servis edilecek bilgi ve belgelere bağlı ise, bu zaten gazetecilik değildir). Doğan/Erdoğan çelişmesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin konumu da dikkatle izlenmeli. Özellikle yeni başlayan Başbuğ döneminde, TSK’nın bu konuya dolaylı da olsa müdahil olup olmaması dengeleri etkileyebilir. Ciner ve Karamehmet medya gruplarının, Doğan/Erdoğan çatışmasında meslekdaşlarını açık bir şekilde desteklememeleri de Doğan’ın aleyhine. Cumhuriyet gazetesinin bu arada benzeri bir yaklaşımı benimsemiş gibi görünen bizim Gazeteciler Cemiyetinin konuya, basın özgürlüğü açısından bakmaları bana çok doğru gelmiyor. Doğan grubu Deniz Feneri ya da RTÜK Başkanı Akman’la ilgili haberleri yayınlarken, esas olarak kamuoyunu doğru bilgilendirmeyi amaçlamıyor. Bu haberler siyasi iktidara karşı tehdit ve şantaj amaçlı haberler. Basın özgürlüğü ile ilgisi yok. Doğan grubu tüm yolsuzluk ve usulsüzlüklere karşı habercilik yapabilseydi (Mesela Hilton ve Mersin pazarlıklarını da yazabilmiş olsaydı) kimse bir şey diyemezdi. Hem Doğan grubu yıllarca (İşleri düzgün gittiği sürece) AKP’yi desteklerken, dolayısıyla AKP’nin olumsuzluklarına sütunlarında hiç yer vermezken basın özgürlüğü ne oldu? Erdoğan’ın Doğan grubuna yönelik tehdit ve şantajları da, tabi ki kabul edilemez ama bu saldırganlığın da bence basın özgürlüğü ile ilgisi yok. AKP, Doğan grubunun kendisini desteklediği dönemde basın özgürlüğüne saygı mı gösteriyordu da şimdi basın özgürlüğünü çiğniyor?

Şerefli milyar dolarlar...

+ Tartışmada özellikle Erdoğan’ın yaklaşım ve üslubu hiç şık değil. Gerçi biz bu yaklaşım ve üsluba ilk kez tanık olmuyoruz ama yine de bir Başbakan’ın öncelikle bir medya grubunu ve onun sahibini muhatap almaması gerekirdi. Tartışma daha düzeyli olabilirdi ama sonuç olarak tarafların Türkiye’nin en zengin iki insanı arasında geçtiğini de unutmamak gerek. Köklü bir burjuva geleneğinden yoksun kişilerin zenginliği, kasalarındaki para ile ölçülüyor sadece. Nezaket ve üslubun inceliği ile değil ne yazık ki...Tartışmaya şeref, ahlak, namus gibi kavramların katılmış olması da atmosfere oryantal bir koku veriyor...Milyar doların ahlakı mı olur canım?

+ Biat etmeyiz, diyen taraf bu açıklamayı pek düşünmeden yapmışa benziyor. Çünkü yine bizzat kendisi ‘Bizim devletle çok işimiz var’ da diyor. Devletle işin varsa ve işlerinin iyi gitmesini istiyorsan biat edeceksin. O zaman Emin Çölaşan’ın günahı neydi?

+ Doğan/Erdoğan kavgasının her şeye rağmen bir de olumlu boyutu var: Her iki taraf rakibinin kirli çamaşırlarını ortaya döktüğü için yurttaşlar geçmişte 2-3 kişinin bildiği yolsuzluk, usulsüzlük ve olumsuzluklar hakkında bilgi sahibi olabiliyor.

+ Sonuç olarak, Doğan/Erdoğan kavgası iki ucu kirli bir değneğe benziyor. Bir gazeteci, bir yurttaş, özel olarak da bir muhalif, bu çatışmada şu ya da bu gerekçe ile Doğan’ı ya da Erdoğan’ı haklı ve meşru gösteremez. Siyasi iktidara karşı medyatik iktidarı savunmanın anlamı ve önemi olmadığı gibi, medyatik iktidara karşı siyasi iktidarı desteklemenin de doğru olmadığını düşünüyorum. Hele yarın öbür gün, geçmişte olduğu gibi, Başbakan Erdoğan, Doğan’ın Kelkit’deki bir fabrikasında traktöre binip Aydın beyle gülümser edada bir poz verirse, Doğan taraftarları ile Erdoğan taraftarları ne yapacak?
(SON/RD)
SkyTürk, Habertürk, Aksiyon dergisi ve Analitik.com'un sözlü sorularına verilen yanıtların yazıya dökülmüş versiyonu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla