Ana içeriğe atla

İsrail, Filistin, Hamas, Terörizm, Savaş:
MEDYA ORTADOĞU GERÇEĞİNİ NASIL AKTARIYOR?
 
* Bölgede silahların yanı sıra kelimelerin, ses ve görüntülerin de savaş halinde olduğu bir dönemde, gerek Global Medya gerekse Arap Medyası, önyargılar, nüans eksikliği, bilgi gizleme ve çarpıtma, büyütülmüş ve küçültülmüş gerçek, tarihi miras, ideolojik kalıplar ve daha nice engel yüzünden olup biteni tüm boyutlarıyla aktarmaktansa aklındaki ve gönlündeki, yani kendi çıkarına uygun olan bir imaj yaratıyor.
 
Ragıp Duran
 
Hamas’ın, işgal atındaki topraklarda 7 Ekim tarihli İsrail’e yönelik saldırısı, 1948’den bu yana zaten sorunlu olan bölgede,  siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel yapıyı bir kez daha alt üst ederken, çağımızın en önemli araçlarından biri olan medyayı da topyekün büyük bir tartışma hatta bunalım öznesi haline getirdi. Çünkü bir yanda, öldürülen insanlar, bombalanan binalar var ama bir yandan da bu bombalamaları, öldürülen insanları anlatan, dünyanın geri kalan kısmına ileten/anlatan/yorumlayan medya var. Ve bu ikisi çoğu zaman birbirinden oldukça farklı.

Global medya, aslında yaklaşık 20 yıldır Filistin konusuna gerektiği önemi vermiyordu. Oysa ki 2014-2021 döneminde, bölgede, karşılıklı bombardımanlar, roket atışları nedeniyle önemli bir şiddet ortamı vardı. Global Medya’nın bu konuya yeterli yer ayırmamasını, France 2 televizyonunun kıdemli Kudüs muhabiri Charles Enderlin 3 nedenle açıklıyor:
- Mısır ve Fas’tan sonra bir çok Arap ülkesinin İsrail devletini tanıyıp Tel Aviv’le diplomatik ilişkiye geçmesi,
- İsrail/Filistin ihtilafında iki kutbun da çok sert, radikal ve taviz vermeyen tutumlarından çekinme,
- Batı başkentlerindeki İsrail Büyükelçilikleri olsun, sözkonusu ülkelerde yaşayan Yahudi diasporasının devlet yanlısı kesiminin, kamuoyu ve medyayı etkileyici gücü.
J.Galtung ve M.H.Ruge’un sosyolojik saptamasına göre, ‘’Olay, haberin üretildiği ve  okurların yaşadığı ülkeden ne kadar uzakta cereyan ediyorsa, medyada yer alabilmesi için o kadar garip, ilginç ve felaket içermesi gerekir.’’. Filistin, ABD ve Avrupa’ya göre uzak bir mahal olduğu için, ince ayrıntıya, derin tahlile ihtiyaç olmayan bir konu. ‘’Teröristler bir devlete saldırıp sivilleri öldürmüştür, devlet de bu saldırıya karşılık vermektedir’’. O kadar!  
ÖNCE BİR DİZİ İLKE VE YANITLANMASI GEREKEN SORULAR
7 Ekim’den bu yana konuya ilişkin olarak hem akademik nitelikte hem de gazeteciliğe/haberciliğe ilişkin mesleki düzeyde çok sayıda çalışma yayınlandı. Ortadoğu (Bu deyim aslında Batı icadı! Ama ister istemez biz de kullanıyoruz. Ortadoğu nerenin orta doğusu? Buraya mesela Mezopotamya demek daha doğru olmaz mı?)  zaten, 1948 yılında İsrail devletinin sorunlu/tartışmalı kuruluşundan bu yana çelişmeler, çatışmalar, savaşlar mecrası. Dolayısıyla bugünü anlamak/kavramak için elimizde önemli ve değerli bir tarih bilgisi var. Bu bilgi iki tarafça çok farklı ele alınıp işlense de.
Meseleyi Global Medya/Arap Medyası ikileminde ele almak her zaman çok doğru değil. Çünkü bu iki büyük mecranın haber, yorum, fotograf, karikatür, söyleşi ve röportajlarını  didik eden, tarayıp kategorileştiren  uzmanların değerlendirmelerini okuduğumuzda, kuşkusuz büyük ve önemli tezatlar var ama en az bir o kadar da ortak nitelik, tutum ve yaklaşımlar da mevcut.

 Medyayı tahlil ederken, geleneksel ve elektronik gazete ve dergilerde bir de tabi kitaplarda yayınlanmış tüm yazılı materyali, ayrıca radyo istasyonları ve TV kanalları aracılığıyla topluma iletilen sözlü ve görsel bütün malzemeleri, içerik ve biçim açısından değerlendirmek gerekiyor. Yayının zamanlaması da önemli. Kim, ne zaman, nerede, ne yayınladı? Neden yayınladı? Nasıl yayınladı? Haberin kaynakları sağlam mıydı? Haber doğrulandı mı? Yoksa fake news olduğu ortaya çıktı mı?  Haber, genel siyasi, coğrafi, ekonomik, toplumsal konjonktüre oturtuldu mu? Yoksa öyle havada mı kaldı? Yayınlanan yazı (Haber, yorum, söyleşi, röportaj) ya da ses veya görüntü sözkonusu medyanın editoryal çizgisine uygun mu?  Bugün yayınlanan içerik eskiden beri yayınlanan içeriğin devamı mı?
Kuşkusuz çatışma ya da savaş dönemlerinde, çok çeşitli merkezlerden binlerce haber, bilgi, ajitasyon-propaganda, fake news yağıyor. Bunları okuyup değerlendirmek, doğrulamak, seçmek, sıralamak, hiyerarşize etmek gazetecinin görevi. Üstelik tüm bu bilgileri, rekabet nedeniyle, en hızlı bir şekilde gazete sayfalarına, ekrana ya da mikrofona vermek lazım. Aşırı sürat, çeşitli hatalara yol açıyor. Yapılması gereken çifte doğrulama (Double check) için kimi zaman vakit kalmıyor.Nüanslar kaçıyor. İncelikler kayboluyor. Özel Haberin Diktatörlüğü (Dictature de l’exclusivité)  diyebileceğimiz kavram nedeniyle, haberin içeriğinden, yayıncı kuruluşun yayın siyasetinden bağımsız bir şekilde yalan yanlış özensiz haberler yayınlanabiliyor.
Bir de haberciliğe bulaşmaması gereken duygusallık engeli var. Buna ideolojik blokaj da diyebiliriz. Savaş, ölen insanlar, parçalanmış cesetler, kan revan içinde çocuklar kaçınılmaz olarak insanları etkiliyor. Savaş, olay yerindeki muhabiri de yazı işlerindeki editörü de etkiliyor. Onlar da okurlarını, izleyici ya da dinleyicilerini etkileyebilir. Bu nedenle savaşları belki de en iyi, savaşan taraflardan birine mensup olmayan muhabirlerin izlemesi, onların haberlerini de yine savaşan taraflardan birine mensup olmayan editörlerin yayına hazırlaması bir önlem olarak düşünülebilir. 
Medyanın kullandığı sözcükler, özellikler manşetler, spotlar ve haber metni içinde sık geçen ibare ve deyimler önemli. En basitinden karar vermek lazım. Mevcut durumu en iyi anlatan ibare nedir:
- İsrail/Hamas Savaşı?
- İsrail/Filistin Savaşı?
- İsrail-Arap Savaşı?
- Terör saldırısı/Karşılığı
Savaş sözcüğü ne kadar doğru tartışılır. İşin içinde tüm Filistinlilerin dahası tüm Arapların olduğu da pek doğru değil. ‘’İsrail’in Gazze Saldırısı’’ olayı en iyi betimleyen ibare değil mi?  Savaş, iki tarafı nispeten eşit bir şekilde değerlendirir. Oysa ki tüm istatistikler (Öldürülen asker ve sivil sayısı, bombardımanlarda yıkılan bina sayısı…vs…) İsrail’in saldırgan, Filistin’in mağdur olduğunu kanıtlıyor. Savaşan iki taraf yok, bir tarafta saldıran, karşısında da toprağını savunmaya çalışan bir taraf var. Yıllardır ambargo altında hayatlarını sürdürmeye çalışan Filistinlilerle, özellikle Gazzelilerle, söz konusu topraklara yerleşmeye çalışan İsrailli kolonlar iki eşit kefeye konabilir mi?
Batı medyası, mesela BBC, Hamas’ın 7 Ekim saldırısını ‘’katliam, kırım, vahşet’’  sıfatlarıyla tanımladı. Ama İsrail’in Gazze bombardımanını betimlerken bu sıfatlardan hiç birini kullanmadı. Bölgede sadece insanlık ölmedi, meslek de komaya girdi. Filistin’in BM nezdindeki Büyükelçisi Riyad Mansur bu konuyu şöyle açıkladı: ‘’Tarih, bazı medya organları ve politikacılar için, ancak İsrailliler öldürüldüğünde başlıyor’’.
Ayrıntı gibi görünebilir ama Özgür Gürbüz sosyal medyada iyi değinmiş:
‘’TV haberlerinde Gazze’yle ilgili sorunlu bir dil kullanılıyor. Hep ön planda çocuklar, kadınlar ölüyor  vurgusu var. Yetişkin erkeklerin de ölmesi normal değil arkadaşlar. Bu, her erkeğin asker olduğunu kabul eden militarist dilin uzantısı. Gazze’deki tüm ölümler aynı derecede üzücü’’
 
 
Bir de yorum ya da uzman görüşü meselesi var:
 
Bu ikisi de kaçınılmaz olarak egemen düzene,

 statükoya rıza üretmek ya da muhalefeti derinleştirmek için gündeme geliyor, uygulanıyor, yayınlanıyor. Hiçbir yorumcu ya da uzman, siyaset üstü değil. Sosyal bilimlerde özellikle Siyasal Bilgiler ya da Uluslararası İlişkiler gibi alanlarda yorumcunun/uzmanın, matematik bir doğruyu savunması, anlamlandırması, açması mümkün değil. Filistin ya da İsrail konusunda görüş belirten yorumcu ve uzmanların, yankı nedeniyle, haberlere de etkisi oluyor. Kimi ibare ve formüller üreten yorumcu ve uzmanlar, bu deyimleri zaman içinde haberlere sokuyor. Yorumcu ve uzmanlara bu nedenle de ‘’Anlam (Ya da Anlamlandırma) Polisi’’ deniyor.  Ayrıca, haber dediğimiz metin de kaçınılmaz olarak yorum içermez mi?
Habercilikte önemli bir mesele de bilgiyi tarihi, coğrafi, kültürel, siyasi ve ideolojik çerçeveye konumlandırmak. Haberdeki bilgiyi iletirken, bu bilginin bağlamını da belirtmek gerekir.  Düz, brüt bilgi ancak o zaman haber sıfatını kazanabilir.  
ABD’de ve Batı Avrupa’da bir süredir, nispeten yakın bir zamandan beri bizde de, fake news’ün olağanüstü sayıda artmasına paralel olarak haber doğrulama merkezleri, siteleri faaliyete geçti. Medya eleştirisi de son zamanlarda arttı ve yaygınlaştı. Ama bu alanda bile kutuplaşma var. Mesela ABD’de İsrail haberlerini tarayıp değerlendiren Arap siteleri var, keza Filistin ya da Arap kaynaklarını tarayıp değerlendiren İsrail yanlısı siteler var.  .
Mevcut ihtilafı, akademik ve siyasi platforma tercüme etmek gerekirse, bu çatışma galiba Samuel Huntington ile Edward Said’in eserleri arasındaki çelişki olarak anlaşılabilir. Özellikle Amerikan medyası, Filistin meselesine iki gözlükle bakıyor: Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezi ve 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısı. İşte bu nedenle de Washington ilke olarak İsrail yanlısı bir tutum benimsiyor. Biden, daha havaalanında Netanyahu’yu nasıl da kucaklamıştı! 
Bunlar işin belki de daha çok teknik yanı. Küçümsenmeyecek boyutları.      
İHTİLAF KONULARI HEM TEKNİK AMA ESAS OLARAK SİYASİ
Şimdi somutu biraz daha deşelim. Çok fazla ve çok sorunlu boyutlar mevcut bu tartışmada. Önem sırası gözetmeksizin göze en çok batanları sıralayalım:
* ‘’Hamas terörist bir örgüt, İsrail de demokratik bir devlet olarak meşru savunma/kendini savunma hakkını kullanmaktadır’’  önermesi, Biden, Macron, Ursula Von Der Leyen gibi Batılı liderlerin resmen ve açıkça İsrail’i desteklemesiyle Global Medya’nın gündeme çok sık getirdiği bir leitmotif oldu. Bu önerme çeşitli açılardan sorunlu, sadece Müslüman Arap dünyasında değil siyasi çıkarlar nedeniyle Moskova, Pekin gibi merkezlerde de olduğu gibi kabul gören bir yaklaşım değil. Bu önerme kabul edildiğinde, İsrail ordusunun Gazze’ye yönelik tüm saldırılarını meşru hatta yasal kılıyor.
Uluslararası Hukuk, tüm aktörlerin benimseyip kabul ettiği, açık, ayrıntılı bir terörizm tanımına sahip olmadığı için bu sıfat, aktörlerin çıkarlarına uygun bir şekilde, yani keyfi ve öznel bir şekilde, gelişi güzel, sağda solda, siyasi nutuklarda, ajitasyon-propaganda bültenlerinde, aile içi ya da kahve sohbetlerinde kullanılabiliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kalsa, Osman Kavala da, Selahaddin Demirtaş da, Gezi’ye katılan gençler, Boğaziçi Üniversitesi mensupları da terörist! Tabi IŞİD ve Hamas, Müslüman direniş örgütleri olarak takdirle karşılanırsa birilerinin de terörist olması gerekiyor. 
Hamas’ın işgal altındaki bölgelerde yürüttüğü mücadelenin, zaman zaman hatta çoğu zaman terörist eylemler olduğunu geniş bir kesim kabul ediyor. Ne var ki iki ayrı örnek tartışmayı bir başka mecraya çekebilir:
- 1948 öncesi Siyonist liderlerin bölgede yürüttüğü mücadele de o zamanlar egemen güç olan İngiltere tarafından terörist eylemler olarak damgalanmıştı. Atatürk’ün yürüttüğü Milli Mücadele, Lenin, Mao, Castro ya da Afrika ve Asya’lı önderlerin gerçekleştirdiği çeşitli ulusal mücadeleler de vakti zamanında, işgalci ya da emperyalist güçler ayrıca kadim iktidarlar tarafından terörizmle suçlanmıştı.
- İsrail’in 7 Ekim saldırısına karşılık olarak yürüttüğü operasyonlar da bugün başta Filistin ve Arap lider ve kamuoyları olmak üzere çeşitli kesimlerce terörizm olarak niteleniyor.
Global Medya, konuya girizgah yaparken, mesela konuk uzmanları stüdyoya çağırdığında ilk soru ‘’Hamas terörist bir örgüttür, değil mi?’’ şeklinde oluyor. Aynı TV kanalları, İsrail’i savunan uzman ya da yorumculara ‘’İsrail’in bölgedeki işgalini savunuyor musunuz?’’ ya da ‘’İsrail ordusunun bombardımanları doğru mu sizce?’’ sorusunu yöneltmiyor.
 Hamas, siyasetini benimseyin ya da muhalefet edin, seçimle işbaşına gelmiş siyasi-askeri bir örgüt. Dar da olsa belirli bir alanda, küçük de olsa bir nufusu yöneten iktidar aparatı. Yaklaşık 20 bin kişilik ordusu, 100 bin kişilik de bir yedek gücü var. İran kaynaklı önemli bir askeri cephane sahibi. Abbas yönetimindeki FKÖ’nün yolsuzlukları, siyasi başarısızlıkları nedeniyle Filistin halkının önemli bir kesiminin desteğini kazanmış bir örgüt. Oysa ki Global Medya ve İsrail basını, Hamas’ı İran’ın desteklediği küçük bir terör örgütü olarak algılıyor ve tanıtıyor.
Akıllı ama aykırı bir çıkış olduğu için öyle manşetlere pek yansımadı ama genellikle sakin, dengeli ve temkinli bir şahsiyet olarak bilinen BM Genel Sekreteri Antonio Gutteres’in ‘’Hamas da durup dururken saldırmadı herhalde’’ şeklindeki demeci, İsrail’de istifa talebiyle karşılaştı. Sonra da kimse bunun üzerine gitmedi. Oysa ki Gutteres konunun en hassas, en ince, en çok tartışılması gereken noktasına değinmişti. Yarayı kaşımak, yarayı açanın pek işine gelmez.
İşgal sözcüğü kilit konumda. Batı medyasının uzun zamandır kullanmaktan çekindiği bu ibare, aslında Batı’nın hem sömürgeci geçmişini temsil ediyor hem de İsrail’in saldırgan tutumunu gizlemeye çalışıyor.
Medyada ideolojik egemenlik kurmak tayin edici. Bugün özellikle Batı dünyasında İsrail devletinin ırkçı, işgalci, saldırgan politikalarına karşı çıkmak, belki de sadece Filistin’i savunmak, muhaliflerin (Roger Waters ya da Jeremy Corbyn mesela hatta Ken Loach bir de  Jean-Luc Melenchon…vs…) hemen antisemitizmle suçlanmasına yol açıyor. Siyonizm ile semitizm, İsrail hükümeti ile İsrail devletinin vatandaşları arasında ayırım yapmayınca, Tel Aviv hükümetinin kanlı saldırılarına karşı çıkmak cesaret gerektiren bir tutum haline geliyor.
Batı dünyasında çok sayıda gazeteci, akademisyen, futbolcu… İsrail devletini kınadıkları ya da Filistin’le dayanışma içinde olduklarını açıkladıkları için kimi zaman cezalandırıldı, işinden oldu hatta sosyal medyada linç edildi.  
* Global Medyanın neredeyse gözü kapalı bir şekilde İsrail’i desteklemesinin kuşkusuz çeşitli nedenleri var.
- ABD ve AB liderlerinin çoğu İsrail’i destekliyor. BM Güvenlik Konseyinde eskiden SSCB, şimdi Rusya ve Çin ile zaman zaman Fransa’nın katkıları sayesinde Filistin konusunda bazı önemli ve olumlu kararlar çıkmıştı ama İsrail çoğuna riayet etmedi.
- İsrail-Arap çelişkisinde, Batılı lider ve kamuoyunun gözünde,  İsrail ‘’medeni dünyanın bir mensubu’’, Hamas ise Ortaçağ’dan kalmış Haşaşi yani bir katil  sürüsü! Burada bir medeniyet çelişkisi yaratılmış durumda. Araplar ve Filistinliler, Batı medyasında,  çoğu zaman insanlıktan nasibini alamamış bir kitle (Deshumanisation) olarak sunuluyor. İsrailli liderlerin Hamas’tan ‘’Köpekler’’, ‘’Hayvanlar’’ diye söz etmesi manidar. Holokost döneminde Naziler, Yahudilere böyle hitap ediyordu. Bu tanımlamalar İsrail’in Filistin’e yönelik askeri saldırılarını meşrulaştırmaya hizmet ediyor.
- Batı dünyasında 1948’den bu yana, aileden başlayıp eğitim sisteminde de, İsrail ‘’Arap Çölünün ortasında medeniyet hatta demokrasi vaha’’sı olarak sunuluyor. Bu kalıp, bu önyargı toplumun geneline 75 yıldır medya pompalaması ile iyice hakim oldu.
- Bölgedeki sorun esas olarak toprak (Egemenlik ya da Devlet) meselesi olmasına rağmen, Global Medya da İsrail basını da, meseleyi Yahudi-Müslüman çelişkisi olarak sunmaya özen gösteriyor. Batı dünyasında giderek güç kazanan İslamofobiden yararlanmak ayrıca Hıristiyan dünyayı kendi saflarına çekmek için, mesela Hamas=IŞİD formülü sık kullanılıyor.
 
 
 
- ‘’Kutsal Topraklar’’ deyimi Global Medyada münhasıran İsrail’in Kutsal Toprakları olarak anlaşılıyor ve yaygınlaştırılıyor. Oysa ki Kutsal Topraklar özel olarak da Kudüs üç semavi din açısından tarihi ve manevi bir başkent.
* Global olsun, Arap olsun, yerli-milli medya olsun hepsi toptancı davranıyor. Okuru ayrıntılı olarak bilgilendirmiyor. Ve ona sadece iki seçenek sunuyor: Ya Filistin’den yanasın ya da İsrail’den. En önemlisi barış seçeneğini öne çıkarmıyor.  Ve mevcut durumda Hamas ile Netanyahu’nun dışında çözüm öneren güçlerin varlığından yeterince söz etmiyor. Bu medya organları, yerleşik düzenin dışında yer alan güçlere de değinmiyor. Onları terörist, radikal, aşırı olarak niteleyip geçiyor. Oysa ki bu güçleri de hesaba katmadan mevcut durumu hakkıyla betimlemek mümkün değil.
HER KELİMENİN SİYASİ BİR ANLAMI VAR
* Haber metinlerini mikroskop altına alıp, kelime kelime, cümle cümle inceleyen uzmanlar, wording’in (Söyleme/yazma tarzı, kullanılan sözcüğü seçme) tayin edici niteliğini vurguluyor. Haberciliğin temel ilkesi olan ‘’Çatışan tüm taraflara eşit uzaklıkta durmak’’ kullanılan sözcüklerde hayat bulabiliyor. AFP ile birlikte BBC de, doğru ve haklı bir şekilde, kendi yazdıkları metinlerde Hamas’tan söz ederken ‘’Terörist örgüt Hamas’’ ibaresini kullanmıyor. ‘’Biz olguları aktarmakla sorumluyuz. Örgütleri nitelemek ya da örgütleri yargılamak gazetecinin işi değildir’’ diyorlar. Ne var ki, BBC mesela, iki tarafın kayıplarından söz ederken, İsrailliler için ‘’öldürüldü’’, Filistinliler için ise ‘’öldü’’ sözcüklerini kullandı. Sanki Filistinli siviller kalp krizinden vefat etti!  Sadece bu sözcük seçimi bile İsrail’in saldırganlığını gizlemeye hizmet ediyor. Keza ‘’terörist’’ ya da ‘’militan’’ veya ‘’işgal altındaki topraklar’’ ya da ‘’tartışmalı topraklar’’ deyimlerinden birini tercih etmek, açık seçik bir şekilde siyasi taraflardan birini tutmakla eşdeğer.
* Haber gizleme ve haber çarpıtma, bizdeki avam deyişle asparagas en çok savaş, çatışma dönemlerinde, kamuoyuna, okura, yurttaşa zarar veriyor. 7 Ekim saldırısından hemen sonra,  Global Medya’nın anlı şanlı bir çok yayın organında ‘’Hamas, 40 bebeği başını keserek katletti’’ başlıklı bir haber çıktı. Ne fotografı vardı bu cinayetin ne de belgesi. Tanığı bile yoktu. Kaynak ise tamamen meçhuldu. Böyle bir katliam olsa 40 bebekten bir tanesinin annesi babası çıkıp bilgi vermez mi? Ama öyle işte sadece acar muhabirlik, haber şehveti gibi saiklerle açıklanamayacak bir hadise.  Böylesine vahim bir olay, teknik olarak en az iki ayrı ve bağımsız kaynaktan denetlenmeden yayına verilir mi? İşte ideolojik egemenlik burada devreye giriyor. İsrail resmi kaynaklarının sızdırdığı bu haber, Global Medya’da zaten Hamas, IŞİD ve genel olarak Müslümanların vahşi insanlar olduğu yolundaki önyargıdan da beslenerek, İsrail ordusunun Gazze’ye yönelik saldırısını meşrulaştırmak için kullanıldı. Böyle bir katliamın gerçekleşmediği ortaya çıkınca, bir-iki kuraldışı hariç, bu fake news’u yayınlayan medya organları tekzip yayınlamadı. Kamuoyu böyle bir katliamın olduğunu zaten kabul etmişti, çünkü olabileceği konusunda zaten önceden şerbetliydi. Tek tük yayınlanmış olan tekzibi de kaç okur gördü ki zaten. 
 


 
* İşgal gerçeğine değinmeden Hamas’tan, 7 Ekim saldırısından söz etmek mümkün mü?  Kocaman bir açıkhava hapishanesine çevrilen Gazze’de halk ayaklanmayacak da ne yapacaktı? Daha ne kadar susuz, elektriksiz, besin maddesiz dayanabilirdi? Ambargo altındaki bölgenin mevcut durumunu ayrıntılı olarak öğrenemiyoruz. Çünkü İsrail’in yasaklaması nedeniyle Gazze’de bağımsız muhabir yok. Global Medya olayı Tel Aviv ya da Kudüs’deki merkezlerinden izliyor.  
* Olayı izleyip aktaran Global Medya’da çok açık ve net bir şekilde İsrail yanlılığı istatistiklere de yansıyor. İsrail’in 5 haberine karşılık Filistin tek haberle aktarılıyor. Yorumcularda ise dengesizlik çok daha yüksek. İsrail yanlısı yorumcular 10, Filistin yanlıları ise 1 oranında ekran ve sayfalara yansıtılıyor. Gerek şimdiye kadar gerekse son olarak 7 Ekim’den sonra, İsrail ile Filistin’in kayıpları, yani hayatını kaybeden sivil ve asker sayılarında da Filistin aleyhine neredeyse 3’e 7 bir oran söz konusu. Bu oran kimin daha saldırgan olduğu konusunda bir ipucu veriyor okurlara, izleyicilere.
* Global Medya’nın bir dizi olumsuzluğuna Arap medyasında da rastlamak mümkün. Onlar da dini önyargılar, tarihi kalıpların etkisinde kalmanın yanı sıra, kendi kayıplarını azaltıp, rakibin kayıplarını abartıyor. İsrail ne kadar mağduru oynuyorsa Arap medyası da en az onlar kadar mağdur gösteriyor kendisini. Burada Arap mağduriyeti kuşkusuz somut gerçeğe tekabül ediyor.  Filistin ve Arap medyasında ciddi, tutarlı bir Hamas eleştirisine rastlamak da çok güç. Bir yanda mahalle baskısı bir yanda İsrail yanlısı görünme korkusu nedeniyle, Hamas melek, İsrail de topyekün şeytan gibi gösteriliyor.
Arap medya organlarının önemli bir kesiminde antisemitizm ile antisionizm ayırımı yapılmaması, İsrail saldırganlığına dini, kültürel motifler eklenmesi de vahim.
Arap medyası derken, belki tipik bir temsilcisi değil ama El Cezire, nispeten dengeli yayın politikasıyla ön plana çıktı. Arap yurttaşlar, Batı medyasına uzun bir süredir güvenmedikleri için El Cezire yeniden cazip bir TV kanalı oldu. Katar Emirliğinin mülkiyetindeki bu kanal İngilizce yayınlarıyla da Batı’da önemli bir haber ve yorum kaynağı oldu. El Cezire’nin yanı sıra Körfez medyası da Batı basınının çifte standartını iyi teşhir etti:
- Batı, sarışın ve mavi gözlü oldukları için Ukrayna’yı sonuna kadar destekledi/destekliyor, ama Filistin konusunda sessiz.
- Batı, Rusya’nın Ukrayna’da savaş suçu işlediğini haykırıyor, aynı eylemleri İsrail ordusu Filistin’de yapınca buna ‘’Meşru Müdafaa’’ diyor.  
Son dönemde başta İsrail devlet sözcüleri olmak üzere ABD Dışişleri Bakanı Blinken dahil bir çok Batılı lider, isim vererek El Cezire’nin ‘’İsrail karşıtı’’ yayınlarından yakındı.
1995 yılında kurulan El Cezire, 2013’de yayınladığı bir araştırmaya göre dünyada 45 milyon izleyici tarafından takip ediliyor. 2016’dan bu yana İngilizce olarak da 24 saat yayın yapıyor, dünya çapında 80 kentte yurtdışı bürosu var. ‘’Kanaatler ve zıtları’’ diye bir sloganları var. Ama sionistler ve Filistin karşıtları tarafından ‘’Cihad TV’’ olarak yaftalanıyor. El Cezire, Arap dünyasında ise, ‘’Ümmü Gülsüm’den sonra bütün Arapları birleştiren ilk mecra’’  olarak biliniyor. El Cezire, vakti zamanında BBC’nin Arapça Servisinde çalışan profesyonel gazeteciler tarafından kurulduğu için, ‘’Esas olan haberdir, tüm tarafların haberi’’ şiarına azami özen gösteriyor. Bu nedenle de İsrail devlet yetkililerinden (Kudüs bürosu Tel Aviv yönetimi tarafından kapatıldı; Gazze’deki bürosu bombalandı)  Hamas yöneticilerine, FKÖ sözcülerinden İslami Cihad emirlerine kadar, çok farklı kesimlerin, haber değeri olan açıklamalarına yer veriyor. İsrail devleti ise ‘’Biz savaş halindeyiz. Bu nedenle devletin güvenliğine zarar veren hiçbir yayına izin vermeyeceğiz’’ diyerek resmi sansürü itiraf ediyor.
Son dönemde Batı medya organlarının Filistin konusunu işleme tarzı okurlar, ombudsmanlar ve iletişim akademisyenleri tarafından sıkı bir şekilde eleştiriliyor. Mesela BBC’ye bir hafta içinde ulaşan 1500 izleyici şikayet mektubunda haberlerdeki dengesizlik, İsrail yanlılığı, muğlaklık en çok eleştirilen konular arasında.  Fransız TF 1 özel TV kanalına gelen izleyici maillerinde ise, en çok ‘’terörist’’ sıfatının kullanılması ya da kullanılmaması şikayet konusu oldu.
Bu arada sınırlı sayıda Batı medya organının İsrail içindeki savaş karşıtı açıklama, girişim ve protestolara yer verebilmesi önemli. Ülkeniz savaş halindeyken, vatan haini damgası yemeyi de göze alarak Netanyahu yönetiminin saldırgan eylemlerine karşı kitlesel olarak karşı çıkmak, yanlış bir şekilde çok abartılan ‘’İsrail Demokrasi’’sinin  (Çünkü daha kuruluşta işgalci ve ırkçı) parlak bir boyutu olmasının yanı sıra İsrail’deki demokrat yurttaşların cesaretinden kaynaklansa gerek.
İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesini de kuraldışı medya olarak tanımlamak yanlış olmaz. Muhalefete yakın bu bağımsız gazete, eskiden beri İki Devlet çözümünü savunmanın yanı sıra İsrail devletinin yaşam hakkını tanımakla birlikte, Tel Aviv hükümetinin bütün anti-demokratik, ırkçı politikalarına, kolon siyasetie cesur habercilikle karşı çıkıyor. 
 

Bu arada medya mülkiyeti Yahudi bir aileye ait olması nedeniyle, e biraz da yayın politikası sebebiyle, uzun zamandan bu yana, İsrail devletinden yana olmakla suçlanan New York Times gazetesi, yaptığı ince ve derin araştırmayla, İsrail’e göre İslami Cihad örgütünün, Filistinlilere göre ise İsrail’in ateşlediği roketler ile bombalanan El-Ahli hastanesine yapılan saldırının İsrail topraklarından atılan füzelerle vurulduğunu infografiklerle, GPS verileriyle teşhir etti.  

Haaretz’den Gideon Levy, New York’daki Ulusal Basın Klübünde yaptığı Kasım konuşmasında, ‘’İsrail, Filistinlilere insan muamelesi yapmıyor’’ dedikten sonra bir olayı hatırlatıyor: ‘’Vakti zamanında Ehud Barak’a (1999-2001’de Başbakan, emekli general, İşçi Partisi eski lideri)sormuştum: Siz bir Filistinli olarak doğmuş olsaydınız bugün ne yapardınız?  Cevabı: Terörist gruplardan birine girerdim’’.

Sonuç olarak homojen bir kurum olmasa da (Le Figaro ve The Times ile  Libération ve Guardian’ı, New York Times ile PBS’i aynı sepete koymuyoruz) Global Medya, son olayı, klasik gazeteciliğin temel ilkelerini çoğu zaman ihlal ederek cover etmiş olsa da, esas olarak ideolojik/kültürel/dini önyargılar nedeniyle bağımsız ve nesnel bir yaklaşımla izleyip aktaramadı.  Bu nedenle olsa gerek, Gallup kamuoyu araştırma şirketinin 2023 Ekim sonunda yayınladığı bir ankete göre araştırmaya katılan ABD vatandaşlarının sadece yüzde 32’si Amerikan medyasına güveniyor. (SON/RD) 


 Bu yazı, Tükenmez dergisinin Kış 2023-2024 tarihli 47. sayısında yayınlandı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla