TÜRKİSCHE POST
Türkiye’de Bir
Alman Propaganda Gazetesi (1926-1944)
* Dr.Resul Alkan’ın kitabı önemli bir konuyu irdeliyor. Ama bir yandan meselenin siyasi tahlilini sorunlu hatta çarpık bir şekilde yapıyor bir yandan da teferruatın içinde kaybolup esası es geçiyor.
Ragıp Duran
Konusu ne olursa olsun, bir kitap, yazarının marifetiyle
ilk 20-30 sayfada okuru kendisine çekebiliyorsa iyi bir kitaptır. Yazarın dili,
uslubu, sürükleyici, meraklandırıcı hatta heyecanlandırıcı bir biçem ve içerik
taşıyorsa, o kitap sonuna kadar okunmayı hak etmiştir.
Herkesin okumak istediği/okuması gereken çok sayıda kitap
var, ama kimsenin yeteri kadar zamanı yok.
Resul Alkan’ın ‘’Türkische Post-Türkiye’de Bir Alman
Propaganda Gazetesi (1926-1944)’’ (TP) başlıklı kitabını İnternet’te görünce
hemen sipariş ettim ve okumaya başladım. Başlık yani konu yeterince ilginç ve
önemli. Ama yurtdışında yaşayınca kitap konusunda eşin-dostun öneri ya da
tavsiyelerini hemen almak her zaman mümkün olmuyor. Halbuki Türkiye’de iken,
özellikle medya konusunda bir çalışma yayınlandığında, kitabı okumuş
meslekdaşlardan bir değerlendirme almak iyi hatta tayin edici oluyordu: ‘’Hemen
okumalısın!’’ ya da ‘’Ben okudum, zaman kaybetmeye değmez!’’
Akademisyen Alkan, bir gazetenin ne amaçla yayınlandığını
herhalde bilir. Her gazete, okuru siyasi, ekonomik, toplumsal, kültürel…vs…
aktüel gelişmeler hakkında bilgilendirmek için (İnformer) yayınlanır. Bu vasıta ile bütün medya organları,
yurttaşların/okurların siyasi-ideolojik-kültürel yapı ve zihinlerini
oluşturmaya (Former) çalışır.
Dolayısıyla bir gazete, akademik bir inceleme söz konusu olduğunda, okurunu
nasıl bilgilendirdiği ve okurunu ideolojik olarak nasıl biçimlendirmeye
çalıştığı kriterleriyle değerlendirilir.
Alkan’ın 202 sayfalık tezinde bu temel amaç nadiren
görülüyor. Çünkü çok derin ve herhalde
çok titiz ve yine çok zengin bir arşiv taraması yapmış olmasına rağmen kitap,
‘’Propaganda Gazetesi’’nin nasıl propaganda yaptığını daha da önemlisi bu
propagandanın okur üzerinde ne tür bir etki yarattığına neredeyse hiç
değinmiyor.
Gazete Türkiye’de yayınlanıyor ama Türkiye’deki siyasi
elit ya da okur üzerindeki etkisi çoğu zaman konu dışı kalmış.
Alkan diplomatik tabirle, teferruat uzmanı gibi
davranmış. TP’u incelerken,
Istanbul-Berlin arasındaki mali ve idari ilişkiler, yönetici ve çalışanların
maaşları, gazete yöneticilerinin eşlerine yazdığı mektuplardan alıntılar, TP
ile Ankara’daki Alman Büyükelçiliği arasındaki sorunlu ilişkiler hatta
Türkiye’deki Alman diasporası içindeki duyum ve dedikodular gibi ikincil hatta
üçüncül konulara yoğunlaşmış. Mesela bir yerde (s.99) TP’un aylık dizgi, ısıtma, aydınlatma ve
telefon masrafları bile yayınlanmış.
Kitabın büyük bir bölümü, akademik bir incelemeden çok,
gazetenin müessese müdürünün faaliyet raporuna benziyor. Ivır zıvır bol, yayın
politikası konusu arka planda kalmış. Alkan pertavsızını ağacın dış kabuğuna
odaklamış, ormanı görmek mümkün değil.
20. sayfadan sonra ben oflaya puflaya bitirebildim
kitabı. Bırakamazdım çünkü konu önemli.
Son sayfayı çevirdikten sonra kendimi vakti zamanında
Hürriyet gazetesinde yayınlanan Hasbi Tembeler’in çizgi bandındaki adam gibi
hissettim: Hasbi, işe gitmek için evden çıkmış, otobüs durağına giderken
cüzdanını evde unuttuğunu anlıyor, yanındaki çocuğa ‘’Koş eve, bak bakalım
cüzdanım salondaki masanın üzerinde mi kalmış?’’ diyor. Çocuk eve gidiyor ve sonra Hasbi’nin
yanına gelip ‘’Evet masanın üzerinde kalmış!’’ diyor.
Alkan, kimi zaman Kemalizm ile Nazizm arasındaki
koşutlukları, galiba kasti olmadan vurguluyor. Ama net açık bir siyasi
değerlendirme kıstası yok gibi. Mesela Atatürk’ün 1923’de kurduğu Cumhuriyet
ile Hitler’in 10 yıl sonra Almanya’da iktidara gelmesini aynı sepete koyup
‘’İki ülkedeki sosyal devrimler’’ ibaresiyle tanımlıyor. Kaynakçaya baktım, Stefan Ihrig’in
İngilizcesi 2014’de çıkan ‘’Ataturk in
the Nazi imagination- Nazilerin Tahayyülündeki Atatürk’’ (Türkçesi,’’Naziler ve
Atatürk’’, Alfa yayınları 2023) başlıklı kitabı yok.
Yazarın, ‘’Faşist’’ sözcüğüne sanki alerjisi var. Yanlış
yorumlanıp yanlış uygulanan ‘’akademik yansızlık’’ adına olsa gerek, faşist
yerine Naziler, çoğu zaman da NSDAP (Almanya Nasyonal Sosyalist İşçi
Partisi) sözcüklerini tercih etmiş.
Alkan, zaman zaman TP’da makaleler yayınlayan CHPli
mebusların yazılarından alıntılar yaparak, dönemin Türk hükümeti ile NSDAP
arasındaki minör ve konjonktürel anlaşmazlıklara büyük önem vermiş. Halbuki
global bir bakış açısına sahip olsa, Ankara ile Berlin arasında 33’den önce de
sonra da, neredeyse 1944’e kadar tayin edici bir ihtilaf pek yok. TP’un, Ankara
yönetiminin Kürt isyanlarını desteklediği yetmiyormuş gibi (s.190), Hitler ile
Atatürk’ün benzer yanlarını ön plana çıkaran yazarların makalelerinden
alıntılar da kitaba girmiş (s.129). Türk ordusunun Tunçeli operasyonunda
(1937-38) Almanya’dan ithal ettiği zehirli gazlar konusu… tabi ki kitapta söz
konusu edilmiyor.
Alkan, herhalde istemeden oldu ama, bir alıntıda (s.154)
Hitler Almanya’sının 1933’den sonra, Erdoğan Türkiye’sinin 2002’den bu yana
yaptıklarını gerçekleştirdiğini yazmış.
Bu başlıklı bir kitabı okurken, kaçınılmaz olarak, TP’un
içeriği ile dönemin Türk gazeteleri, mesela Hitler övgüsü yapmakta hiç de cimri
davranmayan Cumhuriyet gazetesinin içeriği arasında bir kıyaslama bekliyor
insan. Yok. Neyse ki bir yerde (s.22-23) hafifçe Yunus Nadi’den bahsediyor.
Almanca da olsa Istanbul’da yayınlanan bir gazetenin,
Hitler’in Türkiye’deki yetkili mümessili konumundaki Nihal Atsız’ın 1941’den
itibaren adliyeye, daha önceden de matbuata yansıyan etkinlikleri konusunda ne
tür haber ve yorumlar yayınladığını öğrenmek ister her okur. Keza 1942’de
meydana gelen Struma Hadisesi hakkında TP’da hangi haber ve yorumlar
yayınlandı?
Kitapta olması, işlenmesi, değerlendirilmesi gereken, ama
namevcut o kadar çok konu ve sorun var ki… Mesela kaynakçada adı geçen H.Gerede’nin
anılarında da söz edilen bir Türk gazeteci heyetinin 1939 ve 1942’deki Londra
ve Berlin ziyaretleri konusunda TP’da hiç haber ya da yorum çıkmamış mı?
T.C. Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Siyaset Planlama
Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan ‘’Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl/
İkinci Dünya Savaşı Yılları (1939-1946)’’ başlıklı yayında da aslında Alkan’ın
değerlendirmesi gereken somut olgu ve tahliller var. Alkan o dönem hassas
sayılabilecek konulara girmemeyi tercih etmiş olabilir. Etik olarak yanlış.
Siyaseten olumsuz. Tezi Almanya’da değerlendirmiş olan akademik jüri, belki de
konuya salt Alman gözlükleriyle baktığı için bu eksiklikleri fark etmemiş
olabilir. Türkiye’de yayınlanan bir Alman gazetesi inceleme konunuz ise, işin
Türkiye tarafını da çok daha ayrıntılı bir şekilde araştırmak ve değerlendirmek
gerekirdi. Kitap Almanca olarak önce 2019’da Litverlag tarafından yayınlanmış.
Türkçe çevirisi Mart 2024 tarihini taşıyor. Ama ciddiyeti bilinen Tarih
Vakfı’nın bu kitabı yayınlaması bana biraz garip geldi.
Orijinali Almanca olan çalışmanın çevirisi aksak
hatta topal. Çevirmen belli ki basın
terminolojisine pek yakın değil. O dönem mevcut olmayan ‘’Genel Yayın
Yönetmeni’’ ünvanını anakronik olarak kullanıyor. Matbaa diyeceğine yayınevi
diyor. ‘’Gazetenin yayın odaları’’ diye bir ibare de var (s.99). Bizde yoktur
ama herhalde Alman gazetelerinde var!. Bir de şöyle bir cümleye rastladım:’’…her
ay dışarıdan katılımcılara kapalı gerçekleşen, gizli basın toplantıları…’’. (s.187).
Gerek kitabın içindeki dipnotlarda gerekse kaynakçada çok
sayıda Almanca kitaba referans var. Ama çevirmen onlara dokunmamış. Sadece
Almanca orijinal hali mevcut.
Kitapta yönetici ve çalışanların fotografları var. Hatta
bir yöneticinin Türk basın kartının fac
similé’si bile mevcut. Kapakta zaten yayınevi… pardon matbaa çalışanlarının
fotografı var. Ama gazetenin birinci sayfası yok.
Alkan’ın TP’un Türkiye macerası sona erdikten sonra
gazetenin Alman yönetici ve çalışanlarının Hitler sonrası Almanya’daki
kariyerlerini izlemesi olumlu ve önemli. Vakti zamanında Parti üyesi olsun
olmasın Istanbul’daki bu gazeteci ve çalışanların çoğunun bilahare Almanya’da
mesleklerini nispeten özgürce sürdürebilmiş olmaları, ‘’Nazizmden Arındırma
Süreci’’nin çok da başarılı olmadığını gösteriyor.
Bundan sonra bu konu üzerinde çalışacak ya da bir
gazetenin akademik biyografisini yazmak isteyen akademisyen ve uzmanlar için bu
kitabın önemli bir rolü, katkısı ve mesajı var: Sakın Alkan gibi çalışmayın!
(SON/RD).
Yorumlar