Ana içeriğe atla

Atatürk/Disney + hadisesinde esas mesele…

 * Belgeselin yayınlanmamasına karşı herkes her şeyi yazdı. Bir tek konu gündeme gelmedi. Halbuki esas tartışılması gereken mesele, resmi tabu ve yasaklar ayrıca ideolojik çekingenlik nedeniyle yazılmadı, konuşulmadı.

Ragıp Duran

Amerikan kökenli global dijital platform Disney +’ın 8 milyon dolara mal olan, 29 Ekim 2023’de bütün dünyada yayına girmesi tasarlanan 6 bölümlük Atatürk belgesinin şirket tarafından yayından kaldırılması Türkiye’de önemli bir gündem konusu oldu. Her konunun uzmanı yorumcular, resmi yetkililer, siyasiler, STK sözcüleri, yurttaşlar neredeyse herkes Atatürk’ün ne kadar önemli ve değerli bir şahsiyet olduğunu, Disney+’ın da ne kadar olumsuz, sansürcü, emperyalist, Atatürk düşmanı bir kurum olduğunu yazdı çizdi.

Belgeselin yayından kaldırılmasının Atatürk belgeseline münhasır olmadığı, tüm ‘’yerli ve milli’’ yapımların, ekonomik nedenlerle global platformdan çıkarıldığını savunanlar oldu. Meselenin Netflix’le Disney+ arasındaki rekabetten kaynakladığını yazanlar da var. Bu arada Atatürk konusunda hassasiyeti çok yüksek olmayan Tek Adam rejimini eleştirenlerle, Disney+’a karşı tutum almayan sanatçı ve kurumları kınayanlar da çıktı sahneye. Türk rejiminin sansürcü olduğunu hatırlatanlar oldu, haksız değiller. Çare önerenlerin çoğu, Disney+’ı boykot etmek çağrısı yaptı. Resmi makamlar Disney+’ın lisansını iptal etmekten söz etti. Belgeselin Ermeni lobisinin kampanyası sayesinde değil, Disney+’ın mali sorunları nedeniyle yayından çıkarıldığını yazanlar oldu. Belgeselin global platformda değil, önce Disney’in Türkiye’deki televizyon kanalı Fox TV’de bilahare Türkiye’deki sinemalarda yayınlanacağının açıklanması çoğunluğu memnun etmedi. Çünkü Atatürk’ü Türklere tanıtmanın, anlatmanın çok da fazla bir önemi yoktu. Ayrıca belgesel zaten daha ilk baştan uluslararası kamuoyuna, yabancılara yönelik olarak tasarlanmıştı. Disney’in Türkiye sorumlusu, belgeselin Türkiye’de Fox TV ve sinemalarda yayınlanmasının ‘’daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşmasının sağlanacağını’’ açıklaması komik bile değildi. Her neyse…

Benim okuduğum değerlendirmeler arasında,  Şenay Aydemir’in ‘’Atatürk dizisi ve ‘Yenikapı ruhu’ ’’ başlıklı yazısı ilginç. https://www.gazeteduvar.com.tr/ataturk-dizisi-ve-yenikapi-ruhu-makale-1631219. Çünkü Aydemir, Atatürk zırhına bürünenlerin Disney’e karşı protestoya katılırken son derece rahat ve güvenli bir konumda olduklarını hatırlatıyor. Bu kesimin sanat dünyasında Ermeni ya da Kürtlere yönelik baskılar konusunda ise seslerini hiç çıkarmadıklarını yazıyor.

’Ukala Dümbeleği’’ ve ‘’Medya Şebeği’’ gibi kartvizitleri olan popüler ve resmi bir tarihçi, bir TV kanalında https://www.youtube.com/watch?v=tsnC1ghJm28&ab_channel=S%C3%96ZC%C3%9CTelevizyonu  aslında tam da benim değinmek istediğim noktayı itiraf etmiş: ‘’Resmi tutum Ermeni tezlerini kabul etmiyor’’.  Dümbelek Şebek ayrıca, her zaman olduğu gibi özellikle diaspora Ermenilerini cehaletle suçluyor. 1915’de bir kuşağı topyekun kırılan bir ulusun yaşadıkları, yeteri kadar değerli ve önemli bir bilgi değil mi? Bu şahıs belli ki çok bilgili. Ama savunduğu bilgilerin büyük bir kısmı yanlış. Ya da elindeki doğru bilgiyi, milliyetçi ve devletçi pertavsızla yanlış yorumluyor.

Pek kimsenin değinemediği temel mesele, Atatürk’ün ‘’Soykırım’’la itham edilmesi. Bir-iki kişi hafif değindi. Esas olarak bir tek Taner Akçam konuyu derinlemesine ele aldı. https://www.gazeteduvar.com.tr/disney-ve-mustafa-kemal-dizisi-haber-1631329.

Bir çok uzman, yazar Mustafa Kemal’in elinde Ermeni kanı olmadığını savundu. Çünkü Kemal, o dönemde Çanakkale’de görevliydi. Tamam. Ne var ki, Ermeni diasporasının belgesele muhalefeti, doğrudan ve sadece Atatürk’ün şahsiyetiyle ilgili değil. ABD Ermeni Ulusal Komitesi ANCA’nın bildirilerinde,  Mustafa Kemal’in, Soykırım temelinde yaratılmış bir Ulus-Devletin kurucusu olduğu iddiası var. Bu tez bugün Batı’da bazı akademisyen, tarihçi ve uzmanın da kabul ettiği bir görüş. Mustafa Kemal, bizzat 1915’de sorumlu mevkide olmasa da, ‘’Soykırımın mimarı’’ olarak tanınan Talat Paşa’nın tezlerini çoğu zaman savundu ve uyguladı. Onunla gerek Çanakkale’de iken, gerekse Talat Paşa Berlin’deyken temas halindeydi.  Atatürk’ün Talat Paşa’yı çok övdüğünü, öldürülmesinden de son derece üzgün olduğunu da çeşitli anı kitaplarından biliyoruz. Murat Bardakçı’nın aktardığına göre, Talat Paşa’nın eşi Hayriye hanım, Çankaya Köşkünde Atatürk kendisine ‘’Biz Talat Paşa’ya karşı değiliz. Aksine bizim önümüzü açtı’’ mealinde bir sözü var. Ayrıca, Hayriye hanımın Talat Paşa’nın cenazesinin Türkiye’ye getirilmesi talebini Atatürk’ün olumlu karşıladığını biliyoruz. Cenaze Istanbul’da devletin en üst düzey yetkilileri tarafından karşılandı ve Şişli’deki Hürriyet-i Edebiye’de anıt mezara kondu. Talat Paşa bugün Türk resmi tahayyülünde hala çok önemli ve başarılı bir kahraman olarak kabul ediliyor.  Bunlar işin belki tâli ama somut olguları. Başta Hans-Lukas Kieser olmak üzere Batılı bir çok tarihçi, Kemalizmin İttihat Terakki’nin bir tür devamı olduğunu savunuyor.



Akçam’ın da hatırlattığı üzere, Atatürk’ün 1926 yılında Los Angeles Examiner ve San Francisco Chronicle gazetelerine verdiği söyleşilerde İttihat Terakki’den söz ederken ‘yaşadıkları yerlerden kitleler halinde acımasızca sürülen ve katledilen Hristiyan tebaamızın hayatlarının hesabının kendilerinden sorulması gereken” örgüt olarak anması ilginç. Gerçi Ermeni sözcüğünü bile kullanmıyor. Üstelik Atatürk, ITC’den hesabı sadece İzmir suikastinden sonra sordu. O da kendi iktidarını tehdit edebilecek bir güç olduğu için… Hristiyan tebaamıza yaptıklarının hesabını sormak sözde kaldı.  Atatürk,  1919-23 dönemi olsun daha sonraki günlerde olsun,  Ziya Gökalp, Rıza Nur, Mahmut Esas Bozkurt gibi aşırı ve süzme ırkçıların genel olarak gayri-müslimler özel olarak da Ermenilere yönelik nefret dolu açıklamalarına hiç ses çıkarmayarak onay vermiş oluyor. Zaten kendisi de Türkiye’nin sadece Türklere ait olduğunu defalarca beyan etmiş bir lider.

Atatürk gibi büyük liderler, devlet insanları kaçınılmaz olarak her seferinde genel ve özel durumun gerektirdiği şekilde konuşur ve yazar. Açıklama ve demeçlerinde bir tutarlılık aranamaz. ‘’Sözleriyle eylemleri arasında da ille de çelişki yoktur’’  denilemez. 1923 İzmit Basın toplantısında da Kürtler hakkında olumlu görüşler, planlar açıklamış olsa da bunları hayata geçirmemişti. 













Bir filmi boykot etmek, aboneliği iptal tehditi her ne kadar barışçı bir protesto eylemi olsa da, bir sanat eserini yasaklamak yerine daha olumlu ve yaratıcı eylemler söz konusu olabilirdi. Örneğin, Ermeni lobisi, Disney+’ın Atatürk belgeselini yasaklamak için kampanya açmak yerine, kendi iddialarını yani Atatürk’ün ve dolayısıyla Türk ulus-devletinin soykırımcı olduğunu anlatan bir belgesel üretebilseydi konunun daha iyi anlaşılması ve tartışılması açısından kuşkusuz daha anlamlı olurdu. Yurttaşlar iki belgeseli de izledikten sonra, Atatürk ya da TC’nin kuruluşu hakkında daha anlamlı,  bilgi ve farklı yorumlara dayalı, daha olgun bir kanaata varabilirdi.

Türkiye’de 5618 sayılı, 25.7.1951 tarihli  Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun  başlıklı bir yasa var. Ayrıca Atatürk konusunda fevkalade bir mahalle baskısı mevcut. TC’nin kurucusu uzunca bir zamandır bir idolün ötesinde bir put haline getirildi. Atatürk’ü övmek, göklere çıkarmak serbest hatta karşılığında devletin çeşitli teşviklerine ulaşmak da mümkün. (Siyasal İslam kendi çıkarları için bunu bir ölçüde frenledi). Ama çoğu zaman hakaret olarak algılanan Atatürk eleştirisi yasak. Hem kanunen yasak hem de toplumsal, siyasi, kültürel ve psikolojik olarak yasak. Oysa ki, evrensel hukuk, özel olarak bir şahıs adına kanun yapılamayacağını emreder. Burada başka bir çelişki daha var:  Kemalist rejim bir yandan topyekun bütün halkın Atatürk’e hayran olduğunu savunuyor ama bir yandan da onu kanuni koruma altına alma ihtiyacını hissediyor. Belki de Siyasal İslam’ın, Kürtlerin ya da Osmanlı’nın eski gayrı müslimlerinin Atatürk eleştirilerine ciddi, doğru bir karşılık veremeyeceği endişesiyle…

Bir çok yurttaş, şu gerçeği kabul etmek istemiyor: Hiç bir insan,  hiçbir lider topyekun olumlu ya da olumsuz değildir. Her liderin bir çok olumlu yanı olabilir ama mutlaka olumsuzlukları da vardır. Ve bunların,  iktidar dönemlerinde, olmadı, bilahare masaya yatırılıp derinlemesine, ayrıntılı bir şekilde tahlil edilmesi, tartışılması gerekir. Bugün Gandhi’den Churchill’e, De Gaulle’den Kennedy’ye kadar bütün liderler, kendi ülkelerinde akademisyenler, uzmanlar, siyasetçiler ve yurttaşlar tarafından serbestçe eleştirilebiliyor. Hatta Rusya ve Çin’de, farklı nedenlerle, Lenin ile Stalin ve Mao bile eleştiri oklarının dışında değil.  Bizde ise maalesef, İslami biat kültürünün de etkisi olsa gerek, Atatürk konusunda henüz kritik bir biyografi bile yayınlanamadı. Mustafa Kemal’in döneminde,  Cumhur Reisi olarak kendi imzasını da taşıyan, Başvekaletin 4.12.1933 tarihli kararında H.G.Armstrong’un ‘’Bozkurt’’ başlıklı kitabının Türkiye’ye girmesi yasaklanmıştı.  

Yasak, bir hakikati gizlemek, tartışmayı kesmek için egemenlerin elindeki güçlü bir silah.  Ne var ki yasak, tarihi gelişmeyi belki yavaşlatabiliyor ama durduramıyor. Yasak, belirli bir kitlenin belirli bir süre, bir bilgiden ya da bir görüşten mahrum kalmasını sağlayabilir ama herkesin ilelebet gerçeklerden habersiz olmasını sağlayamaz.

Türkiye, Türk toplumu, akademisi, medyası, STK’sı ile Atatürk konusunda yasaklardan, tabulardan vazgeçemediği için, milli ve yerli kelepçelere bağımlı olduğu için yurtdışından gelen en küçük eleştiriye ve itiraza son derece sert karşılık veriyor. Atatürk’ü eleştirince hemen ya işgalci güçlerin ajanı oluyorsunuz ya da Hilafetperver. Oysa ki bağımsız bir tarihçi, bağımsız bir aydın, işgalci güçlerin ajanı ya da Hilafetperver olmadan da Atatürk’e mesela demokrasi, Jakobenizm, Kürtler, Hristiyan azınlıklar, piyasa ekonomisi gibi konularda çok rahatça eleştiriler getirebilir, getirmelidir. Bu durum, Atatürk’ün askeri alanlardaki başarılarına, çağdaşlığına, TC’nin kurucu lideri sıfatına halel getirmez.








M.K.Atatürk ve Ermeni manevi kızı Dersim Harekatına katılan pilot Hatun Sebilciyan (Sabiha Gökçen)

Bu milli ve yerli kompleksi aslında Türkiye’yi çağdaş dünyadan, uluslararası hukuk mecrasından uzaklaştırıyor. Düşünebiliyor musunuz, sizin Büyük Önder diye sevip benimsediğiniz bir kahraman, dışarıda, bazı kesimlerce ‘’Aydınlanmacı Diktatör’’ ya da ‘’Soykırımcı’’ olarak itham ediliyor. İkisinden biri herhalde yanlış. Belki ikisi de yanlış!   

Atatürk/Disney + tartışmasında, Akçam hariç, hiç kimsenin bu ‘’Soykırımcı’’ suçlamasına değinmemesi, meselenin ne kadar hayati olduğunu kanıtlıyor. Bir kez bu tartışma açılırsa, iş 1915’e oradan da TC’nin kuruluşunun meşruiyetine kadar gider.  En iyisi susalım. Bir asır sustuk, son dönemlerde çatlak sesler çıkmaya başladı ama Atatürk konusunda milli mutabakat sağlam kaldıkça, bayrak inmez, ezan susmaz! (SON/RD)    

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla