Ana içeriğe atla

Yukarı Karabağ: 1915 devam ediyor


* Bakü ve Ankara, 1915’i sürdürürken, Batı 
medyası ve akademiası Ermeni meselesini belki 
manşetten izliyor ama Avrupa ve ABD 
başkentleri suskun, Türk ve Azerbaycan 
medyası muzaffer. İki ulus-devletin kurucu 
öğesi işgalle sağlamlaştırılıyor.

Ragıp Duran


Batı medyası ve akademiasında  Jenosid konusu, 1915 (Ermeni), 1946 (Holocost), 1992-95 (Bosna-Hersek) ve 1994’den (Rwanda) sonra 2023’de (Yukarı Karabağ) yeniden gündemde. Batı kamuoyları ve medyası ile Avrupa başkentlerinin resmi tutumları arasında göze çarpan bir zıtlık sözkonusu: Brüksel, Paris, Londra ve Berlin’deki yöneticiler ve diplomatlar ‘’Gelişmeleri büyük bir kaygıyla izliyoruz’’ türünden açıklamalar yaparken aslında ‘’ Enerji sağlayacımız Azerbaycan’la ilişkileri bozamayız, üstelik Bakü, İran’a karşı önemli bir müttefikimiz, ayrıca bu ara zaten Ukrayna ile meşgulüz, bu nedenle kılımızı kıpırdatamayız’’ demek istiyor. Washington’un da bugün uluslararası jeo-politikada Pekin’den sonraki en büyük sorunu Tahran. Bu ortam, Aliyev ve Erdoğan’a soykırım girişimi için olağanüstü müsait bir iklim yaratmış durumda. Ermenistan yine yalnız, izole ve çaresiz bir konumda.

Azeri ve Türk medyası ‘’terörizm’’, ‘’bölücülük’’ gibi klasik klişeleri kullanarak, Yukarı Karabağ’daki Ermeni sivil nüfusunun yerinden edilmesini meşru ve haklı göstermeye çalışıyor. En küçük insani vicdandan yoksun bu kesim, zorunlu göçün trajik kareleri konusunda bile tamamen duyarsız. Türkiye’de resmi muhalefet yani Kemalistlerle kendisini solcu olarak takdim eden şahsiyet ve kesimlerin büyük bir çoğunluğunun da bu felaket karşısında sağır ve dilsiz kalmaları şaşırtıcı olmasa da, resmi ideolojinin, Neo-İttihatçılığın ve Ermeni düşmanlığının doğal bir sonucu olsa gerek. 

                               1915-2023

                                   
                                                                                

Neyse ki, Fransız ve İngiliz medyası, yavaş yavaş bölgeye muhabir gönderip Azeri-Türk silahlı kuvvetlerinin saldırısını yerinde izleyip aktarmaya çalışırken, sayıları 100 bini bulan Ermenilerin anayurtlarından trajik bir şekilde ayrılmak zorunda kalmasını haberleştiriyor. Her sabah düzenli olarak dinlemeye çalıştığım iki kamu medyası, France İnter ve BBC, haber ve yorumlarında Bakü’nün saldırganlığına ağırlık verirken, Kafkasya’daki bugünkü durumun 1915’in devamı olduğunu savunan uzmanlara yer veriyor. Son bir haftanın haber ve yorumlarının ayrıntılı bir dökümü yapılsa, bu iki radyo haber merkezinin yayın politikasının ‘’Bakü’yü doğrudan karşımıza almayalım ama Aliyev ve Erdoğan’ın saldırgan tutumunu da görmezden gelmeyelim’’ şeklinde gerçekleştiğini saptamak mümkün.

Akademia, özellikle kalabalık bir Ermeni diasporasına ev sahipliği yapan Fransa’da akademia, bu konu hakkında daha açık ve cesur bir tutum benimsemiş durumda. Bu alanda 3 somut örnek:

* Bakü yanlısı Batılı bir akademisyen hanımefendi, Aliyev’in ‘’Bölgedeki Ermeniler, kendi istekleriyle evlerini terkediyor’’ şeklindeki tezini, akademik terminolojiye mutsuz bir katkıda bulunarak ‘’self-retaliation’’ olarak nitelemesi karşısında, France İnter’den Le Figaro gazetesine kadar medyanın büyük çoğunluğu, mevcut durumu ‘’etnik temizlik’’ ya da ‘’Yok etmek’’ olarak tanımlayan tarihçi ve siyasetçilere yer veriyor.

 * Ermeni tarihçi Raymond Kévorkian’ın geçtiğimiz Ağustos ayında Fransa’da Odile Jacob yayınlarından çıkan ‘’Parachever un génocide. Mustafa Kemal et l’élimination des rescapés arméniens et grecs (1918-1922)’’ /‘’Bir Soykırımı Tamamlamak – Mustafa Kemal ve ölümden kurtulan Ermeni ve Rumların ortadan kaldırılması (1918-1922)’’ başlıklı 416 sayfalık kitabı, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Kemalist yönetici elit arasındaki paralellikleri/ sürekliliği kurarken, kadro ve politika istikrarından somut örnekler vererek gerek Osmanlı gerekse Ankara yönetiminin 1915’den sonra gayri müslim azınlıklara karşı uyguladığı zulüm ve baskıları sergiliyor. Türkiye Cumhuriyetinin son 100 yıldır Ermeni konusundaki inkârcı, imha edici ve dışlayıcı politikalarını bilenler, keza Bakü yönetiminin post-sovyetik dönemdeki Ermeni politikalarını hatırlayanlar, Yukarı Karabağ’da bugün olup bitenlerin köken ve nedenlerini kolayca anlayabiliyor.


* Bir başka Fransız tarihçi, Soykırım konusundaki uzmanlığıyla tanınan Vincent Duclert’in yakında Les Belles Lettres yayınlarından çıkacak olan 144 sayfalık ‘’ Arménie - Un génocide sans fin et le monde qui s’éteint/ Ermenistan-Sonu olmayan bir soykırım ve tükenen dünya’’ başlıklı çalışması da soykırım fikriyatını ve uygulamasını, teorik ve pratik perspektiften hazırlık, süreç ve sürdürme aşamalarında irdeliyor. Duclert’in Ermeni devleti ve halkı açısından ele aldığı soykırım ve yok olma sürecinde Türkiye’nin, Azerbaycan’ın ve Batı Avrupa’nın sorumluluğu sergileniyor.

Her iki kitapta da 1915’in hem Türkiye ve Azerbaycan ulus-devletlerinin kurucu öğesi olduğu savunuluyor hem de bugün özellikle Bakü rejiminin önemli bir kurucu kimliği haline geldiği hatırlatılıyor. İki çalışmanın bir başka ortak yanı Ermenistan devletinin geleceğinin yani varlığının tehlikede olduğu yönünde.

Dünyada 1915 literatürü tarandığında, Türk-Azeri dünyasının medyatik ya da akademik(?) üretimi ile Ermeni ve Batılı eserler arasında uzlaşmaz çelişkiler bulunduğunu saptamak zor değil. Hatta bu iki kesim siyahla beyaz kadar farklı, çatışmalı. Ermeni ve Batılı tarih uzmanlarının kitaplarında Türk resmi tezleri kelime kelime, satır satır tekzip ediliyor ama yerli ve milli eserlerde Ermeni ve Batılı uzmanların tezlerini hiç olmazsa sorgulayabilecek bir olgunluğa henüz ulaşılamadı. Türk resmi kalemleri, Ermeni görüşlerini ‘’Terörist’’, ‘’ASALA yanlısı’’, ‘’Satılmış kalem’’ gibi sıfatlarla karalamakla yetinebiliyor. Örneğin yukarıda kısaca tanıtımı yapılan iki kitabı kaç Türk tarihçisinin okuyup, somut ve rasyonel, belgelere dayalı bir eleştirisini yapabileceğini düşünüyorum da…

1915, TC’nin kurucu öğesi olduğu için, resmi kalemler ve ağızlar bu konuda toplu iğne başı kadar kımıldamadan, dogmatik görüşlerini savunmaya devam ediyor. Belki de çok haksız değiller. Çünkü 1915 tuğlası yerinden çıkarılırsa kendileriyle birlikte bütün bina çökebilir. (SON/RD) 

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla