Ana içeriğe atla

Nazım Hikmet’in İrdelenmesi Gereken İki Yaklaşımı

Kuşkusuz Türkçe’nin en büyük evrensel şairi ne yazık ki şimdiye kadar kapsamlı, derin eleştirel bir incelemenin konusu olamadı. Ya kültleştirildi ya da hain damgası vurulup kargılandı. Halbuki…

Ragıp Duran











1902 Selanik doğumlu Nazım Hikmet, doğum ve ölüm günlerinde kutlanıyor, anılıyor. Türkçenin en büyük evrensel şairi olduğu konusunda herhalde kuşku yok. Ne var ki bizde toptancı yaklaşımlar egemen olduğu için kendisini solcu olarak tanıtanlarla Kemalistler, Nazım Hikmet’i neredeyse her konuda mükemmel bir insan olarak kültleştirirken, sağcılar eski dogmatik düşmanlıklarından biraz olsun vazgeçmiş olsalar da hala ‘’Hain Nazım Hikmet’’ten söz ediyor. Bu arada şairin popülaritesi nedeniyle olsa gerek, Türkeş ve Erdoğan bile Nazım’dan dizeler okumaktan çekinmedi. Nazım Hikmet’in siyasal bağlamda solculuğu, enternasyonalizmi, özgürlüğü, bağımsızlığı özel olarak da işçi sınıfını bütün eserlerinde hakkıyla savunduğunu zaten herkes kabul etmek zorunda.

Yine de şairin özel olarak Ermeni ve Kürt konularındaki tutumunu ayrıntılı bir şekilde değerlendiren ciddi, kapsamlı edebi ya da akademik bir çalışma var mı bilmiyorum. Ne var ki Komünist Enternasyonal’in o dönemlerde her iki konuda da pek matah olmayan bir tutumu olduğunu biliyoruz.








Ben Nazım Hikmet’in daha derin araştırılması tartışılması gereken iki yönüne dikkat çekmek istiyorum:

- Nazım Hikmet, TKP içinde Stalinci politika ve yaklaşımlara gücü yettiğince karşı çıktı. (Bıyığını çorbamıza sokan…). Gün Benderli’nin anı kitabında ve bazı belgelerde parti içi çekişmeler konusunda önemli bilgi ve değerlendirmeler var. Şairin hümanizması, Stalinci anlayış ve uygulamalara muhalefet etmesini zorunlu kılıyordu. Bu nedenle de Moskova’da iken bir tiyatro eserinin kısa süre sonra sahneden çekilmesi yaptırımına uğradı.







- Nazım Hikmet’in biri çok bilinen diğeri pek yaygınlaşmamış iki şiirinde, ama derinlemesine tarayınca ‘’Memleketimden İnsan Manzaraları’’nda da, yurtseverlik/milliyetçilik/resmi ideoloji/tarihe bakış konularında irdelenmesi gereken fikirler var.

‘’Davet’’ başlıklı şiirde  

’Dörtnala gelip Uzak Asya'dan

Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan

                      bu memleket, bizim.’’

dizeleri, Orta Asya’dan kovulan kabilelerin talan ve yağmacılıkla Batı’ya göçü hiç de eleştirel olmayan hatta olumlayan bir uslupla aktarılıyor.  

Şairin 1921 tarihli‘’Sekiz Yüz Elli Yedi’’ başlıklı şiirini https://www.haber7.com/guncel/haber/2979987-nazim-hikmetin-istanbulun-fethini-anlatan-cok-bilinmeyen-sekiz-yuz-elli-yedi-siiri  komünist bir ozanın yazdığına inanmak çok güç.  

"İslam'ın beklediği en şerefli gündür bu
Rum Konstantiniyye'si oldu Türk İstanbul'u

Dizeleriyle başlayan şiir

İşte o günden beri Türkün malı İstanbul,
Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul!

Dizeleriyle sona eriyor. Oh my God!

19 yaşındaki ateşli delikanlının bu dizelerini hadi yaşına verelim ama yine de şiirdeki İslamcı, milliyetçi, fetihçi hatta yıkıcı yaklaşım kayda değer.

Kendini solcu sananlar Nazım’a toz kondurmak istemiyor. Ama mesela Zekeriya Sertel, şair hakkında bazı olumsuz tanıklıklarını yazdığında neredeyse linç ediliyordu. Nazım’ı tabulaştırmak ona yapılacak en kötü şey olsa gerek.  











Sürgünde yaşayınca yoğunlaşan bu yurtseverlik/milliyetçilik sentezi, ‘’Benim vatanım ekmeğimi kazandığım yerdir’’ ilkesiyle büyük ölçüde çelişiyor. Milliyetçiliğe panzehir olabilecek bir yaklaşım olarak, benim çok sevdiğim saptama, ‘’Herkesin anavatanı çocukluğudur’’

(SON/RD)


SEKİZ YÜZ ELLİ YEDİ

"İslam'ın beklediği en şerefli gündür bu
Rum Konstantiniyye'si oldu Türk İstanbul'u

Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi
Türk'ün genç padişahı, bir gök yarılır gibi

Girdi Eğrikapı'dan kır atının üstünde
Fethetti İstanbul'u sekiz hafta üç günde

O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın!
Belde-i Tayyibe’yi fetheden padişahın,

Hak yerine getirdi en büyük niyazını
Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını!

İşte o günden beri Türkün malı İstanbul,
Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul!







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla