Ana içeriğe atla

Sabah Gazetesindeki Söyleşi

(Aşağıdaki metin söyleşinin edit edilmeden önceki halidir-RD)
-BirGün ve Taraf gazetelerinin Ergenekon olayına yaklaşımında iki farklı tavır söz konusu. Siz bu fark konusunda ne düşünüyorsunuz?
-Bu tavırlarda gazete yönetimlerinin genel siyasal-ideolojik tercihleri baskın oluyor. Taraf ve BirGün arasında yalnızca Ergenekon değil, daha önce başka konularda da, gerek köşeyazılarında, gerek haber konularında, ikisi de 'popüler' veya 'yaygın' dediğimiz medyanın dışında olmalarına rağmen aralarında bir zıtlık vardı. Ben, Taraf gazetesinin yayın politikasını olduğu gibi onaylamasam da, Alper Görmüş’ün BirGün eleştirilerine genel olarak katılıyorum. Benim mevcut medya ortamı için kullandığım ‘Korsan Medya’ benzetmem var. (Bkz. www.apoletlimedya.blogspot.com) Taraf’la BirGün belki tam olarak bu tarife denk düşmüyor ama her iki gazetenin de gözlerinin birinde, hadi siyah olmasın, gri birer bant var...

-Bu durumda aradaki farkın sebebini ne olarak görüyorsunuz?

-Mesleki özellikler, teknik sorunlardan çok, baştaki siyasî/ideolojik tercihlerden kaynaklanan farklar söz konusu. Nitelemeler yapmak belki doğru olmaz, ama Taraf zaten her halükarda kendisini 'liberal' olarak adlandırıyor, Taraf'taki bazı yazarlar ise kendilerini sol liberal olarak adlandırıyor... BirGün medya mülkiyeti açısından oldukça farklı bir konuma sahip. 4000-5000 kadar ortağı, 'medya mülkiyetine sahip' okuru var. Kendilerini daha çok ÖDP'nin bir kanadına yakın hisseden arkadaşlar BirGün’de yönetimde.

-Bahsettiğimiz, iki farklı ideolojinin çatışması mı peki?

-Evet, bir tür solculukla ve liberalizm arasında kaçınılmaz olarak bir çelişki zaten var. Gazetelerin ve yönetimlerin siyasî/ideolojik tercihleri mesleki alanda nasıl yansıyor diye de bakmak lazım. Bildiğim kadarıyla ikisinde de sendika yok! İkisinde de mevcut yaygın medyanın çalışma usullerinin dışında bir çalışma yöntemi yok. Her ikisinde de yerel ve küçük Özkökvari hükümdarlıklar var. Teknik ve mesleki bakımdan bu iki gazete arasında çok büyük bir fark yok. Ama BirGün’ü galiba Cumhuriyet gazetesi kategorisinde değerlendirmek gerekir. Ordu, Kemalizm, AB konularında genel yayın politikaları öyle çok yeni, çok yaratıcı, çok parlak değil bence. Taraf’ı da siyasi iktidara yakın kümeye dahil etmek mümkün.

-Yayın yönetmeni siz olsanız ve önünüze Ergenekon'la ilgili bugün ortaya çıkan bu belgeleri bir muhabir getirse, sizin tavrınız ne olurdu?

-Ben belki biliyorsunuz Özgür Gündem gazetesinde ilk yayınlandığında kısa bir süre Genel Yayın Yönetmenliği yaptım ve doğrusu pek de bana göre bir iş olmadığını anladım. Burada önemli olan belgenin kontrol edilmesi, önünüze gelen belgenin gerçek olduğundan kesinlikle emin olmanın bir yolunu bulmak. Gazetecilik sonuçta manipülasyona açık bir meslek, biri gelir kulağına bir şey fısıldar ve o fısıldadığı şeyi yayımlamanı ister, seni bu şekilde kullanmayı ister. Bütün iktidarlar ve güç odakları gazeteciyi bir biçimde manipüle etmeyi arzular, ama burada da gazetecinin uyanık olması, manipüle edilmemesi, temel değerleri doğrultusunda manipüle edilmemeyi başarması gerekiyor işte. Gazeteci, kova kaleci değildir, olamaz, olmamalı. Öyle her gelen belgeyi doğruluğunu kontrol etmeden manşetten yayınlamak gazetecilik değil. Kontrol sadece doğruluk üzerinden yapılmaz. Yayın politikasına uygun mu? Kamu çıkarına uygun mu? Zaten gazeteye bir belge geldi mi sormak lazım: Kim bana bu belgeyi neden gönderdi? Neden yayınlanmasını istiyor? Karşılığında bir talebi var mı? Manipüle edilmemek kolay değil. ‘Doğru olan her şey yayınlanır’ diye bir kural yok. Kural, ‘Doğru olduğundan emin olmadığın bilgiyi yayınlamayacaksın.’

-Soruşturma kapsamında gözaltına alınan kişilerin mazlum olarak görünmeleri gibi durum oluyor mu sizce?
- 80 küsur yaşındaki köşe yazarı ve gazete sahibini, sorgu için, sabahın köründe evinden almak doğru da değil, şık da değil. Bu durum o cephede mazlum edebiyatını geliştirir. Keza yaşlı başlı adamları sorgu için saatlerce ayakta bekletmek de gövde gösterisi olabilir ama insani değil. Ergenekon soruşturması hem çok uzun sürdü hem de hala iddianame açıklanmadı. İşin bir başka yanı daha var: Darbe planları yapmayı bir fikir suçu olarak değerlendirmek yanlış olur. Yasadışı işlere girişmişlerse, sadece ideolojik bir anlaşmazlık değil söz konusu olan! O yüzden soruşturma sürecinde gözaltına alınan meslekdaşların suçları mahkemece saptanırsa bu kişileri düşünce suçlusu olarak görmemeliyiz. Bu kişilerin bir daha gazetecilik yapmamaları sağlanmalı; mesleklerini kötüye kullanmışlar çünkü. Darbe planları yapılan toplantılara gitmek ve bu darbeci düşünceleri yaymak kesinlikle düşünce özgürlüğü değil. Şartlı konuşuyorum, gelecekte suçları kesinleşirse, Gazeteciler Cemiyeti bu gazetecilerin üyeliğini mutlaka iptal etmeli. Gazete yönetimleri de suçları sabit görülenleri bir daha istihdam etmemeli.

-Şu da ilginç değil mi: Bir dönem Ahmet Kaya'yı, Orhan Pamuk'u hedef gösterenler, "hain, PKK'lı, alçak" diyenler şimdi baskıdan, linçten söz ediyor.

-Evet işaret ettiğiniz gibi belki de o linç kampanyalarındaki manşetleri atan aynı kişiler bugün paşaları, darbecileri savunma noktasına geldiler. İlginç bir başka nokta: Bugün Paşalara karşı olanlar, geçmişte Ahmet Kaya’yı ve Orhan Pamuk’u savunmamışlardı.
Şimdiki ideolojik kapışmanın altyapısını görmek mümkün. İddianame henüz ortada yok, gözaltılar ve tutuklamalar var. Yarın-öbürgün duruşmalar başlayacak. Bazı meslekdaşlar daha şimdiden Ergenekoncuların suçsuz olduklarını kanıtlamak için ‘Asker yalan söylemez’, ‘Asker terör örgütü kurmaz’, ‘Paşalarımız Kemalisttir’ türünden bir kampanya sürdürüyor. Soruşturmanın selametine, gizliliğine aykırı...Suçüstü yakalanmanın telaşı da olabilir...

-En son Özdemir İnce, Sosyalist Enternasyonal devrimci değil, neo-liberal bir örgüt, CHP oradan istifa etse iyi olur diye yazdı...

- Özdemir İnce, sosyalistse ben de otobüsüm. İnce ve CHP’nin durumu, artık gazetecilerin, siyasal bilimcilerin uğraşı alanından çıktı. Gencay Hoca yardımcı olabilir sanıyorum...


-Militan gazetecilik kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz
?
-Militan gazetecilik diye bir akım, bir ekol var. Çeşitli siyasal ideolojilerin doğrulanması, onaylanması, meşrulaştırılması, popüler hale getirilmesi için yapılan bir gazetecilik türü. Olayı, olguyu değil fikri önplana koyan bir tarz. Daha çok bazı örgütlerin yayın organlarının benimsediği bir gazetecilik türü. Başlı başına kötü, olumsuz bir tarz değil. Aksine, bir ülkede ne kadar çok ve farklı militan gazete varsa, düşünce özgürlüğü ve çeşitliliği açısından o kadar iyidir. Türkiye’de de İslami ve solcu militan yayınlar var. Daha çok haftalık ya da aylık. Militan sözcüğü militerden geldiği için son dönemde militan yerine aktivist sözcüğü daha çok kullanılıyor. Aktivist de eylemci demek. Ama şimdi olduğu gibi çevirsek ‘Eylemci Gazeteci’ oluyor ki, biraz garip. Bu aralar AKP-Ergenekon çatışmasında bazı meslekdaşlar için kullanılan militan gazeteci deyimi, gazetecinin var olan olayı açıklamak, anlatmak yerine, taraflardan birinin sözcüsü, savunucusu gibi davranmasını kınamak için kullanılıyor. Yanlış da değil bence. Her iki tarafın da militan gazetecileri var.

-Siz Öküz dergisindeki yazılarınızdan itibaren hep gazetelerin kolektif yapılara dönüşmesinin, çalışanların kendilerini yönetmesinin önemine vurgu yaptınız. Bu niye Türkiye’de olamıyor?
- Evet medya mülkiyetinin gazete çalışanlarında ayrıca da okurlarda olması önemli. Ama medya mülkiyeti iyi ve doğru gazetecilik için yeterli ve gerekli tek şart değil. Bu mülkiyet yapısının üzerine demokratik-eşitlikçi bir çalışma yöntemi ve en önemlisi de kamu çıkarını kollayan bir yayın politikası oluşturmak gerek. Le Monde’da çalışanların ve okurların medya mülkiyetinde önemli bir hissesi var. Yayın politikalarında belirli bir ağırlıkları da var. Ama sonuç olarak Le Monde Fransa'da egemen medyanın bir parçası. Orta-sol ya da belki sosyal-demokrat bir çizgisi var (idi) giderek onlar da liberalleşiyor.
Bizde neden olamıyor bu tür kolektif girişimler?
Türkiye çok politik bir toplum. Çok politik olunca iktidarla ilişkiler de çok girift oluyor. Siyasi iktidarın ağırlığı fazla. Türkiye’de ve aslında dünyada, Hasan Cemal’in deyimiyle ‘bu gazeteci milleti’, bence çok egosantrik, çok ukela, çok tepeden bakıyor...Geçenlerde bir köşe yazarı, benim uzun bir röportajımdan kendisiyle ilgili iki satırı bulmuş ‘Ben Anvers’deki muhabirden dondurma istemedim’ mealinde aklınca tekzip edip yanıt vermiş. Ben AKP-Ergenekon, Türk egemen medyasının soysuzluğundan sözediyorum, o bu konulara hiç değinmeden kendini savunmaya kalkışmış. Kişisel sorunlara soysuzluklara girmiyorum.

-Basının son zamanlardaki yaklaşımında erkek egemen bir söylemin baskın olduğunu söyleyebilir miyiz?
- Egemen medyada tepe gazeteciler "Biz istediğimizi vezir istediğimizi rezil ederiz" tavrında. Ve onların bu tavrında çok erkek egemen bir yaklaşım olduğu doğru. Üstelik bu yeni bir tutum değil. Takvim-i Vakayı’dan beri böyle.
Her istediğini yaptıracağını sanan, gücünün yettiğine dayılanan, sertlik yanlısı bir yaklaşım. Türkiye'de iktidar zaten erkek egemen, ama iktidar öyle de muhalefet nasıl? Deniz Baykal'a bakınca onun da tarzı, içeriği erkek egemen. Tabi Türkiye’de muhalefeti Baykal mı temsil ediyor, o başka bir konu...Mesele anatomik cinsiyet değil, toplumsal cinsiyet. Hürriyet’in Milliyet’in başında Aydın Doğan’ın kızları, medya tahsil etmiş hanımlar var, Aile İçi Şiddete Karşı kampanya filan düzenliyorlar. Ama bu gazetelerin sayfalarında hala çok erkek egemen bir dil var, bir yaklaşım var. Gelenekselleşmiş, kökleşmiş.... Kadınlar esas olarak Türkiye'de Kürt siyasi hareketinde ve medyasında ön plana çıkıyor. Hakiki sol muhalif hareketlerde de kadın meselesi farklı ele alınmaya başlandı. Feminizm tartışmaları önemli. Benim mevzi gözlemlerime göre İslami dünyada da, hem siyaset hem de medyada kadınlar güç kazanmaya başladı. Benim kurslarda çok sayıda kapalı kız öğrencim vardı, bir kısmı şimdi büyük gazetelerde çalışıyor.

-Gazete okurları olarak “gerçeğe” ne kadar yakınız?

-Her medya grubu kendi ideolojisi ve çıkar şebekesi çerçevesinde yayın yapıyor ve diğer tarafların görüşlerini neredeyse görmezden geliyor. Bu ülkede olup biteni tek bir medya grubunun gazetesini okuyarak anlamak mümkün değil. Her iki tarafın birer gazetesini okusak da AKP-Ergenekon çatışmasını tam olarak kavrayamayız, algılayamayız. Çünkü tarafların yayın organlarında somut, ayrıntılı bilgi ve tahlil yerine daha çok ajitasyon ve propaganda malzemesi bulunuyor. Bilgi az fikir çok, olgu az kanaat bol, rakkam ve tarih az mütalaa çok...Benim bir labaratuar testim daha var: İsveç ya da İsviçre gibi sakin, demokrasi düzeyi yüksek bir ülkeden bir siyasal bilgiler profesörünü Türkiye’ye getirin, adama/kadına her gün bütün gazeteleri tercüme edin, televizyon ve radyodaki bilgileri de aktarın, sonra kahveye götürün, maça gitsin, hafta sonu pikniğe filan davet edin, mangal, şiş köfte, akşam meyhaneye de uğrasın...Bu adam/kadın 3 gün sonra sıyırır. Hiç bir şey anlamaz olup bitenden. Tüm diplomalarının geçersiz olduğu kanaatine varır, kısacası kafayı yer. Sağcı-İslamcı iktidar Partisi AB yanlısı, sosyal-demokrat muhalefet orducu, bir gazetenin dediğinin tam tersini bir başka gazete manşetten veriyor, konuştuğu insanların bir kısmı AKP’li, bir kısmı Ergenekon yanlısı, bir kısmı ikisine birden karşı, bir kısmı ‘İkisi de bu memleketin evladı değil mi?’ diyor. Örnekleri artırmak mümkün. Ama itiraf edeyim, ben ne İsveçli ne de İsviçreliyim, siyasal bilgiler profesörü de değilim ama kimi zaman kendimi onun gibi hissettiğim oldu, oluyor.

-Michel Foucault ve Pierre Bourdieu gibi çok önemsediğiniz iki filozofla da bağlantılı olarak baktığımızda Türkiye’de hakikat ve yalan mı çatışıyor, iki alternatif hakikat mı, yoksa iki yalan mı? Ne dersiniz?

Foucault iktidarın olduğu yerde muhalefetin de serpilip gelişeceğini öngörmüştü. Ama kendisi Türkiye’yi görmemişti ve bilmiyordu. Kaybetti. Bourdieu ise bilmeden, görmeden Türkiye’yi, Türk egemen medyasını anlattı, betimledi, hem ‘Gazetecilik Alanı’ teorisinde, hem de ‘Televizyon Hakkında’ başlıklı kitabında. Türkiye’de bu aralar özellikle medyada çok fazla hakikat olmayan ‘şey’ var. Onlar çarpışıyor. Ama medya, zaten hakiki gerçeğin değil medyatik gerçeklerin yuvası ve yatağıdır. Medyatik gerçek de hakiki gerçeğe göre pek de hakiki sayılmaz...


-Sol medyanın darbe karşısındaki tavrı sizi ‘tatmin’ etti mi? Yoksa hayalkırıklığına mı uğradınız?
Türkiye’de sol medya var mı? Sol var mı?

-1968’in gazetecilik açısından nasıl bir miras bıraktığını düşünüyorsunuz?

Fransa’da ve Türkiye’de farklı. 68 bence sadece siyasi değil belki de esas olarak ideolojik, kültürel ve ahlaki düzeyde önemli bir devrim. 68’liler, hakikileri kast ediyorum, merhaba demeden elveda isyan diyenleri değil, bugün Fransa’da da Türkiye’de de medyada önemli konumdalar. 68’in tanımında, işlevinde, teori ve pratiğinde yenilik, eleştiri, sorgulama, fırlamalık, kendiliğindencilik, mizah, macera olduğu için bu boyutlar medyada karşılık bulabiliyor. Yoz 68 ya da yozlaştırılmış 68’i de reklam ajanslarında ve üretimlerinde görüyoruz.

-Sol medyanın da bir anlamda Kemalizm ve liberalizmin ‘arasında kalmış’ durumda olduğu söylenebilir mi?


Türkiye’de sol denilince akla CHP ya da Cumhuriyet gazetesi geliyorsa vahim bir sorun var demektir ki var!
Türkiye’de sol, evet haklısınız Kemalizmle özdeşleştiriliyor. Oysaki en basitinden Kemalizm bir iktidar ideolojisidir, milliyetçi ve devletçidir, sol ise muhaliftir, enternasyonalisttir ve toplumu savunur. Ben bu liberalizm sözcüğünü ve uygulamasını pek sevmiyorum. Yerine özgürlükçülüğü tercih ediyorum.
(son/RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla