Ana içeriğe atla

Sosyal Medya Gazeteciliği Nasıl Bozdu?

* İnternet, günlük yaşamımızda bir çok şeyi değiştirdi. Bu arada, özellikle bizde, sosyal medya, gazeteciliğin temel ilkelerini, misyon ve çalışma yöntemlerini fena halde bozdu. Keşke bozulan sadece medya olsaydı…

Ragıp Duran

 Baştan belirteyim: ‘’Eskiden her şey daha iyi idi’’ diyenlerden değilim. Teknolojik ilerleme ve yeniliklerin kişisel ve toplumsal hayatımıza neler kattığını, neleri değiştirdiğini izlemeye anlamaya çalışıyorum. Yeniliklerin olumlu yönlerini kavramaya, kullanmaya meyilliyim. 








Tarih’e meraklıyım. TV ekranlarında ya da sosyal medyadaki milliyetçi-devletçi hatta ırkçı medya maymunlarının geçmişe güzellemeler düzen, resmi tarihi öven, hakiki tarihi tahrif eden ya da gizleyen yayınlarını öfkelenerek de olsa arada sırada izliyorum. Tarih, benim için esas olarak bugünü anlamak hatta yarını öngörmek açısından önemli ve değerli.  

Tarih aslında geçmişte yapılan gazeteciliğin sentez ve analizi. Bugün yapılan gazetecilik de, zaten yarın tarihi yazmak için kullanılacak malzemenin esasını oluşturuyor.







Tam tamına 46 yıldır gazetecilikle uğraşıyorum. Hem pratik hem de teorik olarak.

Bugün gazetecilik ortamına baktığımda sosyal medyanın gerçekleştirdiği büyük tahribatı saptamamak mümkün değil.

Ben de, esas mesleki zorunluluktan biraz da meraktan,  sosyal medyayı izlemeye çalışıyorum. İlginç, cazip, yeni olmak adına bu mecrada öyle saçma sapan şeylerle karşılaşıyorum ki,  hem sinirlenmemek hem de zaman kaybetmemek için, rasyonel olduğuna inandığım bir seçki yöntemini refleks olarak geliştirmeye başladım. Ayrıca her mesaja her görüntüye eleştirel bakılması gerektiğine inandığım için, sosyal medyayı hep kuşku ve kaygıyla takip ediyorum.   Komplo teorilerinden azgın garipliklere, aklın havsalanın alamayacağı saçmalıklardan göz boyamaya yönelik görüntüler arttıkça artıyor sosyal medyada. Doğal! Halkın, toplumun, yurttaşın ciddi siyasi, ekonomik, toplumsal, kültürel sorunlarıyla ilgilenmemek mecburiyeti var ama bir yandan da 24 saat yayın yapacaksınız. Sosyal medya çağımızın afyonu oldu sanki. Çok fazla Tik Tok izleyen gençlerin bakışlarındaki bönlük bunu kanıtlıyor galiba.

Önem sırası gözetmeden bir kaç kalemde, en yaygın olan ve en önemli bulduğum değişimleri saptayıp değerlendirmeye çalışacağım:







* İnternet, zaman ve mekan kavramlarını tamamen değiştirdiği için, esas işlevi haber üretmek olan gazetecilik de, bu zaman/mekan değişiminden kaçınılmaz olarak etkilendi. Yazılı basın eskiden 24 saatlik periyodlarda yayın yapardı. Yıldırım Baskı gibi olağanüstü durumlar hariç günde bir gazete çıkardı. Şimdi ise 24 saat boyunca haber üretiliyor ve yayınlanıyor. Habercilikte zaman, süre ve sürat eskiden de önemliydi ama şimdi neredeyse bandta kitlesel üretim yapan ve 3 vardiya çalışan bir fabrika gibi, medya organları sürekli olarak haber üretmek zorunda. Bu sürat, haberin gidip yerinden çıkarılması, yazılması, denetlenmesi ve nihayet yayınlanması aşamalarını minimum sürelerde yapma zorunluluğu getirdi. Hatta bazı aşamaları olduğu gibi ortadan kaldırdı. Özellikle denetim aşaması, artık bir çok medya organında gereksiz bir işlem muamelesi görüyor. Muhabir, olay yerinden kamera, mikrofon ya da bilgisayarıyla haberi şak diye okura, dinleyici ve izleyiciye aktarabiliyor. Editing dediğimiz bu denetleme aşamasının tamamen kalkması ya da büyük ölçüde zayıflaması haberin kalitesini kaçınılmaz olarak düşürdü. Artık ‘’Fast News’’ çağındayız.      









Mekan kavramı da değişti, artık hepimiz Global Bir Köy’de yaşıyoruz. Dil sorunu da bilgisayar uygulamaları sayesinde büyük ölçüde çözüldü sayılır. Bugün yeryüzünün herhangi bir köşesindeki bir olay hakkındaki haber, dakikalar sonra ekranlarımıza düşüveriyor. İlk başta olumlu gibi görünen bu yenilik aslında neo-liberal zihniyetin küreselleşmesi nedeniyle, yerel olayın tüm özgünlüklerinin silinerek sıradan herhangi bir gelişme gibi yayınlanmasına yol açıyor.

Neo-liberalizmin üç özelliği her şeyin para temelli, süratli ve yüzeysel olması.

Özgün, ilginç, farklı hadiseler, hele bir de genel anlamda iktidara karşıysa, hemen küresel elbiselere büründürülüp öyle servis ediliyor. Ya da hiç verilmiyor. Mekan muğlaklaşınca, yurttaş neyin nerede nasıl gerçekleştiğini anlayamıyor bile. Ayrıca, dış haber tabir edilen haberlerin çoğu, global haber ajanslarının Batı merkezci kriterleri temelinde hazırlanıp sunuluyor.








Haber metni, eskiden de akademik bir çalışma ile kıyaslandığında, zaten yapısı gereği kısa ve yüzeyseldi. Şimdi hem daha kısa ve daha yüzeysel üstelik de belirli kalıplara hapsolmuş durumda. 












‘’Umarım Yalan Haber okumuyorsundur?’’

* İnternet, gazetecilik mesleğinin icrasındaki kamusal özünü ve yaklaşımını büyük ölçüde tahrip edip, mesleği neredeyse şahsi bir meşgaleye dönüştürdü. Özellikle Covid döneminde gazeteciler yazı işlerinde, haber merkezlerinde eskiden sürdürdükleri toplu çalışmayı gerçekleştiremez oldular. Sağlık önlemi olarak sunulan bu kısıtlama daha sonraları işverenler tarafından kendi çıkarlarına uygun olduğu için sürdürüldü ve desteklendi. Gazeteci evinde tek başına ekranının karşısında yalnız kaldı. Oysa ki Yazı İşlerinde,  Haber Merkezlerinde meslekdaşlarla bir arada çalışma, kolektif üretim, danışma, destekleme hatta denetim açısından sayısız avantajlar sağlıyordu. Editörü ile yüz yüze konuşamayan muhabir yazdığı haberin nasıl edit edildiğini ancak yayınlanınca görebiliyor artık. Babıâli’de öğlenleri topluca gidilen öğlen yemekleri aslında semtin esnafı ve sokaktaki yurttaşla temas açısından da değerliydi. 

Artık çoğul değil tekil moda. Toplum değil birey assolist konumunda.  Her koyun kendi bacağından asılır… ama yurttaş ya da gazeteci koyun mu ki?











* İnternet, mesleğin özünü, ilkelerini, icra şekillerini değiştirirken doğal olarak gazetecileri de değiştirdi. Zaten artık sosyal medya sayesinde herkes ‘’gazeteci’’! Klavyenin karşısında isteyen istediğini yazabiliyor. Yazdıklarını da haber diye piyasaya sürebiliyor. Editing yok, olgu doğrulaması yok, yazdığı dili denetleyebilecek düzeltmen yok. Cep telefonu olan herkes, radyo, TV programı da yapıyor, manşetlik haber ya da köşe yazısı da üretebiliyor. ‘’Fake News’’ tabir edilen ‘’Yalan Haber’’ fırtınasının, İnternet ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla aynı dönemde gündeme gelmesi tesadüf olmasa gerek.  Eskiden ‘’Gazeteciler’’ vardı şimdi ‘’Sahte Gazeteciler’’ dolduruyor ekranları.









New York Times’ın Yazı İşleri - 2010

* Başka ülkelerde pek rastlamadım ya da bize oranla çok daha az var. Kimisi, vakti zamanında gazetelerde işini az çok kuralına uygun bir şekilde yapmış bazı meslekdaşlar şimdilerde geçiyor cep telefonunun kamerasının karşısına, böyle bir politikacı hatta kamuoyu önderi gibi, ama kahve sohbeti düzeyinde konuşmalar yapıyor, nutuk atıyor. Bolca kanaat var bu konuşmalarda ama haber yani bilgi pek yok. Beyefendi ya da hanımefendinin ne konuda nasıl düşündüğünü öğreniyoruz böylece.









Eskiden popüler bir gazetenin yıllarca Genel Yayın Yönetmenliğini yapmış, adını bile anmak istemediğim, meslekte İnternet öncesinde yozlaşmayı başlatan biri ‘’Tanrı Gazeteci’’ kavramını atmıştı ortaya. Yeni dönemdeki Tanrı ve Tanrıça ‘’Gazetecileri’’ muştulamış meğerse. Batılı toplumbilimcilerin daha 70’lerde uyardığı   ‘’Gösteri Toplumu’’ tehlikesi bugün ete kemiğe bürünmüş bir vaziyette ekranlarda. Mazruf hiçbir şey, zarf her şey! Dolayısıyla çağımızın gazetecisi aslında Showman! Haber yapmıyor, show yapıyor. 2003 yılında ABD’nin Irak saldırısında Bağdat’ı işgal etmeye başladığı saatlerde Amerikan CNN televizyonunun muhabiri olay yerinde bombalanan kenti ekranlara getirirken ‘’Tıpkı bir havai fişek gösterisi gibi!’’ demişti. Yüzlerce insanın öldüğü saldırı neşeli bir etkinliğe benzetiliyor. 

Ekranda ön plana haber, haberin konusu ya da haberin kahramanı değil sunucu çıkarılıyor. Yurttaş, el-kol, kaş-göz hareketleri ve mimiklerle konuşan sunucuyu izliyor ekranda, haberi değil.  Üstelik adı sanı olan TV kanallarında. Bu işi tek başına yapanlar da aynı konumda. Zaten eskiden de Güzellik Kraliçelerini TV’lerde haber bülteni sunucusu yaparlardı. Kadın belki güzel ama haberde iş yok!    

Okur ve hakiki yurttaş, haklı olarak finalde çözüm ya da çözüm önerisi bekler. Öncelikle medyadaki değişimin yani çürümenin esas olarak dünya çapındaki siyasal/ideolojik/toplumsal ve kültürel değişimin gazetecilik mesleğine olan yansıması olduğunu saptamak gerekir. Emeğin sermaye karşısında yenilgisi, küreselleşme adı altında neo-liberalizmin sadece bir ekonomi-politika olarak değil ama topyekün bir düşünce ve yaşam tarzı olarak bütün dünyada güç kazanması medyayı da bozdu. Para ve rekabetin temel değer haline gelmesi, gazetecilik/habercilik gibi toplumsal ve kamusal bir alanı da özelleştirdi. Bireycilik diğerkâmlığı fena halde alt etti.   









Sermayenin temerküzü ve Batı’nın Oryantalizmi, bugün iletişim teknolojileri adı verilen sektörde GAFA’nın (Google+Apple+Facebook+Amazon) neredeyse mutlak hakimiyet kurmasını sağladı. İletişim mecrasındaki olağanüstü bu tekelleşme,  Tek Düşünce anlayış ve yaklaşımını yerleştirdi. Bugün Yapay Zeka ve algoritma sanayi, mevcut düzenin sürmesi ve güçlenmesi için mesai harcıyor.

İletişim teknolojilerinin bir örümcek ağı gibi bütün dünyayı sarıp kucakladığı bir dönemde, başta Batı Avrupa’da olmak üzere (Çin, Rusya, Hindistan, Türkiye zaten eskiden beri teşneydi…) aşırı sağcı, milliyetçi, yabancı düşmanı hareketlerin büyük güç kazanması hatta iktidara gelmesi de tarihin garip bir cilvesi olmasa gerek. 









İnternet’in mesleği yozlaştırması kaçınılmaz değildi. Bugünkü zengin yeni iletişim teknolojileri, klasik/geleneksel yani hakiki gazeteciliği kendi başına/tek başına engelleyen bir yapı/ortam değil. Sorun teknolojik değil, esas olarak siyasi ve ideolojik bir dönüşüm yaşıyor gazetecilik diğer tüm mesleklerde olduğu gibi. Sadece bizde değil, Batı dünyasında hatta dünyanın dört bir köşesinde kamu yayıncılığının siyasi iktidarların marifetiyle kasıtlı olarak baltalanması hatta yok edilmesi, kapitalist piyasa koşullarına uyarlanması mesleği bugünkü çıkmaza sürükledi. Çokseslilik adı altında ya da her yurttaşa gazetecilik yapma hakkı adı altında sunulan sosyal medya, belirli kurallara bağlanabilseydi, mülkiyet ve yönetim gibi tayin edici alanlarda kamusal zihniyet ve profesyonellik ağır bassa idi bugünkü saçma sapan ortamın doğması engellenebilirdi.  Her yurttaşın görüş, istek ve fikirlerini serbestçe yaygınlaştırabilmesi ile her yurttaşın gazetecilik yapması çok farklı eylemler. Her yurttaş atom fizikçisi ya da tıp doktoru olabilir mi?







Sonuç olarak, bugün İnternet’in olumlu, kamusal niteliklerini değerlendirerek, klasik/geleneksel gazetecilik yapmak aslında hala mümkün. Nitekim yapanlar da var. Ama onlar ne yazık ki hala ‘’Bağımsız Medya Adacıkları’’ konumunda. (SON/RD) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla