DÜNYA KİTAP GÜNÜ
SOHBETİ
Ragıp DURAN
* İnternet özellikle de Yapay Zekâ, insanlık onuru ve özgürlüğünün tarihsel
aracı, düşünme ve sorgulamanın motoru okumayı bilhassa kitap okumayı engelliyor.
Çünkü kitap okuma, hızlı/yüzeysel/kâr amaçlı bir eylem değil.
Bugün Yapay Zekâ çağında KİTAP’ı konuşacağız.
15-20 yıl oluyor. Bilgisayarımı açtım. Çok sayıda sütyen
ve kadın iç çamaşırı reklamı vardı ekranda. Israrlı bir şekilde bu reklamlar 5-10
gün sürdü. Halbuki ben cinsiyet değiştirmemiştim. Sütyen ya da kadın iç
çamaşırı koleksiyonu da yapmıyorum. Garipsedim ama sonradan anladım. O zaman
eşimle birlikte bir tek bilgisayarımız vardı ve ortaklaşa kullanıyorduk. O da
kendisine online iç çamaşır sipariş
etmiş.
Yapay Zekâ, Doğal Aptallıkla rekabet halinde.
Günlük yaşamda ekran ile kağıt arasında gergin bir
rekabet var, hatta savaş. Cep telefonunda,hatta saatimizde, bilgisayarımızda,
sokakta her yerde küçük büyük ekranlar var. Ekranlar tarafından kuşatılmış
durumdayız. Karabasan gibi çöküyor ekranlar yüzümüze. Ekranlar hâkimiyet kurmak
istiyor göz ve beynimizin üzerinde.
Ekran ışıklı hatta parlak ve renkli. Ama sadece iki
boyutlu. Üstelik kağıdın kokusu yok ekranda. Kitap okurken, sayfalara değmek,
sayfaları çevirmek büyük bir zevk verir insana. Basılı kağıdın kokusu da
caziptir. Ekrana çok fazla dokunamazsın, kokusu da yoktur zaten camın.
Eline bir kitap alıp bir ağacın gölgesi altında ya da
kanapeye, yatağa uzanıp bir roman okumak huzur verir bize. Aynı şeyi cep
telefonu ya da dizüstü bilgisayarı ile belki yapabilirsin ama aynı huzuru
bulamazsın.
Bugün burada bizim sohbetin trajikomik bir boyutu var
galiba. Yapay Zekâ’ya ya da İnternet’e karşı kitabı savunuyoruz ama bunu da bir
İnternet sitesinde yapıyoruz. Halbuki bu konu güzel bir kitap konusu.
Ben yaklaşık 15 yıl boyunca Istanbul’da Galatasaray
Üniversitesi İletişim Fakültesinde gazetecilik dersleri verdim. Öğrencilerime ilk öğretmeye çalıştığım konu,
hakiki gerçek ile sanal gerçek arasındaki fark oldu. Hakiki gerçek dediğim
somut, elle tutulur hayattaki yani sokaktaki gerçek. Sanal ya da medyatik
gerçek dediğim ise, medya mülkiyet sahiplerinin ya da genel olarak iktidarın,
teknolojik aygıt ve yöntemlerle ürettiği gerçek. İkisi çoğu zaman birbirinin zıddı.
Hakiki gerçekte 3 boyut var, 5 duyu var, hayatta somut bir karşılığı var. Sanal gerçek ise, hakiki gerçekten bağımsız
hatta çoğu zaman onun zıddı, ekranda üretilen tüm metinler, sesler yani
konuşmalar, görseller, videolar, filmler… Yapay Zekâ’dan rica edin size
istediğiniz sanal gerçeği üretebilir, yayınlayabilir.
Hakiki gerçek bir kez meydana gelir. Medyatik gerçeği ise
istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz, tekrarlayabilirsiniz.
Dolayısıyla kitap, hakiki gerçek, İnternet de sanal
gerçek oluyor.
İnternet, çoğulculuk, çok seslilik, çok renklilik adı
altında bize milyarlarca sözcük, cümle, resim sunuyor. Yurttaşın, bu nebulanın içinde kendine gerekli bilgiyi,
hoşuna gidecek malzemeyi bulmak için olağanüstü çaba sarfedip büyük bir
ayıklama/seçme/eleme yapması gerekiyor. Çok zaman harcıyor. Oysa ki okumak
istediğimiz kitap öyle değil. Gidip kitapçıdan istediğimiz kitabı alıp
okuyoruz.
1989’da Duvar yıkıldığından bu yana sadece bir
ekonomi-politik rejimi olarak değil tüm hayatımızı etkileyen bir kültür/bir
yaşam tarzı olarak neo-liberalizmle karşı karşıyayız. Bu ideolojinin üç temel
özelliği var:
- Her şey çok hızlı olacak.
- Her şey çok yüzeysel olacak.
- Ve her şey kâr yani para odaklı olacak.
İnternet, özelliklerine baktığımızda, neo-liberal
ideolojinin yaygınlaştırılması için ideal bir mecra, popüler bir araç.
Yanlış anlaşılmasın, ben ilke olarak İnternet’e karşı
değilim. Ama egemenlerin İnternet’i ne amaçla ve nasıl kullandıklarına
muhalefet ediyorum. 70’li yılların başında İnternet zaten Amerikan ordusunun
teknoloji bölümünün bir icadı. Sonraki
aşamada daha çok finans ve ticaret
dünyasının hizmetinde. Şimdi tabi milyonlarca yurttaş da İnternet’ten farklı
şekilde yararlanıyor. Ben de gazeteci olarak gerek araştırma gerekse yayınlama
aşamalarında tabi ki İnternet’i kullanıyorum.
Ne var ki doğası gereği, hızlı ve yüzeysel olan bu mecra,
bir kere popülizmi körüklüyor. İnternet’in üretiminde, yazışmalarda, sözcük haznesi o kadar
fakirleşiyor ki, artık kelimeler de
devre dışı kalıyor, emojilerle iletişim kuruluyor. Çeviri uygulamaları
sayesinde de dünyanın dört bir köşesindeki insanlar, aynı bilgileri, aynı
müzikleri, aynı görselleri izliyor, paylaşıyor. Küreselleşme diyorlar buna ama
aslında, kişisel ve ulusal özgünlüklerin yıpratılması hatta silinmesi anlamına
geliyor bu gelişme. Amiyane tabirle ‘’Sürü İdeolojisi’’ İnternet aracılığıyla
çok geniş kesimlerde egemenlik kuruyor. Birey hatta ulus, özgün sıfatlarıyla
nebulada kayboluyor. Tekleşmenin mecrası oluyor İnternet. Bir de tekelleşmenin.
GAFAM! Ve neredeyse her şey Amerikanca.
Burada önemli bir nokta var: Teknolojinin global çaptaki
ağaları bu işin başında. İnternet’de kamusal, solcu, bağımsızlıkçı, özgürlükçü bilgi
ve fikirler değil daha çok sağcı hatta aşırı-sağcı, milliyetçi ve özel çıkarcı
bilgi ve fikirler yaygınlaştırılıyor.
Kitabın az okunmasına karşı kamu otoritesi,
yayınevlerine, okullara maddi destek sağlayabilir. Belediye kütüphanelerine
yatırım yapıp onları daha cazip hale getirebilir. Tabi daha çok, küçük
yaşlarda, mesela ilkokullarda çocuklara kitap sevgisi, okumanın yararları
anlatılabilir. Okuma kültürünü yaygınlaştırmak lazım. Ama gençler, demin söz konusu
olan hıza teşne oldukları için, açıp bir kitap okuyacaklarına İnternet’deki
vurdulu kavgalı 3-4 dakikalık video oyunlarını tercih ediyor.
Süratin büyük zararı, düşünmeyi engellemesi. Düşünmek
için çaba lazım, zaman lazım.
Kitap da artık sıradan bir meta muamelesi gördüğü için en
kısa zamanda yayınlanması, piyasaya sürülmesi ve yine en kısa sürede
tüketilmesi gerekiyor. Yayıncılık dünyası da artık yurttaşa okur gözüyle değil
sıradan bir müşteri/tüketici gözüyle bakıyor. Bir çok yayınevi yöneticisi, yayınlanacak
kitapları seçerken esas olarak metnin içeriğine, kalitesine bakmıyor. Bu kitap
çok satar mı satmaz mı kriterine göre yayınlama kararı veriyor.
Oysa ki, kitap ve genel olarak okuma eylemi, toplumsal ve
tarihi bir müktesebattır. Onu korumamız, geliştirmemiz lazım. Kitap okumayan
yurttaşların çoğunlukta olduğu bir toplumun sosyal dokusu bozulur.
Şimdi temel mesele ‘’Ne yapmalı?’’ sorusuna cevaplar
aramak olmalı. İnsan onuru ve özgürlüğünü savunabilmek için kitabı, kitap
okumayı, kitapçıları, yayıncıları desteklememiz gerekir. Kitap, İnternet’te
olmayan özellikleri nedeniyle toplumsal bir değerdir.
Kitabın, okumanın bugün içine düştüğü bunalım,
kapitalizmin yarattığı kültürel buhranın bir sonucu. Teknoloji holdinglerinin
önderliğinde zayıf, kısır, eleştirel perspektiften hatta düşünmekten ve
sorgulamaktan aciz bir toplum yaratılmak isteniyor.
Bir de unutmayalım bir kitap sadece gözle okunmaz.
Beyinle, kalple, vicdanla okunur.
Geçmişte çok acı deneyler yaşandı. Kitapları yaktılar. Kitap yakan bir iktidar,
bir sonraki aşamada insanları da yakar ve nitekim yaktı da.
Bitirirken başımdan geçen iki olayı aktarmak isterim:
Fransızca konuşulan ülkelerde yaygın bir kitapçı zinciri
var: FNAC. Paris, Brüksel, Cenevre gibi kentlere gittiğimde FNAC’a mutlaka
uğrarım. 3-4 yıl önce Brüksel’deyim. Yorgo da bana bir kitap sipariş listesi
vermişti, hem onun kitaplarını alırım hem de yeni çıkan kitaplara bakarım diye
gittim Brüksel’deki FNAC’a. Böyle yürüyen merdivenlerle çıkılan büyük bir
dükkan. Girdim içeri. Bir garipsedim. Çünkü bir çok kitapçıda olduğu gibi FNAC’da da
eskiden girişte ‘’Çok Satanlar’’ ve ‘’Yeni Çıkanlar’’ rafları olurdu. Bu sefere
baktım buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makineleri… bir sürü beyaz eşya var.
Dükkanın ¾’ü bu tür eşyalarla dolu. Geri kalan bölümde, dükkanın dibinde, bir
kaç rafta kitaplar kalmış. Sonradan öğrendim, FNAC mı beyaz eşya toptan
satıcısı Darti’yi satın almış, yoksa Darti mi FNAC’ı satın almış emin değilim.
Kitapları kaldırıp yerine beyaz eşya doldurmuşlar. Neyse…
Kitap bölümünden sorumlu personelin yanına gidip aradığım
kitapların listesini verdim. Şöyle bir göz attı. ‘’Bunlar yok. Siz fnac.com’a
girip sipariş verin, hem daha kolay hem de daha ucuz olur’’dedi. Kendi mesleğini
inkâr edip, yurttaşı rakibine yönlendiren bir personel!
İkinci hadise de şöyle:
Paris’e ne zaman gitsem medya/iletişim kitapları
konusunda uzmanlaşmış Tekhné kitapçısına mutlaka uğrarım. Maubert-Mutualité metrosunun
iki arka sokağında şirin bir kitapçı. Herhalde 30 yıldır giderim. 3-4 yıl
oluyor, gittim yine. Fakat kitapçıyı bulamıyorum. Mecburen İnternet’e girip
adresi doğruladım. Baktım ‘’Akdeniz Kültür Merkezi’’ yazıyor dükkanın
kapısında. Girdim içeri. ‘’Tekhné
taşındı mı?’’ diye sordum. ‘’Kapattılar ama İnternet üzerinden satışa devam
ediyorlar’’ dedi. Herkes Bill Gates’in ajanı olmuş! Üzüldüm haliyle.
O hafta döndüm Selanik’e. Oturduğum evin bir sokak
altında Fransız Konsolosluğunun binasında bir kitapçı var. Her hafta ‘’Canard
Enchainé’’ ve ‘’Charlie Hebdo’’ alırım. Baktım o da kapanmış. Yerine Café
yaptılar şimdi. Le Lycée diye…
4-5 gün içinde 2-0 mağlup duruma düştüm. Kızıyorsun
üstelik çaresizsin.
Bu acıklı durumu telefonda Istanbul’daki en yakın
arkadaşıma anlattım. O beni teselli edeceğine ne dese beğenirsiniz?
- Yahu üzülme yakında biz de kapanacağız! (SON/RD)
(*) Bu metin 12 Nisan 2025 Cumartesi günü Selanik’deki Eneken Kültür Merkezinde düzenlenen Dünya Kitap Günü forumunda yapılan konuşmanın, diğer iki konuşmacı Yorgo Giannapoulos ve Prof. Antonia Sahbazi’nin katkıları eklenerek yazıya dökülmüş halidir. Yunanca/Fransızca olarak gerçekleşen forum yakında You Tube kanalında yayınlanacak.
Yorumlar