Ana içeriğe atla

İkili soruna tekli çözüm


SÜRECİN AKSAKLIKLARI
·        Çözüm Süreci tabir edilen gelişmeler PKK’nin silahlı güçlerini 8 mayıs tarihi itibarıyla geri çekmeye başlayacağını açıklamasıyla yeni  bir aşamaya evrildi. Geri çekilme, meselenin çözüldüğü anlamına mı geliyor? Yani artık  Barış mı geldi? Yoksa, işin en müşkül, en girift yanı daha yeni mi başlıyor? İktidarın ilerlemek için herhangi bir planı programı var mı? Kürt cephesinde neler aksıyor?
 Çözüm Süreci adı verilen dönemin galiba en önemli olumsuzluğu, iki tarafı ilgilendiren bir ihtilafın, sadece tek tarafın iradesiyle çözülme isteği. ‘Müzakere en az iki kişiyle yapılır’ düsturunu Erdoğan, ‘Pazarlık yok, devlet meseleyi çözüyor’ gibi anlamsız bir yaklaşımla bozuyor ve yaptıklarına bakacak olursak ‘Her şeyi ben tek başıma yaparım’ diyor. Öcalan’la kimin görüşeceğini, Akil İnsanların kimler olacağını,  PKK açıklamalarının nasıl yorumlanacağını… kısacası Sürece dair her şeyi Erdoğan kararlaştırıyor ve uyguluyor.
PKK, KCK, BDP ve son olarak HDK  ilk başta haklı olarak  ‘Sürece bizim de katılmamız gerekir’ dediler. Erdoğan ‘Hayır’ dedi. PKK önce geri çekilme için Meclis’ten yasal güvence talep etti. Erdoğan, ‘Benim sözüm yeter’ dedi. Mesele hala sadece Öcalan’la Erdoğan arasında gidip geliyor gibi. Hatta her şey dönüyor, dolaşıyor Erdoğan’da başlıyor, Erdoğan’da bitiyor. Bu arada avukatlar hala İmralı’ya gidemiyor. Koster mi bozuk, Süreç mi?
Sürecin bir başka olumsuz yanı, ki bunu Erdoğan’ın ya da Akdoğan’ın açıklamalarından çıkarmak kolay, uzun hatta orta vadeli bir plan ya da programın olmadığı. İktidar, ‘Ne yani terörün bitmesinden rahatsız mısın!?’ argümanını da kullanarak, her türlü eleştiriyi bertaraf etmeye çalışıyor.  Üstelik iktidar, bugüne kadar, PKK’nin geri çekilmesini neredeyse barışın  tamamen sağlanması olarak anlarken, korucular ve  geri çekilen  gerillalar, köye dönüş ve daha onlarca sorun hakkında bir tek sözcük etmedi, hiçbir açıklama yapmadı. Normal, çünkü, iktidar, Kürt meselesini ne yazık ki hala sadece ve esas olarak bir asayiş meselesi olarak görüyor ve anlıyor.
Kürt meselesinin tarihi boyutuna pek kimse önem vermediği için, mesela şu sorulara da yanıt aranmıyor:
-          PKK, 1984’den bu yana tek taraflı olarak 8 kez ateş-kes ilan etti. Hiç biri kalıcı olamadı. Neden? Bu ateş-kes sürelerinde Kürt meselesi çözülmüş müydü?
-          PKK, son 10 yılda bir kez güçlerini sınırdışına çekti. O zaman da Kürt meselesi neden çözülememişti?
-          1925-2013 dönemi arasında, Kürtlerin en az üç büyük silahlı ayaklanması (1925 Şeyh Said, 1929 Ağrı, 1938 Dersim)  onlar açısından başarısızlıkla sonuçlandı ve her seferinde Kürtler hem silahsızlandırıldı hem de Türkiye dışına çıkmak zorunda kaldı. Kürt meselesi yine de neden çözülemedi?
Sürecin bu eksiklik ve sakatları, ‘Aman barış olsun da nasıl olursa olsun’ yaklaşımını dahi büyük ölçüde tehlikeye atıyor. İktidar, Süreci Meclis’e getirmekten kaçınırken, Akil İnsanlar adı verilen propaganda timleriyle kamuoyunda güç kazanmaya çalıştı, ne var ki, MHP ve CHP’nin milliyetçi ve Kürt karşıtı politikalarının yarattığı engelle karşılaştı. Toplumda Süreç öncesinde de zaten var olan AKP karşıtı refleks, his ve siyasi  tutum, Süreçle birlikte daha dinamik hale geldi, AKP karşıtlığına Kürt karşıtlığı da eklenerek, maalesef MHP’yi ön plana çıkardı. Son kamuoyu anketleri, Bahçeli’nin partisine oy verme eğiliminin yüzde  21’e çıktığını gösteriyor.
Hazırlıksız, ittifaksız, gönüllü toplumsal desteği olmayan ve  tek elden yürütülen Süreç, ‘Teröristle pazarlık yapmıyoruz’ teranelerinin toplumda karşılık bulmadığını gösteriyor. Medya ya da Akil İnsanlar, Türk kesiminde ‘Apo özgür mü olacak?’, ‘Memleket bölünüyor mu?’, ‘PKK’ya ne tavizler verildi?’, ‘Türk-Kürt-İslam-Amerikan Sentezi mi hayata geçiriliyor?’  konularında derin kaygılar olduğunu saptıyor. Şeffaflık eksikliği ve sorunu siyasi değil, basit bir asayiş manevrası gibi değerlendirdiğinizde, özellikle de Türk kesiminde milliyetçiliğin, Kürt karşıtlığının konum ve gücünü hesaba kattığınızda, sözkonusu kaygıların çok da anlamsız olmadığını kabul etmek gerek.
Keza Kürt kesiminde de, ‘AKP yine bizi aldatıyor mu?’, ‘Hakikaten barış olacak mı? Yoksa Erdoğan Başkanlık seçimleri için manevra mı yapıyor?’, ‘PKK silahı tamamen bırakırsa ve bize yönelik bir devlet operasyonu olursa bizi kim koruyacak?’, ‘Gerillanın boşalttığı mevzileri kim dolduracak?’ gibi endişeler var.
Devlet yanlısı medyaya bakacak olursak, Kürt meselesi zaten çoktan çözüldü. Barış geldi. Türkiye artık bölgesel güç. Barış teması bu kesimlerde o kadar güçlü bir gerekçe ve manivela ki, benim artık neredeyse hiç tanıyamadığım, 30 yıl önceki ilk Genel Yayın Yönetmenim Oral Çalışlar bile,  Taraf gazetesinde kendi mesleki başarısızlığını örtmek için barış temasını kullanmak zorunda kalıyor. 
İktidar yanlıları, eskiden sağcıların elinde tuttuğu Komünizm Öcüsü gibi kullanıyor Barış  temasını. Fazıl Say’ı mı destekledin? Barış Sürecine zarar verme! Ayranı değil rakıyı mı seviyorsun? Sen savaş mı istiyorsun? ‘Hukuk olmadan, demokrasi olmadan barış olmaz’ mı diyorsun? Hıı sen belli ki şehit cenazelerinin yeniden gelmesini istiyorsun!
Halbuki mesele o kadar ak/kara değil. Evet tabi ki barış istiyoruz, evet tabi ki askerin ya da gerillanın ölmemesini istiyoruz. Ama bizim istediğimiz barış, AKP barışı değil. Çünkü AKP’nin istediği çözüm, esas olarak PKK’nin mücadelesinin ve  Kürt muhalefetinin çözülmesi. AKP’nin barışı, dikensiz gül bahçesinde Erdoğan’ın istediği Başkanlık rejimi.
 Oysa ki, geri çekilme ya da silah bırakmayı, Sürecin ilk değil, son aşaması olarak planlamış olsaydı iktidar, nispeten uzun bir özgür tartışma  ortamında, ‘Kürt sorunu nedir?’, ‘Kürtler neden silaha sarıldı?’, ‘Kürtlerin yurttaş ya da kolektif olarak ne gibi hakları vardır?’, ‘1925’den günümüze devletle Kürtler arasında ne gibi sorunlar vardı? Bunlar nasıl çözüldü?’, ‘Türkiye Cumhuriyetinde Türklerin ve Kürtlerin yurttaş olarak yasada ve uygulamada konumları nedir?’  gibi meseleler konuşulsaydı, konu hem Meclis’te hem de kamuoyunda, medyada, akademilerde, kahvelerde tartışılsaydı, Batılı  STK’larla Kürt STK’ları ortaklaşa ve karşılıklı ziyaretlerle  Kürt gerçeğini Türklere anlatıp tanıştırabilseydi, keza Kürtler de Türk kesiminin sorun ve endişelerine çare arayabilselerdi, Sürecin bugünkü aksaklık ve eksikliklerini gidermek mümkün olabilirdi.
1925’den bu yana süren bir sorun öyle bir-iki ayda çözülmez, çözülemez.
Türk devleti Orta Asya’dan bu yana herhangi bir sorununu barışçı müzakere ile çözebilmiş değil. Yani, barış ya da müzakere konusunda herhangi bir tecrübesi yok, kültürü yok, aksine, milliyetçi ve devletçi resmi ideolojisi, barışı, müzakereyi, bölücülük, ihanet gibi kavramlarla açıklamaya teşne.
İktidar, akademik boyutu da olan, ihtilaf çözme konusunda, uluslar arası  deneyimlerden yararlanma konusunda aşırı cimri. Hiçbir deney birebir Türk-Kürt meselesine benzemediği/benzemeyeceği için, dış dünya örnekleri, çözüm kalıbı olarak herhalde kabul edilemez ama başka deneylerden (IRA,ETA, FRAC, Korsika…vs…) mutlaka yararlı olabilecek taraflar, ayrıntılar çıkar/çıkıyor.
İktidar, belli ki, Kürtlerin Orta Doğu’da Irak’tan sonra Suriye’de de önemli bir siyasi aktör olması nedeniyle, hem içeride hem de bölgede ve dış politikada sıkıştı.  Cengiz Çandar çok net bir şekilde yazdı: Süreç, Orta Doğu politikaları hesaba katılmadan ne doğru dürüst anlaşılabilir ne de doğru dürüst uygulanabilir!
Son olarak, Kürt cephesinin önemli bir sorununu, bu konunun herhalde tartışılmaz en önemli ve en değerli uzmanı İsmail Beşikçi net bir şekilde saptadı: Kürtlerin, ‘Önderlik’ tabir ettiği Öcalan’a kişisel ve siyasi bağlılığını kabul etmeseniz de anlamak durumundasınız. ‘İrademiz Öcalan’ sloganı bu sadakatın bir ifadesi  olarak da anlaşılabilir ve kabul edilebilir.  Ne var ki, bu slogan, müzakerelerde Kürt tarafının tek ve değişmez muhatabının Öcalan olduğu şeklinde hayata geçilirse, iktidarın kendi cezaevinde bulundurduğu tutsak bir liderle yaptığı görüşmelerin ne derece sağlıklı olduğu tartışma konusu haline gelir. Müzakere, eşit koşullarda olan iki taraf arasında yapıldığı zaman bir anlam ve geçerlilik kazanabilir.  Bu açıdan bakıldığında, Öcalan’ın resmi ve ciddi bir muhatap olarak özgür olması meseleyi çözer.
Müzakere bir tarafın Başkanlık rejimi, diğer tarafın da tahliyesi  hedeflenerek sürdürülüyorsa, Kürt meselesinin çözümü ve barış, ikincil öneme sahip olursa, Süreç sekteye uğrayabilir.
Çandar meselenin bölgesel ve uluslar arası yönüne dikkat çekmişti. E  bu Kürt meselesinin Türkiye’nin iç politikasıyla, AKP iktidarıyla ve bu iktidara muhalefetle de ilgili herhalde  bir çok yönü ve yanı vardır değil mi?
(*) Express dergisi Mayıs 2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla