* Akademisyen Müzeyyen Ezel Ünal’ın ‘’Erken Cumhuriyet Dönemi Büyükelçileri’’ hakkında yayınladığı kitap, ince ve titiz bir araştırmanın meyvesi. Ünal’ın Bourdieusien perspektifi takdire şayan. Osmanlıdan Cumhuriyete geçişte Hariciye’nin yapısal ve konjonktürel sıkıntı ve sorunları, diplomat aktörlerin siyasi/ideolojik/kültürel kimliklerinden yola çıkılarak toplumsal mekanda analiz edilmiş. Kayda değer bir çalışma.
Ragıp Duran
En çok gazeteci ve diplomat anıları okuyan bir yurttaş olarak, Müzeyyen Ezel Ünal’ın ‘’Cumhuriyetin Diplomatı Olmak - Erken Cumhuriyet Dönemi Büyükelçileri Üzerine Prozopografik Bir İnceleme’’ (İletişim,2023, 332 s.) başlıklı kitabı önemli, değerli ve ilginç bir akademik çalışma. Kitap, Ünal’ın Kocaeli Üniversitesinde tamamladığı doktora çalışmasının metni.
Çok milletli, çok dinli ve çok dilli, çok etnili
İmparatorluktan İTC renkli Kemalist Ulus-Devlet’e geçiş aşamasında Hariciye,
yani TC’nin dış politikası ve uygulayıcıları konusunda derin, zengin, kapsamlı
bir araştırma. 21 sayfa tutan kaynakçadan da anlıyoruz ki, Ünal, resmi
arşivlerin yanı sıra, Türk diplomatlarının anı kitaplarını, özel arşivleri
ayrıca özellikle işin teorik yanına ilişkin Fransızca ve İngilizce literatürü
de iyi taramış.
Prozopografik, kolektif biyografi anlamına geliyor. Ünal, Bourdieusien bir yaklaşımla, icraatçıların kimliğinden, aile ve
eğitim çevrelerinden, dolayısıyla sosyal statülerinden yola çıkarak bir yandan
Hariciye Vekaletinin kadrolarının kendi aralarındaki bağları irdelerken bir
yandan da bu şahsiyetlerin sınıfsal/toplumsal kimliklerinden kaynaklanan
politik ve diplomatik uygulamalarını değerlendiriyor. Bourdieu’nün ‘’Alan’’ ve ‘’Habitus’’
kavramlarını açması da iyi olmuş.
Ünal’ın alıntıladığı bir çok diplomatın anılarını ben de
vakti zamanında okumuştum ama akademisyen her bir anıda kendi tezine
uyan/uymayan pasajları güzel yakalamış.
Bildiğim kadarıyla bu alanda yapılmış ilk araştırma
olması açısından değerli olduğu gibi, geçiş döneminin anatomisini berrak bir
şekilde okurlara sunuyor Ünal. İletişim yayınlarındaki arkadaşlarım da,
satışların zaten gayet iyi gittiğini söylediler. Yazar ve yayınevi için
sevindirici bir olay. Siyasal bilgiler, uluslararası ilişkiler, sosyoloji ve
yakın tarih alanlarının kesiştiği bir mecrada yürüyen Ünal’ın kitabını, halen
görevde ve emekli diplomatlarla, diplomasiye meraklı Büyükelçi adaylarının
okuması hararetle salık verilir. Gerçi
ben her kitabı gazeteci gözlükleriyle yani biraz haber daha çok da aktüalite
perspektifiyle okuduğum için, bu kitabın olası okurları arasında MİT kökenli
astsubay Hakan Fidan ile CV’lerinde Büyükelçi yazan Merve Kabakçı, Ozan Ceyhun,
Metin Feyzioğlu ya da Egemen Bağış gibi şahsiyetlerin bulunduğunu sanmıyorum.
Onlar okusalar bile, bu çalışmanın, onların gerek bilgi gerekse perspektif
bagajlarına bir katkısı olabileceği müphem.
Ünal metodik çalışmış. 1923’den itibaren Hariciye’de
görev alan üst düzey personeli, Osmanlı bürokrasisinden kalanlar, asker kökenliler
ve edebiyatçı kökenli sefirler olarak ayrı ayrı değerlendiriyor. Bu bölümde
Yahya Kemal, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ya da Memduh Şevket Esendal gibi
kamuoyunda daha çok edebiyatçı kimlikleriyle tanınan şahsiyetlerin diplomasi
konusundaki özgün görüşlerini okuyabiliyoruz.
Akademisyenin sefire’lere, yani o zaman sadece Sefir
eşlerine ayrı bir bölüm ayırması olumlu. Araştırmanın zaman diliminde henüz
kadın Büyükelçi yoktu.
Osmanlı döneminde başta Ermeni ve Rumlar olmak üzere,
ekalliyet tabir edilen cemaat mensupları arasında, bırakın Büyükelçiliği,
Hariciye Vekili olanlar bile vardı. ITC’nin baş mimarlığında başlayıp, daha
sonra da Mustafa Kemal’in ustalığında devam eden Ulus-Devlet inşasında, Türk ve
Müslüman olmayanların, bırakın bürokraside yer almasını, hayat hakkının bile
tanınmadığı bir dönemde, herhalde askeriye ve iktisadiyattan sonraki en önemli aparat olan Hariciye, kadro, dolayısıyla
da zihniyet açısından büyük ölçüde çoraklaşmıştı. Bu kuraklık tabi sadece Hariciye’ye
has değil. Dil bilen, Batı kültürü almış, Batı dünyası ile ailesel ya da
kişisel ilişkileri olan ekalliyetten gelme diplomatlar, İmparatorluğa fevkalade
büyük ve önemli hizmetler sunuyordu. Yeni gelen ‘’Yerli ve Milli’’ diplomatların küçük bir kısmı, ekalliyet
diplomatlarının yanında çıraklıklarını geçirmiş oldukları için şanslı idiler.
Neo-liberalizmin Türkiye’de de egemen hale gelmesine
kadar, yani Özal döneminin başlangıcına kadar, diplomatlık, Türkiye bürokrasisi
içinde en prestijli meslek ve konum idi.
Eğitim ve kültür açısından elit tabakadan gelen gençler, zor sınavları
geçtikten sonra Bakanlık koridorlarında dolaşmaya başlardı. İktisat ve Maliye,
siyasetin üzerinde değerlendirildiğinden beri Ekonomi Bakanlığı, Hazine ve Dış
Ticaret gibi mecralar, yüksek maaşlar sayesinde de moda mekanlar olmaya başladı
parlak gençler için. Bu arada klasik diplomasinin görevleri arasına, eskiden
sefaretlerdeki Ticaret Müsteşarlarının üstlendiği ikili ekonomik ve ticari
ilişkileri geliştirmek misyonu da eklendi. Bu durum, Ünal’ın incelediği
dönemden sonra cereyan eden değişiklikler.
Ünal’ın kitabında,
ki Ulus-Devletin kuruluşundan 2. Dünya savaşının sonlarına kadar uzanan
bir dönem, Büyükelçi-Bakanlık ilişkileri, Büyükelçilerin görev yaptıkları
ülkelerdeki etkinlikleri, TC Büyükelçilerinin kendi aralarındaki mutlu mutsuz
ilişkiler, kimi hazin kimi komik fıkra ve olaylar gündeme geliyor. Atamalar,
gönüllü ya da zoraki istifalar, iç çekişmeler, iktidarla yakın ve kişisel
ilişkiler hatta anlamlı dedikodular da renk katıyor anlatıya.
Diplomatlık aslında bağımsız düşünce ve tutum ile aykırı
hatta eleştirel yaklaşımları özel olarak teşvik eden bir meslek değil. Hele Ebedi
Şef ile Milli Şef gibi Tek Adam rejimlerinde dış politikanın da Duce tarafından
saptandığı bir ortamda, diplomatlar kaçınılmaz olarak sıradan birer devlet
memuru konumuna düşüyor.
Ünal’ın uslubu rahat ve sakin. Kolay okunuyor. Böyle bir
incelemede nadir de olsa kimi zaman birinci tekil şahıs kullanmasını
yadırgadım. Ama 1987 doğumlu bir akademisyene göre dili olgun.
Mesleki deformasyon zorunlu kılıyor, bir kaç noktaya takıldım. Osmanlıca bilen bir arkadaşım, Ünal’ın bazı
Osmanlıca sözcük ve deyimlerin yazımını tam doğru kullanmadığını söyledi. Editörlere
bir not: Ben Fransızcada bir tökezleme gördüm.(l’homme de l’Etat) (s.37). Ayrıca:
- ‘’Türkiye akademileri’’ mi yoksa Türkiye akademiası mı?
(s.36)
- 1936’da imzalanan sözleşmenin ‘’Montreux Boğazlar
Sözleşmesi’’ olduğu açıkça yazılsaydı daha iyi olurdu. (s.103)
- Baskı hatası. ‘’Azarlıyorduk’’ değil ‘’ayarlıyorduk’’
olması gerekir. (s.111)
- ‘’Büyükelçiliğin’’ değil ‘’Bakanlığın’’ olması gerekir.
(s.112)
- Baskı hatası mı? ‘’İnce yol’’ anlamında ‘’Çığır’’ mı
yoksa ‘’Çağrı’’ mı? (s.117)
- F.C.Erkin’in anılarından pasajlardan sonra Bourdieu’nün
eğitim sistemini ele aldığı La Reproduction
kitabına gönderme bekledim. Gelmedi (s.144).
Bir nokta daha: Ünal, aslında zengin yazılı kaynakların
pek kıt olduğu bir konuda, bilgi ve görüşlerini geliştirmek için sadece iki (2)
sözlü görüşme yapmış. Sanki bence sözlü tarih yönteminden daha iyi
yararlanabilmek için daha çok sayıda diplomat ve Büyükelçiyle görüşebilirdi.
Ünal, kitabın sonunda doğal bir tevazuyla bu alandaki
çalışmaların geleceği için bir kaç ipucu da vermiş.
Cumhuriyet dediğimiz rejim/sistem kaçınılmaz olarak
sınıflarüstü bir varlık, bir olgu hatta bir kavram değil. Yazar, bu gerçeği dolaylı
dolaysız şekillerde ifade ediyor. Ünal, Kemalist yönetici elitin diplomatlarını
mercek altına almış. Hatta ameliyat masasına yatırmış. Cerrah değilim ama
hastanın operasyon sonrasında yoğun bakıma transferi hiç de mümkün görünmüyor. Dışişleri
Bakanlığının bugünkü durumu teşhisimi doğruluyor. Devletçilik ve milliyetçilik
‘’hastalığına’’ Türk tıbbiyesi bir asırdır henüz bir tedavi bulamadı. İlaç da
yok!
Sonuç olarak,
benim hayalimdeki ‘’Başka bir diplomasi mümkün mü?’’ sorusuna yanıt
aramadığı halde, kitap, gerek verdiği bilgiler, gerekse önerdiği perspektifler
açısından ufuk açıcı başarılı bir çalışma. (SON/RD).
Yorumlar