Ana içeriğe atla

Kayıtlar

GEZİ DİRENİŞİNİ AKILLI TELEFONLAR DEĞİL AKILLI ÇOCUKLAR YAPIYOR!

Bu aralar başta muhabiri olduğum Fransız Libération gazetesi olmak üzere yabancı medya kuruluşlarına katkıda bulunmaktan oturup rahat bir şekilde Gezi yazıları yazamadım. Özür dilerim. Birkaç gün içinde hiç olmazsa Fransızca yazdıklarımı zenginleştirip Türkçe olarak aktaracağım. Yeni Harman'la söyleşi aşağıda: -Reyhanlı katliamı sonrasında da Gezi Parkı ayaklanmasında da inanılmaz bir sansür vardı... Bu derece korkunç sessizlik, sansür yaşandı mı yakın tarihimizde? ·          Türk egemen medyası, 1853’de doğduğundan bu yana, egemen ideolojinin sözcüsü olarak, devletin ve egemenlerin çıkarına aykırı gelişmeler konusunda her zaman sansür, haber gizleme ya da haber çarpıtma mekanizmalarını devreye soktu. Çünkü onun görevi, yurttaşı doğru, çokboyutlu, inanılır, güvenilir ve hızlı bir şekilde, haber değeri olan olaylardan haberdar etmek değil, iktidar(lar)ın çıkarlarını korumak oldu. Daha ilk başlangıçta Sultan’ın parasıyla, Saray’ın...

Hükümet ve Basın Özgürlüğü

Today's Zaman gazetesinin sorusuna yanıt: ''Demokratik ve şeffaf olmayan iktidarlar, kendilerine de yeteri kadar güvenemiyorsa, sanal gerçeği yasalara aykırı ve gayrı meşru bir şekilde kendi lehlerine çevirmeye çalışırlar. Bu tür iktidar zihniyeti, devlet sırrı, soruşturmanın gizliliği, güvenlik gibi gerekçeler öne sürerek, gazetecilerin dolayısıyla da yurttaşların  haber ve bilgilere özgürce ulaşmalarını engeller. Bu amaç için de 'Embedded' tabir edilen emir-komuta zinciri altında çalışan medya kuruluşlarını seferber ederler. Böylelikle hakiki gerçeği kendi istedikleri sanal gerçek formunda topluma sunduklarını zannederler. Oysa ki hakiki gerçek, özellikle bugünkü iletişim teknolojisi ile, belki en fazla biraz gecikmeyle, eninde sonunda ortaya çıkar. Basına baskı ve sansür uygulayan iktidar da, sonuç olarak, toplum gözünde gerçeği saklayan ya  da tahrif eden bir odak konumuna düşer''. -------------------------------------------------------------...

Bölgede Süreç: Kuşkulu, olumlu

Diyarbakır’da hafta sonu İHD’nin “Kayıplar ve Toplu Mezarlar / Geçmişle Yüzleşme Çalıştayı”… Kent eskisine oranla biraz kendine gelmiş. Yine de zırhlı personel taşıyıcılar ana caddelerde dolaşıyor arada sırada. Hava sıcak, siyasî atmosfer ılık. Herkes “Süreci” konuşuyor…     Geçtiğimiz hafta sonu Diyarbakır’da İnsan Hakları Derneği “Kayıplar ve Toplu Mezarlar / Geçmişle Yüzleşme Çalıştayı” düzenledi. Türkiye’nin önde gelen İnsan Hakları uzman ve eylemcileri, avukatlar, doktorlar, gazeteciler, kayıp yakınları çok yoğun, bir o kadar da trajik içerikli üç uzun oturumda Toplu Mezarlar ve Kayıplar sorununu değerlendirdik. Kayıp yakınlarının tanıklıkları içimizi sızlattı, kimse gözyaşlarını tutamadı. Toplu mezarların bulunması / açılışı konusunda devlet yetkililerinin kasıtlı umarsızlığı vicdanları sızlattı. Çalıştay’da iki sunum yapan Uluslararası Kayıp Kişiler Komisyonu’ndan (IMPC) bir uzman (Matthew Holliday), Bosna’dan örnekler vererek, toplu mezarların teknik ve hukukî...

Bizim Gazete Söyleşisi, 26.04.2013

İkili soruna tekli çözüm

SÜRECİN AKSAKLIKLARI ·           Çözüm Süreci tabir edilen gelişmeler PKK’nin silahlı güçlerini 8 mayıs tarihi itibarıyla geri çekmeye başlayacağını açıklamasıyla yeni  bir aşamaya evrildi. Geri çekilme, meselenin çözüldüğü anlamına mı geliyor? Yani artık  Barış mı geldi? Yoksa, işin en müşkül, en girift yanı daha yeni mi başlıyor? İktidarın ilerlemek için herhangi bir planı programı var mı? Kürt cephesinde neler aksıyor?  Çözüm Süreci adı verilen dönemin galiba en önemli olumsuzluğu, iki tarafı ilgilendiren bir ihtilafın, sadece tek tarafın iradesiyle çözülme isteği. ‘Müzakere en az iki kişiyle yapılır’ düsturunu Erdoğan, ‘Pazarlık yok, devlet meseleyi çözüyor’ gibi anlamsız bir yaklaşımla bozuyor ve yaptıklarına bakacak olursak ‘Her şeyi ben tek başıma yaparım’ diyor. Öcalan’la kimin görüşeceğini, Akil İnsanların kimler olacağını,  PKK açıklamalarının nasıl yorumlanacağını… kısacası Sürece dair her şeyi Erdoğan kararlaş...

Fener, şampiyonu neden alkışlayamıyor?

FİFA, boş yere mi “Respect” (Saygı) temasını ön plana çıkarıyor? Galatasaray ile Fenerbahçe arasında, tamam, herkes biliyor, müthiş bir rekabet var ama, rekabet bu yıl esas olarak Aziz Yıldırım ve Aykut Kocaman’ın açıklamaları nedeniyle düşmanlığı körüklüyor. Bu sene GS şampiyon olmuş, seneye FB olur, ne olacak ki yani…   Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki ilişki aslında sportif rekabet olması gerekirken, bizim toplumda avukatlık hukukçuluktan üstün tutulduğu için olsa gerek, giderek kutuplaşma, hatta düşmanlık haline geliyor. Halbuki, birbirlerini çok fazla incitmeden, karşılıklı dalga geçmeler, laf sokmalar işin doğasında var. Ben, iki klüp/camia arasındaki çelişkinin, herhangi bir sınıfsal, etnik, siyasal ya da ideolojik kriterle tarif edilebileceğine inanmıyorum. Bu tür kriterler ortaya atılsa bile yapay, hatta zorlama olur. Kurthan Hoca’nınkiler dahil… GS ile FB eşittir demek istemiyorum tabii ki… Olsa olsa sınırlı ve nispî bir kültürel fark vardır iki dünya arasında....

Taraf’ın ikinci ölümü

Sezaryenle doğmuştu, maalesef mongoloid çıktı.  Amerika’ya doktorlara filan götürdüler,  tedavi etmeye çalıştılar. Olmadı.  Kumaşında bir leke vardı. Bünyesi bozuktu. Olmadı.  Çünkü baştan itibaren,  kamu çıkarını savunup iktidarlara karşı  toplumu savunmak gibi bir amacı yoktu.  Bağımsız ve özgür olmadan hakiki gazetecilik  yapılmıyor,  yapılamıyor, yapılamadı. İktidara yaslanarak da. Müneccim değilim, ama geçen yıl 24 Aralık tarihli Birgün gazetesinin Pazar ekinde, yani beş ay önce yayınlanan söyleşide, Taraf gazetesinin geleceği konusunda şunları söylemişim: “Taraf, kendisinin de övünerek söylediği üzere, Ahmet Altan’ın gazetesi idi. O gidince Taraf da gitti. Bundan sonraki Taraf başka bir Taraf olacaktır. Nasıl yapılanır, nasıl bir genel yayın çizgisi tercih ederler, şimdiden bilmek zor. Yeni anlayış ve uygulamaları, eskiden olduğu gibi bu gazetenin isimleri künyede yazılı olan sahip ya da yöneticileri belirleyem...