Ana içeriğe atla

APOLETLİ MEDYADAN KORSAN MEDYAYA

21 Temmuz 2008 Pazartesi, 22:32 AÇIK GÖRÜŞ, Star Gazetesi

Siyasi kutuplaşmalarda, medya, siyasi ortam ve kurumlardan bağımsızlaşıp özgürleşemezse gazetecilik yapamaz. Kendinizi okur/yurttaş olarak AKP’ye ya da TSK’ya yakın hissedebilirsiniz. Ama bir medya organının böyle bir lüksü yok.



RAGIP DURAN / Galatasaray Ün. Öğretim Üyesi



Önce yakın geçmişe bir gönderme: 28 Şubat sürecinde yerleşik düzenin kadim temsilcileri, sivil-asker bürokrasi, sermayenin bir kesimi ve bu kümenin medyadaki mümessilleri elbirliğiyle, seçilmiş siyasi iktidarı yerinden etmişlerdi. Hoş, seçilmiş iktidar da, hangi siyasi-ideolojik tutumu benimsemiş olsa da, öyle çok da matah işler yapmamıştı hani... Ama tabi ki matah olmayan iş yapan her hükümeti bu tür manevralarla alaşağı etmek kabul edilir bir tutum değil demokrasilerde. Yalnız, kimi kafalarda bir kalıp var ki, doğru değil: Seçilmişlerin hepsi çok iyidir, ne yaparlarsa mübahtır, çünkü demokrasi, milli irade, sandık, halk... vs. Atanmışlar da sürekli gölge edip demokrasiyi geriletiyorlar. Bu ak/kara mantığı belki de bugünkü kutuplaşmayı iyice şiddetlendirdi. İşler kimilerinin sandığı kadar sıradan değil. Mesele öyle seçilmiş/atanmış; demokrat/darbeci; değişimci/ statükocu ikilemi kadar basit değil. Basit olmadığı için de medyadaki yansıması da karmaşık oluyor.

Yüzyıllık kapışma


Şimdi bir kanadında iktidar partisi, diğer kanadında TSK-CHP-Ergenekon üçlüsü diyebileceğimiz bir kutuplaşma var. Bu ikili Türkiye siyasi tarihi açısından yeni değil: Bizim Jakobenlerimizle bizim Girondinlerimiz arasındaki belki yüzyıllık iktidar mücadelesi. Tepedeninmeciler/ Liberaller maçı devam ediyor hala. Kimi zaman da İhtilafçı-İttihatçı adını almış, bazen de DP-CHP olmuş bu kutuplaşmanın etiketi. Sonuç olarak ikisi de devleti yönetmeye aday iki siyasi güç. Kimilerinin sandığı gibi devletle-toplum ya da yönetimle-halk arasındaki bir çelişkiye pek benzemiyor bu çatışma.

Hemen geçelim medyadaki yansımasına. Önce bir saptama: Türk egemen medyası, bizatihi bir siyasi-ideolojik-ekonomik güç oluşturamamış olduğu için, bir başka deyişle gerçek anlamda bağımsız ve özgür olamadığı için, siyasi alandaki kutuplaşmayı da organik olarak bire bir kendi mecralarına yansıtıyor.

1996 yılında yayınlanan medya eleştirisi kitabımın başlığı ‘Apoletli Medya’ idi. Çünkü Türk egemen medyasının en önemli özelliklerinden biri iktidar yanlısı olması ve bu iktidar yanlılığını da en düzenli, en sadık bir şekilde askeri iktidara karşı göstermiş olması.

Türkiye’de yakın döneme kadar Genelkurmay Başkanı ne dese ertesi gün ya manşet ya da sürmanşet olarak verilir(di). Askeri iktidarın herhangi bir edimi, operasyonu, açıklaması sorgulanmaz, eleştirilmez idi. Çünkü ‘Ordu milletimizin gözbebeği idi’, ‘İç ve dış düşmana karşı bizi ordu koruyordu ve Orduyu yıpratmamak lazımdı’...vs...

28 Şubat ve Susurluk, ama özellikle son Ergenekon operasyonundan sonra TSK’nın Türkiye siyaset ve toplum hayatındaki önemi, etkisi, ağırlığı herhalde azaldı. Zaten Avrupa Birliği de uzunca bir süredir TSK’nın siyasete müdahale etmemesini talep ediyordu. Susurluk’ta Veli Küçük’de tıkanan sorgulama süreci bugün emekli Jandarma Komutanını da aştı. Görev başındaki askeri yetkililere az kaldı.

Takvim-i Vakayı gazetesinden bu yana askeriye hakkında hep olumlu ve övücü yazılar yazmış olan insanları da anlayışla karşılamak gerekir. Şimdi koskoca Orgeneral terörist örgüt mü kurarmış? Darbe mi yaparmış? İlhan Selçuk’u Anadolu’nun Lenin’i sananlar haliyle İlhan Abilerini sabahın köründe Emniyet sorgusunda görünce şaşıracaklar. Özellikle İlhan Selçuk’un 70’li yıllardaki marifetlerini bilmeyenler sarsılmış olmalı. ‘Asker yalan söylemez’ diye bir reklám sloganı da icat ettiler bu aralar. Neyse, şahsileştirmeyelim olayı. Ama Türk matbuat, basın ve medyası bunca yıldır askeriye lehinde böylesine sıkı bir önyargı oluşturmakla kusurlu hatta suçludur.

Şimdi bu tabu kırılmasa bile yavaş yavaş çözülüyor, gevşiyor. Artık tüm egemen medya apoletli değil. Hatta apoletlilere meydan okuyanlar bile var. Selam onlara... Ne var ki bu kesimde İddianame yayınlanmadan müthiş senaryolar üretildi, Ergenekon adeta dokuz başlı canavar olarak sunuldu. Savunma hakkı olmayanlar aleyhinde ileri geri suçlamalar yapıldı.

Toplumda hukuk zayıflayıp yerini siyaset aldıkça, medyada da ilkeler ve gerçekler yerine düşler ve istekler çıkar manşetlere.

Siyasi alandaki değişim kımıltıları öyle hemencecik ve kolayca medyaya yansımıyor. TSK da eleştirilecek, sorgulanacak, darbeye kalkışan cezalandırılacak ve tüm bunlar şeffaf politika sahnesinde yapılacak.

Tek göz, tek bakış


Buraya kadar işin önemli bir ayağını kasıtlı olarak koymadım. O da, TSK’ye muhalefetin tek başına demokratlık olmadığı. Evet, TSK, hem ürettiği ideoloji olarak (militarist milliyetçilik) hem de kurum olarak, birçok kesime göre, Türkiye’de demokrasinin, özgürlüğün önündeki en önemli engellerden biri. Dolayısıyla, TSK’ye karşı çıkarsanız, otomatik olarak demokrasiye hizmet edersiniz, sanıyor kimileri. Medya cephesine baktığımızda, TSK’ye muhalefet eden tüm yayın organlarının AKP yanlısı olduğunu görüyoruz. Bu durum manidar... TSK’nın bazı reflekslerini deştiğiniz zaman, aynı refleksler iktidar partisinde de sırıtır. (Demokrasi eksikliği, siyasal ve sosyal muhafazakárlık, Kürt meselesi, Ermeni sorunu, ABD ile ilişkiler...) Tek başına TSK’yı hedef alan bir yayın siyaseti AKP’nin yayın siyaseti olabilir. Bu nedenle gerçek demokrasi, TSK ya da AKP ayrımı gözetmeksizin, 1 Mayıs’ta işçileri coplayan, haftada bir Kürtleri bombalayan, Hrant’ın hakiki katillerini hala gizleyen anlayışlara karşı çıkmayı gerektirir. ‘Şimdi AKP ile birlikte TSK’ye karşı çıkalım’ diyen liberal arkadaşlarım, ‘Çünkü darbe tehlikesi AKP’nin sağcılığından daha tehlikelidir’ diyorlar ve köşelerinde siyasi iktidara hiç dokunmadan darbe tehlikesine dikkat çekiyorlar. Öteki tarafta da, TSK ve Ergenekon’la birlikte, aralarına 25-30 milyon dolarlık T uncay Özkan’ı da alıp laikliği savunmak için AKP’yi tek hedef tahtası yapanlar var. İşte benim Korsan Medya dediğim tutum bu. İkisine de ‘Non merci!’.

Demeç gazeteciliği


Sağcılar arasında ehveni şer’i tercih etmenin yanısıra, TSK’ya karşı demokrasi mücadelesi veriyorum derken, aslında siyasi iktidarın vagonuna binmişsin, iktidar uğruna alet-edevat çantasında bir tornavida... İki gözümüz olduğuna göre, siyasetçi ya da gazeteci olarak hem askeri hem siyasi iktidarı eleştirmez, sorgulamaz isek, halen kapışmakta olan bu iki kutuptan birinin aracı haline gelebiliriz.

Vakti zamanında başörtüsü meselesi de aynı sığ ve ikilemci anlayışla çözülemedi. Başörtüsünü yegáne özgürlük meselesi olarak dayattığınızda ikna edici olamıyorsunuz, müttefiklerinizi de yitiriyorsunuz. Bu konuda başörtülü bir grup genç kızın, ‘Kürtler baskı altındayken, Ermeni meselesi çözülmemişken, bizim başörtümüzü özgürce takmamız çok anlamlı değil’ mealindeki bildirisi hiç bir gazetede hak ettiği yeri alamadı. Bizim medya ya demeç gazeteciliğine devam ediyor ya da servis edilen belgeleri yayınlıyor.

Oysa işin tarihi var, hukuku var, geostratejik bağlamı var, ekonomisi var... Pek kimse değinmiyor bunlara.

Tiraj ve reytinglerin yükseldiği, bu tür savaş/kriz/çatışma/ gerginlik/kutuplaşma dönemlerinde gazetecilik/habercilik, sorunu doğrudan çözemese bile, geniş yurttaş kitlesini, doğru, çok boyutlu, dengeli, güvenilir, inanılır, anlaşılır ve hızlı bir şekilde bilgilendirse, gerginlik hiç olmazsa toplumda derinleşip, yaygınlaşmaz.

Her medya organı, medya mülkiyeti nedeniyle, tuttuğu/tutmak zorunda kaldığı cephenin sözcüsü gibi davranacağı yerde, kutuplaşmanın derin köken ve nedenlerini, tüm tarafların bilgi ve görüşlerini tahrif etmeden, gizlemeden yayınlayabilse okur nezdinde saygınlık kazanabilir. Burada kasıt, siyasi iktidar cephesi ile Ergenekon cephesine eşit muamele yapılması değildir tabiki. Ama iki odağa eşit uzaklıkta durmadan da bağımsız gazetecilik yapılamıyor.

Apoletli Medya iktidar medyasıdır. Ergenekon Medyası da, Korsan Medya da. Ama bir de sadece iktidar medyası var. (SON/RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla