Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip, Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!
Ragıp Duran
Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl
Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası
bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri,
bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için
zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası
etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı.
Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine
karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerde, öyle pek de ince ve sofistike olma
ihtiyacı duymadan Arap düşmanlığına hatta ırkçılığa göz kırpması dikkatimi
çekti:
- 1. Dünya Savaşında bizi sırtımızdan hançerleyen
Filistin milleti için neden yas ilan ediyoruz?
- Hiçbir Arap devleti yas ilan etmezken biz niye
ediyoruz?
- Türkiye’de deprem olduğunda herhangi bir Arap devleti
yas ilan etti mi?
Saldırıya uğrayan Filistin halkıyla dayanışma içinde
olayım derken açık açık antisemitizmi savunan, dahası Hitler’e selam
gönderenler de cabası.
Filistin, bu bağlamda, neredeyse 100. yıl kutlamalarını
engelleyen unsur olarak algılandı.
Oysa ki, artık T.C ya da Devlet diye bir kurum olmadığını
herkes açıkça kabul etmese de biliyor. Her şey Tek Adam’ın iki dudağı arasında.
Recep Tayyip Erdoğan’ın genç yaşlardan beri Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı olduğu malum. Cumhurbaşkanı’nın Atatürk ve İnönü’ye ‘’İki Ayyaş’’ dediğini unutmadık. Siyasal İslam’ın Türkiye ve İslam Dünyasındaki ideologları, Cumhuriyet’in Türkiye’yi ümmet’ten kopardığını, Türkiye’yi İslami yörüngeden çıkardığını savunuyor. Modern, demokratik, laik bir Cumhuriyet’te yurttaş, ümmette yetişen Müslüman kula göre, bağımsız kişiliğe, düşünceye ve tutuma sahip bir insan olduğu için İslamiyetin/Şeriatın kurallarına aykırı bir insan. Çünkü Cumhuriyet’in yurttaşı, hiç olmazsa teorik olarak, biat etmez, sorgular, hakkını arar, kimliğini savunur. Siyasal İslam, dini, Allah’ı, Peygamber’i, Hacı’yı Hoca’yı savunur över, Cumhuriyet ise yurttaşı ve kamu çıkarını ön planda tutar. Res Publica!
Hilafetin ilgası, -Jakoben uygulaması da olsa- laikliğin
Anayasa’ya geçirilmesi, Siyasal İslamcıların köküne kibrit suyu döktü.
Anadolu’da 1919-1923 dönemindeki anti-Kemalist yerel isyanların çoğu ‘’Hilafet, din elden gidiyor’’ sloganıyla
eşraf tarafından kışkırtılmış, İstanbul’daki işbirlikçi Saray ve Batılı yeni
sömürgeciler tarafından doğrudan ya da dolaylı olarak desteklenmişti.
Altı yüzyıl Halife Sultan’ın egemenliğinde kul olarak
yaşamış bir toplumun, ‘’Efendiler, yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz!’’
açıklamasını çok şaşırtıcı bulması son derece normal. Bir toplumu Führer’in açıklamaları,
kanunlar ya da kararnamelerle bir gecede değiştirmek, belki çok radikal bir
ideal, ama tarihte ve coğrafyada böylesi bir girişimin başarılı sonuç verdiği
bir örnek yok. Olamaz da zaten.
Üstelik, bizzat kendilerinin de itiraf ettiği gibi,
1923-1950 döneminden sonra, Kemalist jakoben, anti-demokratik önlemlerin de
desteğiyle, irtica, Bayar-Menderes rejiminden Erbakan günlerine, son olarak da
AKP iktidarıyla ‘’parantezi’’ kapattı ve ‘’Geriye Dönüş’’ sürecini hızlı bir
şekilde başlattı, sürdürüyor. İntikam alıyorlar
ve bunu gururla itiraf ediyorlar.
Siyasal İslam’ın Kemalizm eleştirisi, demokratların,
Marksistlerin Kemalizm eleştirileri yanında çok zayıf hatta pek süfli kalıyor.
İşin içine Ali Rıza Bey’i ya da Zübeyde Hanımı da katarak çirkin ve çapsız bir
magazin peşindeler. Kemalizm hiç kuşku yok ki, bütün olumsuz boyutlarına
rağmen, Siyasal İslam’dan hem daha modern bir ideoloji, hem de çağdaş bir yaşam
felsefesine sahip. Bazı uzmanların, Siyasal İslam’ı bugün ‘’Yeşil Kemalizm’’
olarak tanımlamaları, bu iki akımın ortak gerici yanlarını anlatan bir
ibare.
Bugünlerde, vakti zamanında Talat Paşa’nın bilahare
M.K.Atatürk’ün uygulamış olduğu Tek Adam rejiminin yeniden inşası aşamasına
döndük.
Ne var ki tüm kusurlarına rağmen sadece teorik varlığı ve adıyla bile Cumhuriyet ve Atatürk, bu yeniden inşanın önünde bir engel teşkil ediyor. Kemalizmin nispeten bağımsızlıkçı Ulus-Devlet anlayışı (Aslında tüm sorunların temel nedeni!), Medeni Kanun uygulamaları, kadın hakları, eğitim gibi Batı uygarlığına yakın çağdaş yaklaşımları, Siyasal İslamcıların önünde yıkılması gereken birer engel olarak duruyor. Ne var ki, aynı zihniyetin toplum mühendisliği, ‘’İrtica ve şekavet’’ adını verdiği Siyasal İslam ve Kürt gerçeğine karşı tepeden inmeci, dışlayıcı, anti-demokratik siyaset ve uygulamaları, Siyasal İslam’ın yeniden iktidara gelmesine katkıda bulundu.
Bu ortam ve bağlamda, 100. yılın resmi düzeydeki
kutlamalarının iptal edilmesi galiba en çok başta bankalar olmak üzere sanayi
ve ticaret dünyasına yaradı. Kamusal Şey’i özel sektör kutluyor! Televizyon ve
sosyal medyadaki reklamlara bakacak olursak, aslında Cumhuriyet diye bir
kavram, bir kurum yok. Sadece Atatürk var. Ve bu Büyük Önder, maden suyundan bilimum
gıda maddelerine, bankalardan petrol ya da inşaat şirketlerine bir çok
holdingin hamisi ve reklam yıldızı olarak ön plana çıkıyor. Mustafa Kemal
Ticaret, Sanayi ve Pazarlama A.Ş devasa kâr etti son dönemde. Resmi kurumlar
kutlamaları iptal edince iş, holdinglere, meslek odalarına, STK’lara,
üniversite ve liselere kaldı. Son derece duygusal içerikli
reklam-propaganda-ajitasyon etkinliklerinin Türkiye’de mi yoksa Kuzey Kore’de
mi gerçekleştirildiğini saptamak çok zor. Tanrı katına çıkarılan bir
M.K.Atatürk var her yerde. Son olarak Mustafa Kemal’in annesi de sahne aldı bu
siyasi show’da.
Kabul edelim ki, Kürtlerin, Siyasal İslamcıların ve Anadolu’nun kadim hristiyan halklarının büyük bir kesiminin dışında, Türk halkının ezici çoğunluğu Atatürk hayranı. Ancak bu hayranlık, siyasi, ideolojik, kültürel eleştiri süzgecinden geçirilmemiş, neredeyse dini bir tapınma düzeyine çok yakın. Vefatından 85 yıl sonra bile hala ciddi kritik bir Atatürk biyografisinin yazılamamış olması, resmi yasakların yanı sıra bu toplumsal tapınmanın Atatürk’e sağladığı bir dokunulmazlık zırhının meyvesi olsa gerek. 85 yıl sonra Atatürk’ün bugün ana muhalefet partisi lideri muamelesi görmesi de çok anakronik değil mi?
Erdoğan rejimine ciddi bir muhalefet geliştiremedikleri
için sıkıntılı olan kesimler büyük bir çoşkuyla 100. yılı kutluyor. Onlar, galiba, Cumhuriyet’in bugün içine
düştüğü sefil hali görmek istemiyor. T.C’de bugün artık hukuk yok, adalet yok, hürriyet
kelepçeli, laiklik yok, ulusal egemenlik Arapça konuşuyor, sağlık, eğitim, konut
sektörleri yerlerde sürünüyor, insanlar
her geçen gün yoksullaşıyor, mafyatik bir düzen kurulmuş… Böylesi bir ortamda
neyi kutluyorsunuz? Kimi göklere çıkarıyorsunuz?
Bayrakla Atatürk'ü katillerin, kaçakçıların suistimal ettiğini hatta masumiyet maskesi olarak kullandıklarını görmüyor muyuz?
‘’Mustafa Kemal’in Askerleriyiz!’’ ya da ‘’Ne mutlu
Türküm diyene!’’ gibi militarizm hatta ırkçılık kokan sloganları bağırıp
çağıranlar için, Cumhuriyet’in, demokrasi, insan hakları, özgürlük, eşitlik,
kardeşlik gibi boyutları hiç önemli değil. Çünkü bu kesim için Cumhuriyet
demek, Atatürk demek. O kadar! Uzatma! Yoksa bölücü olursun, terörist olursun,
FETÖ’cü olursun, vatan hainliğinden ya da yeni Cumhurbaşkanına hakaretten içeri
atarlar seni. Devletin ve milletin bütünlük, birlik ve beraberliğine kast etmiş
olursun. Bayrağa ve ezana saygı duyacaksın. Yoksa başına nelerin geleceğini son
100 yılda Ermenilere, Kürtlere, Alevilere, solculara, kadınlara, LGBT’lere sor.
Onlar sana anlatır.
2023’de büyük bir fırsat kaçtı: Siyasetçileri, tarih,
sosyoloji, siyasal bilim akademisyenlerini, medya mensuplarını, uzmanları,
yurttaşları yerel, bölgesel, ulusal çaplarda Meclis’lerde toplayıp, çayını
kahveni içip, Cumhuriyet’in tanımını, getirdiklerini, götürdüklerini oturup
sakince konuşup tartışmak varken, 100. yılı anıtlara çelenk koyup, hamasi nutuklarla, havai
fişeklerle, askeri resmi geçitlerle, gece fener alaylarıyla kutlamaya heves
etmek mazrufa dokunmayıp hala zarfla idare etmek değil midir?
Yüz yıldır resmi tarihle avunuyoruz, kendimizi teselli
ediyoruz. Resmi gerçekler hakiki gerçekleri hala gölgeliyor. Ama daha ne kadar?
Çağdaş Türkiye konusunda yerli ve milli literatür ile yurtdışında yayınlanan
akademik çalışmalar arasında neden bu kadar büyük ve uzlaşmaz çelişkiler var,
diye düşünen oldu mu hiç?
1915’i, 1923’ü, 1925’i, 1937-38’i, 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı,
12 Eylül’ü… Sivas’ı, Maraş’ı, Cizre’yi, Afrin’i, Gezi’yi… konuşmadan, bilançosunu
çıkarmadan Cumhuriyet mi kutlanırmış? (SON/RD)
Yorumlar