Ana içeriğe atla

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

 


*Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,  sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.

 

Ragıp Duran

 

Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.  1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.


 Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor.

Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var:

* Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost  arasındaki benzerlik ve farklılıkları çok iyi saptamış. Mesela, Mimaroğlu’nun hatıratındaki bazı cümleler ile Adolf Einchmann’ın Kudüs mahkemesinde sarfettiği bazı sözler neredeyse copy-paste gibi.


 * Soykırım ve kitlesel şiddet meselesinin çeşitli özellikleriyle ilgilendiği için, kaçınılmaz olarak, Kürt Sorunu da yazarın ilgi alanı içinde. Bu sayede 1915 ile bugün hala yaşadığımız Kürt Sorunu arasındaki süreklilik, ilişki, benzerlik ve farkları da gayet net bir şekilde kitabında açıklıyor.

* Çok boyutlu, çok aktörlü devasa bir süreç olan Soykırım’ın öncesi, gerçekleştiği dönem ve sonrası da Kurt’un kitabında sadece kronolojik olarak değil etki-tepki, diyalektik ilişki bağlamında sergileniyor.   

* Kurt, Mimaroğlu’nun hatıratında yazdığı olay ve gelişmeleri, sürekli olarak başka kaynaklardan denetlerken, neyi ne zaman doğru, neyi ne zaman yalan söylediğini de saptıyor.  Çünkü Kurt’un kitabı sıradan bir biyografinin çok ötesinde, ‘’Soykırım Teknokratı’’ olarak nitelediği Mimaroğlu’nun tüm yaklaşım ve davranışlarını dönemin siyasal, ideolojik, toplumsal ve kültürel bağlamına oturtarak irdeliyor.

* Yazar, çok sayıda resmi belge ve anılarda yer alan bilgilere dayanarak İttihat Terakki ile Kemalist rejim arasındaki sürekliliği, benzerliği somut olarak kanıtlıyor.  Çünkü kanıt, bir tek Talat Paşa’nın öğrencisi/müridi Mimaroğlu’nun değil, daha bir çok Talatperverin Atatürk döneminde devlet  hiyerarşisinde hep tepelere tırmanması. Talat Paşa’nın siyasi polis müdürü, Cumhuriyet rejiminde CHP Istanbul İl Başkanı!

* Kurt, öyle anlamsız psikolojik yorumlara girişmeden,  Mustafa Reşit bey gibi, aslında iyi eğitim almış, çalışkan, titiz, ilke sahibi bir bürokratın nasıl Soykırım Teknokratı haline dönüştüğünü çok iyi açıklıyor. Hem hatıratından pasajlarla, hem meslekdaşlarının Mimaroğlu hakkındaki yargılarıyla hem de kendi yorumlarıyla…

 


* Kitabın kapak tasarımı (Melisa Arsenyan) çok başarılı. Koyu gri-kahverengi puslu bir atmosferde  Hitler bıyıklı Mustafa Reşat Bey ve ulaştığı en yüksek devlet kademesi ve Başkanı olduğu, Danıştay’ın binası. Kurt’un kitabı Hukuk ile Kanun ve Nizam’ın (Ve Nizamnamenin) ne kadar çelişkili iki kavram olduğunu da iyi göstermiş.

* Kurt’un kitabı aslında bugünü de anlatıyor derken, herhalde iki alanda günceli hatırlamak gerek:

- Bugün Devlet Aklı, gerek Ermeni gerekse Kürt Meselesi konusunda hala M.Reşat’ın vakti zamanında ayrıntılı olarak kaleme aldığı, savunduğu ve uyguladığı yaklaşımı ve politikaları benimsemiş durumda.

- İktidar eliyle yaratılmış olan adaletsizlik ve cezasızlık, Mimaroğlu döneminden bugüne kadar hala devam ediyor. Üstelik geçmişin Soykırım sorumluları, katiller devlet tarafından taltif ediliyor.
Takıldığım iki noktayı da araya sıkıştırayım:

* Kurt, daha konsantre bir siyasi biyografi kaleme almaktansa, özellikle kitabın orta bölümlerinde, uzun uzun Soykırım gerçeğini deşiyor. Bu tutum, Soykırım konusunda kuşkulu olan okurlar açısından belki yararlı olabilir ama sanki konuyu biraz dağıtıyor.

* Yazar, tabi ki mahremiyete girmeden, Mimaroğlu’nun özel hayatı konusunda biraz daha bilgi verip yorumlasaydı,  bu kişiliğin Soykırım Teknokratı karakterini daha ayrıntılı bir şekilde sunabilirdi.

Kuşkusuz olumlu bulduğum bir nokta daha:

* Kitabın 17 sayfalık kaynakçasında, her sayfada ortalama 10-15 eser olduğunu farzedersek, 170-250 kitabın tarandığını/incelendiğini anlıyoruz. Bu eserlerin büyük bir kısmı son 20-25 yıl içinde yayınlanmış akademik çalışmalar. Çoğu da İngilizce. Yani Türkiye’de resmi ideoloji, devletin tüm imkanlarını kullanarak 1915 Soykırımını inkar etmeye çalışmasına rağmen, uluslararası academia, 1915’e ilişkin özel, mikro, özgül araştırma üretimini eskiye oranla artırarak sürdürüyor. Bu çalışmaların çoğu Türkçe’ye çevrilmemiş. Resmi tarihçilerin bu çalışmaları eleştirebilecek/tekzip edecek akademik karşı çıkışları da henüz ufukta görünmüyor.

Sonuç olarak, 1915 Soykırımı’nı inkar noktasında  takılıp kalmış olan resmi zihniyetin, konunun bu aşamasını çoktan geçmiş ve artık ‘’Soykırım Nasıl Gerçekleşti?’’ sorusuna ayrıntılı, somut ve belgeli yanıtlar sunan global akademik çalışmalarla başa çıkabilmesi mümkün görünmüyor. Hayırlısı!  (SON/RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle