‘’Gazeteci olan Adamın Hikâyesi’’ Metin Toker’in, kızı tarafından derlenmiş, bitmemiş özyaşamöyküsü, anıları. 1940lı ve 50li yılların gazeteciliği konusunda zengin bilgiler, yorumlar, itiraflar, anekdotların yanısıra ‘’Milli Damat’’ın iktidarla, devletle olan ilişkileri göze batıyor.
Ragıp Duran
Hiç kuşku yok ki Metin Toker, Türkiye gazetecilik tarihi
ve dünyası açısından önemli, ciddi bir şahsiyet. Mesleğe başladığından bu yana
yazdığı haberler, söyleşiler, röportajlar, köşe yazıları, sonra yayınladığı
kitaplar hem yakın tarih hem de gazetecilik teorisi ve pratiği açısından
değerlendirilmeli.
Meslekle kişisel konum arasında var olan bir çelişkiyle
başlayayım: Toker’in son kitabını kızı Gülsün Bilgehan yayına hazırlamış.
Hiçbir editör babasının bir metnine gerçekten bağımsız ve özgür bir
perspektifle, yani eleştirel gözle yaklaşamaz. Metin sahibinin birinci
dereceden akrabası ancak bağımsız bir editöre danışmanlık yapabilir, yazara ve aileye
ilişkin bilgiler konusunda hakiki editöre katkıda bulunabilir, yardım eder.
Yakın bir geçmişte okuduğum bir başka kitapta da, bir
torun dedesinin metinlerini yayına hazırlamıştı. Aynı sıkıntı. Çünkü yayına
hazırlamak, editörlük de kaçınılmaz olarak bir iktidar mevkii.
Meslekle kişisel konum arasındaki çelişki, ayrı bir
alanda, Metin Toker için de geçerli. Dönemin ana muhalefet partisi liderinin
kızıyla evlenen Toker, meslekdaşlarına oranla bir dizi avantaja sahip. Hele
gazeteci Toker’in, İsmet İnönü ile birlikte Pembe Köşk’de yaşadığını hesaba
katarsak… Toker’in İnönü’ye objektif olarak yaklaşması mümkün değil.
Eleştirmesi neredeyse imkansız.
Ayrıntı gibi gözüken bu çelişki, yakın bir zamanda,
mesleki alanda tartışmalara yol açarken medya akademisinde de somut bir örnek
olarak ele alındı. CNN International’in ‘’Chief International Anchor’’ (Dış
Haberler Baş Sunucusu) ünvanına sahip olan Christiane Amanpour, ABD’nin üst düzey bir diplomatıyla (James
Rubin) evli (1998-2018) idi. Çiftin akşamları evde yemekten sonra ıspanağın
faydalarının yanı sıra ortak konuları olan Amerikan dış politikası üzerine
tartıştıkları herhalde bir sır değil. Amerikalı diplomasi ve savaş muhabirleri,
Amanpour’un, fol yok yumurta yokken, aniden Ürdün’e gitmesini mesela, mesleki
refleksle kavrayıp hemen onun peşine düşmüşlerdi.
Toker’in, Cumhuriyet Kitapları Yaşamöyküsü dizisinde 2024
Ekim ayında yayınlanan 308 sayfalık kitabı ne yazık ki Akis dergisinden söz
etmediği gibi son satırları ölüm döşeğinde yazdığı için mesleğinin son dönemlerini
de kapsamıyor.
‘’Ölünün Arkasından Konuşulmaz’’ ilkesi, benim gibi
Tanrı, Allah, kilise, sinagog, cami ile hiçbir ilişkisi olmayan insanlar için
geçerli değil. Bu ilke, ölen kişinin vefatından sonra yayınlanan metinlerdeki
eleştirilere cevap veremeyeceği için konmuş olsa gerek. Oysa ki kitabı yayına
hazırlayan ve bazı ekler yapan kızı Bilgehan, gerek duyarsa, esas olarak
mesleki ve siyasi değinme ve eleştirilere yanıt verebilir.
Zaten Toker’in anı kitabı, yazar vefat ettikten sonra
yayınlandı.
Kitapta tam 45 satırın altını çizmişim. Hepsini tek tek
dökecek değilim.
Benim diğer anı kitaplarında da gözlediğim üzere, en
güzel ve en keyif verici bölümler, yazarın çocukluğunu ve ilkgençliğini
anlattığı bölümler. O yaşlardan çok daha sonra kaleme alınsa da, yazar,
çocukluk ve ilk gençlik günlerini saf, temiz, hesapsız kitapsız yazmış.
Mektepten büyüğüm, babam yaşındaki Metin Ağabeyin
Galatasaray Lisesi konusundaki hassasiyeti, mekteple ilgili gözlem ve
tahlilleri bana çok olumlu geldi. Sınıf arkadaşları arasında solcu kimliği ile
tanınan herkesten söz etmemesi belki de unutkanlıktandır.
Kitapta esas olarak Toker’in meslek aşkı her satırda
gülümsüyor. Anılarda artık adet haline gelen kendini övmelere bile, bu Mektep
ve gazetecilik sevgisi nedeniyle takılmamaya karar verdim.
Gazetecilik, hele Toker’in döneminde, ancak severek hatta
aşık olarak yapılabilecek bir meslek. Belki biraz itibarı var ama geliri düşük,
çalışma koşulları zor bir alan. Erkek egemen bu dünyada çok büyük bir uçurum
var yazar-patronlarla çalışanlar arasında.
Toker, tıp tahsilinden vazgeçip Babıâli’ye katılıyor, bu arada Fransız
Filolijisini bitirdiği gibi Paris görevi sırasında orada da Siyasal Bilgiler
Enstitüsünden mezun oluyor. Bir gazeteci için, hele o dönemi düşünürsek, çok
iyi bir background.
İdeal hatta neredeyse mükemmel bir gazeteci olmak için gereken
en önemli iki önemli kritere sahip Toker. Ne yazık ki, olmazsa olmaz üçüncü,
hatta hiyerarşide birinci kritere, Toker’in anılarında pek rastlayamıyoruz. CHP iktidarı
döneminde muhalefetteki Demokrat Parti’yi tuttuğunu açıkça yazıyor (s.234) ama
mesele yerleşik düzendeki iki partiden birine taraftar olmak. Oysa ki
gazetecinin, mesleki muhalefeti, partilerle sınırlı olmamalı. Gazeteci, gerçeği
ve kamu çıkarını savunmak için, iktidara, devlete, yerleşik düzene de karşı
çıkmasını bilmeli. Zaten anılarda ünlü, büyük, ‘’önemli’’, kudretli, iktidar
sahibi şahsiyetlere sık rastlıyoruz da, sıradan insanlardan, sokaktaki
yurttaştan yani gazetecinin esas olarak temsilcisi olması gereken kamudaki
insanlardan, özel olarak da ezilen, mağdur insanlardan, galiba bir maden kazası
röportajı hariç, pek sözetmiyor gazeteci.
Kızının kaleminden Toker, ‘’hiçbir yazıma müdahale
ettirmem ve bağımsız gazeteci olarak yazarım’’ demiş. Doğrudur. Devletle, yerleşik düzenle, genel
anlamıyla iktidarla barışık olanlar ‘’aşırı bağımsızdır’’,
onların yazılarında müdahale edilecek bir cümle zaten yoktur.
Devletin ideolojik egemenliği, çeşitli meslek sahipleri
üzerinde, siyasi, askeri, polisiye ya da adli baskıyla, mahalle baskısıyla
gerçekleştiği gibi, kimi zaman da, sözkonusu meslek sahibinin gönüllü ve
bilinçli olarak bu ideolojiyi benimsediğini hatırlamak lazım.
Devletin ideolojik egemenliğine somut bir örnek vermek
gerekirse, kitabı yayına hazırlayan Bilgehan, CHP milletvekili sıfatıyla Avrupa
Konseyi Parlamenter Asamblesinin bir üyesi. CHP, ülke içinde AKP’ye karşı kıyasıya
mücadele ettiği halde, Asamble toplantılarında Türk devletinin insan haklarını
ihlal ettiğini karara bağlayan oylamalarda her seferinde AKP ile birlikte red oyu kullanıyor. CHP ve klasik Türk siyasetçisi
ile aydını, Edirne ya da Hakkâri’yi geçince, hemen Türk Büyükelçisi kimliğine
bürünüyor. Devletçi, milliyetçi ideolojinin egemenliğine kaptırıyor kendisini.
Benim takıldığım bölümlerde, Toker’in sağcı, muhafazakâr,
devletperver yüzü açığa çıkıyor. Evren Paşa hayranlığı (s.127) Celal Bayar’a
yakınlık, Varlık Vergisini savunması, Rumlara ve Yunanistan’a (s.202) bir de
Yahudilere karşı (s.86) olumsuz tutumu dikkat çekici.
Toker’in devletle paralel bir şekilde Antakya meselesinde
de milliyetçi güruha katıldığını okuyoruz.(s.157).
Toker, sıkı bir anti-komüniste benziyor.(s.261, s.272). 1949 yılında Tuğrul Deliorman adlı bir
meslektaşının, Fahir Erinç (Doğrusu Fahri Erdinç olacak) ve Öğretmen Ziya
ile Bulgaristan’a kaçıp Sofya
Radyosunda çalışmasını ‘’Türkiye
aleyhine konuşmak’’ olarak değerlendiriyor. Oysa ki onlar ‘’Türk rejimine’’
karşı muhalefet ediyorlardı. Dahası, sinik bir ifadeyle ekliyor:’’Allahtan,
Sabahattin Ali gibi yolda öldürülmemiş’’.(s.154)
Montesquieu’nün ‘’De L’Esprit Des Lois’’ başlıklı kitabı Türkçe’ye ‘’Kanunların Ruhu
Üzerine’’ başlığı ile tercüme edilmiş.
Toker ise bu kitaptan ‘’Kanunların Tarifi’’ diye söz ediyor. (S.119). Bir sayfa
sonra ‘’Très Bien’’ sözcüğü ‘’Trés Bien’’ diye yazılmış. Yazarın ya da yayına
hazırlayanın değil, dizgicinin ya da son okumayı yapanın hatası.
Müslümanlarda her erkek çocuk belirli bir yaşa gelince
sünnet edilir ya, Türkiye’de de çok uzun zamandır, işini doğru dürüst yapmaya
çalışan, her zaman iktidar partisinin yanında saf tutmayan gazeteci de, belirli
bir aşamada hapse girer. Toker de bunu yaşamış. Ama hapse girmek bir
gazetecinin her konuya eleştirel yaklaşma zorunluluğunu otomatik olarak
destekleyen/onaylayan bir durum değil.
Yazılanların yanı sıra yazılmayanlar da önemli. Anı
kitabında 1915’den hiç söz yok. Bir yerde Ermeni Mezarlığının üzerine yapılan
binalardan bahsediyor sadece. Gazeteci
bu durumu deşmez mi? Keza Kürtler ve
Kürt Meselesi de büyük gazetecinin gündeminde namevcut. Halbuki kendisi Şeyh
Sait hakkında resmi tezi onaylayan bir kitabın müellifi. Tenis, şampanya, şık
kıyafetler sahneye çıkıyor da,
yoksulluk, baskı gibi ciddi konular yine sayfalara giremiyor.
Toker’in gizleyemediğini itiraf ettiği bir ABD hayranlığı
da var.(s.241, s.243)
Dil ve biçem, ideolojik içeriği faş eder. Gazeteci, anılarında Istanbullu çapkın zenginlerin Amerikalı hosteslerle ilişkilerini anlatırken ‘’Alan memnun, satan memnun…’’ deyimini kullanır mı? (s.244). Halden kavun karpuz mu satın alıyorsun?
Açık, dürüst ve içten bir şekilde kaleme alınırsa, anı kitaplarının, köşe yazıları ve diğer türden kitaplara oranla bir avantajı var: Yazar, köşe yazılarında ve kitaplarında dile getir(e)mediği olay ve duyguları anı kitabında rahatça yazabiliyor.Toker’in de anılarını çok fazla hesap kitap yapmadan yazdığını kabul edelim. Ama mesela babasının 2. Cihan Harbinde ‘’Almanları tutması’’(s.24), tabi ki oğlundan bağımsız bir saptama olarak, pek sevindirici bir bilgi değil.
Bir insanın oğluna ‘’Güçlü’’(s.129) adını vermesi
herhalde dedesinin dinlediği radyo yayınlarıyla ilgili değildir…
Mesleğini bu kadar seven, etik ilkelere çok riayet
ettiğini söyleyen bir gazeteci, piyasadaki kalabalığa uyup, militarist
sözlükten alınma ‘’bomba gibi haber’’ deyimini kullanır mı? Kullanıyor.(s.165,
s.171). Toker, rakibi Falih Rıfkı Atay için ‘’Silahşor Başyazar’’ sıfatını
uygun görmüş. Tüfeeek omzaaa! Kağıt, kalem, matbaa filan yok top tüfek ve
bilimum silah var orta yerde. Keza ırkçı çağrışımlar içeren ‘’Mal bulmuş
Mağribi gibi’’ (s.205) deyiminden de uzak durmak gerekirdi. Bir de ‘’Yunan,
İzmir’i işgal ettiğinde’’ denmez, ‘’Yunanistan ordusu İzmir’i işgal ettiğinde’’
denir.
Toker, herhalde istemeden oldu, Yunanistan İç Savaşını
izleyip aktardığı dönemi yazarken, aktüel bir benzetme yapmaya çalışıyor ve
Yunanistan’daki Direnişçileri PKK’lilere benzetiyor. Direnişçiler, zorda
kalınca Bulgaristan’a kaçıyormuş ya, PKK’liler de Irak’a Suriye’ye kaçıyor.
Yakaladım anolojiyi! (s.259). Büyük bir ihtimalle aynı zaman diliminde
Yunanistan’da bulunan Toker, vatandaşı Mihri Belli’yi arayıp bulsaydı, İç
Savaşı iki yanlı olarak düzgün bir şekilde cover
edebilirdi. O sadece iktidar tarafını izlemiş.
Toker, çıkarlarını savunduğu sınıfın misyoneri olarak
Sabancıların babası Ömer Ağa’nın hammallık öyküsüne de yer vermeyi ihmal etmemiş. Oysa ki gazeteci
bu kadar büyük bir sermaye sahibinin zenginlik kaynaklarını araştıran bir dosya
kaleme alsaydı daha uygun ve cazip olmaz mıydı?
Toker, mesleğinde olsun cenazesinde olsun (2002), yayına
hazırlayanın uzun listeler halinde yayınladığı üzere, çoğu zaman devlet
elitleriyle birlikte vakit geçirmiş. Ölümünün ardından biri hariç hepsi
devletperver kalem sahiplerinin kitaba eklenen methiyeleri de ilginç.
Ben hiçbir zaman sıkı bir Toker okuru olmadım. Ama
Aydınlık gazetesinde (1978-80) sabah yazı işleri toplantısında köşe
yazarlarından sorumlu arkadaş, devletin tutum ve yorumlarını solcumsu
perspektifle yansıtan Mümtaz Sosyal (GS’den 1949 mezunu) ile sağcı
yansımalarını aktaran Metin Toker’in (GS’den 1942 mezunu) köşe yazılarını
irdelerdi. Sorumlu arkadaş baştan sona haklıymış. (SON/RD)
Yorumlar