Ana içeriğe atla

Alaturka Laiklik


 * Sosyal medya, çeşitli siyasi sorunların derinlemesine ele alınmasına izin veren bir mecra değil. Mini polemikler, atışmalar, özdeyişler dolaşıyor Twitter’da. Biraz açmak lazım.

 

Ragıp Duran

 

15 Temmuz günü Ender Özdeş, Twitter’da  bir mesaj yayınladı:‘’Şeyh cenazesine bakıp 'laiklik' diye hiç zırlamayın şimdi. Siz o maçı Rojava'ya dalıp hırsız tecavüzcü cihatçıları örgütleyen devletinizi desteklerken kaybettiniz. 'Terör kuşağı' olmasın derken, Suriye'nin en laik kenti Efrin'e karanlık çökerken gitti o laiklik. Geçmiş olsun’’.

Bu metnin içeriğini, bana da esas olarak doğru geldiği için, tırnak içinde retweet ettim. Mesaj kısa sürede onbinlerce kişi tarafından benimsendi ve sosyal medyada dolaştı. Bugüne kadar 100 bini aşkın insan tıklamış. Bir çok yurttaş, metni benim yazdığımı sandı. Metnin bana ait olmadığını ama içeriğini benimsediğimi ayrı bir  tweet ile açıkladım.

Yankılara, tepkilere baktım: Bu kadar çok sayıda tweet arasında, kaçınılmaz olarak, mesaja karşı çıkanlar da oldu. Açıkça şeriatı savunanlar, laikliğe ilke olarak karşı çıkan bir avuç yurttaşın yanısıra Efrin’in ‘’Suriye’nin en laik kenti’’ olmadığını savunanlar oldu.  


Gelelim işin özüne: Özdeş, Kemalistlerin, laikperestlerin yanlış hatta sahte laiklik savunusunu gayet iyi teşhir ediyordu.

Bu cenahta, tutku halinde garip bir laiklik anlayışı var: Laikliği, demokrasinin olmazsa olmaz bir unsuru/boyutu olarak değerlendirmiyorlar. Laiklik, onlara göre, M.K.Atatürk’ten de alıntılar yaparak, bir başına, bağımsız siyasi bir kavram. Oysa ki, Saddam Hüseyin ya da Esad da, teori ve uygulamasına bakacak olursak, laiklik yanlısı liderler. Ama kesinlikle demokrat değiller. Demokrasiden kopuk hatta demokrasiye karşıt bir laikliğin herhangi bir toplum için kıl kadar değeri, işlevi olmasa gerek.

Cumhuriyet’in kuruluşunda M.K.Atatürk, yeni ulus-devletinin olası iki düşmanı olarak belirlediği ‘’şekavet’’ ve ‘’irtica’’ya karşı, yani Kürt varlığı ve Siyasal İslam’a karşı, ‘’temizlik operasyonları’’(1925 ve 1937) ile Diyanet İşleri Başkanlığı ve laikliği çare olarak görmüştü.

Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Hilafeti Konstantiniye’ye getirmesinden 1924 yılında bu makamın bir kanunla ilga edilmesine kadar Hilafet’in diktası altında yaşayan bir toplumun, bir günde laikliği benimsemesi söz konusu olamazdı. Bu konuda neredeyse hiçbir ön çalışma, hiçbir hazırlık yapılmamıştı. Fransız laikliğinden esinlenerek, Jakoben bir yöntemle, mesela tekke ve zaviyeleri kanun marifetiyle yasaklayarak, ya da Şapka ‘’Devrimiyle’’  laiklik, toplumun büyük çoğunluğuna benimsetilemezdi. Aradan bir asır geçti, hala benimsetilemedi. Fransız laikliğinin temelinde 1789 Devrimi vardı, Türk usulü laikliğin temelindeki Cumhuriyet ilanı ise yeteri kadar sağlam, güçlü, popüler değildi.


Bugünkü Türkiye’de esas olarak üç büyük siyasi akım var:

* AKP’nin temsil ettiği laiklik karşıtı, İslami soslu neo-liberal popülist, otoriter akım

* CHP’nin temsil ettiği, kadim devletçi, dogmatik Kemalist akım

* HDP’nin temsil ettiği çokuluslu, yenilikçi, özgürlükçü, demokratik akım

Bu 3 akımdan CHP ve HDP olarak adlandırdıklarım, farklı tanım ve uygulamalarıyla da olsa, ilke olarak laikliği savunuyor. Ne var ki üç akımdan herhangi bir ikisinin bir araya gelmesi şimdilik mümkün görünmüyor. AKP ile CHP büyük bir ihtimalle neo-liberal politikalar ve devlet konularında uzlaşabilir ve aslında halen uzlaşıyor, ama laiklik ve M.K.Atatürk meselelerinde aralarında uzlaşmaz çelişki var. Kürt karşıtlığı konusunda da AKP ve CHP çok zıt konumlarda değiller.

Bir zamanlar çok fazla reklamı yapılan AKP-HDP uzlaşısı da hiçbir zaman gerçekleşmedi. Çünkü bu iki akım, farklı perspektiflerden de olsa, Kemalizm eleştirisi konusunda birbirine yaklaşabilirdi ama AKP’nin iktidar yöntemi, bağımsızlık, özgürlük, demokrasi gibi mecralarda iki akımın arasında uzlaşmaz çelişkiler var.

CHP-HDP arasındaki ilişkiler farklı ve yakın geçmişte bir çok olumlu örnek yaşadık. CHP tabanının HDP’ye AKP ve CHP yönetimlerinden farklı bakması sayesinde, ayrıca Erdoğan’ı zayıflatmak amacıyla, önce çok sayıda CHP seçmeni HDP’ye oy verdi, sonra da çok sayıda HDP seçmeni yerel seçimlerde CHP adaylarını destekledi.

Laiklik ve Erdoğan karşıtlığı, CHP ile HDP’nin birbirine yaklaşmasına izin veriyor.

Ama çok önemli bir engel var: Devletin ve AKP’nin körüklediği Kürt karşıtlığı, CHP’nin de öyle pek fazla muhalefet etmediği bir politika. HDP‘nin Kürt seçmenleri, siyasi olgunlukları sayesinde, ‘’Kan kusarken kızılcık şerbeti içtim’’ diyerek dedelerini, atalarını ağır baskı ve zulümden geçiren CHP’ye destek verdi son 2 seçimde. Ve bunun bir karşılığını da alamadı.

Kemalist akımın, gerçek olmasına rağmen kabullenmediği bir olgu da, özellikle Suriye ve Irak’ta, Kürt siyasi hareketinin radikal İslamcı çetelere karşı yürüttüğü başarılı mücadele. Bugün bütün Avrupa devletleri ve kamuoyları tarafından takdirle karşılanan bu direniş, IŞİD’in büyük ölçüde zayıflamasını sağladı.



Aynı esnada, Erdoğan devleti, başta IŞİD olmak üzere bütün bu silahlı radikal İslamcı örgüt ve fraksiyonları hem Türkiye’de hem yurtdışında açıkça destekledi. Efrin, bugün Türk İslam Devletinin bir eşantiyonu haline getirildi.  Ankara, Kobane’nin düşmesini, IŞİD’in de Kürtleri tasfiye etmesini bekliyordu.

Dönemin HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder ise, 27 Ağustos 2014 tarihinde CNN Türk’de yayınlanan açıklamasında aynen şöyle dedi:  

"PKK eğer silah bıraksaydı IŞİD şu anda Adana'daydı".

Bu tez salt askeri açıdan değerlendirilebilecek bir tez değil. Genel olarak Kürtlerin özel olarak da Kürt siyasi hareketinin laiklik konusundaki tutum ve uygulamalarını bilenler,


Kürt siyasi hareketinin özellikle 1984’den bu yana Türkiye’de laikliğin güçlenmesine sunduğu katkıları herhalde inkar edemez.(Tarihteki dini ve siyasi kimlikli liderlerinin değerlendirilmesi, kamu alanını kişisel alandan ayırmaktan, kadınlara her alanda değer hatta öncelik vermeleri, kız çocuklarına verilen önemden eş-başkanlık kurumuna… vs … kadar).

Dört ülkede Kürtlerin yaşadığı bölgelerin tarihi, siyasi özellikleri nedeniyle, 80’lerin ortalarına kadar bu yörelerde dini muhafazakarlığın güçlü ve yaygın olduğunu unutmuyoruz. Ancak bugün İran Kürdistan’ında, Irak Kürdistan’ının güneyinde ve Türkiye’de Kürt nüfusun yoğun olduğu yörelerde,  siyasi örgütlerin tutumu sayesinde, toplumsal düzeyde dini muhafazakârlık eskiye oranla gerilerken, laiklik özellikle genç kuşaklarda güç kazanıyor. Eskiden sağcı/dinci partilerin büyük oy deposu olan kentlerin büyük bir kısmı bugün HDP’ye güç veriyor.


Kadim ve yeni devletin Kürt karşıtlığı, aslında aynı zamanda laiklik karşıtlığını da içeriyor. İktidarın bu politikasını benimsemesek de anlayabiliriz. Ama muhalefetteki CHP’nin Kürt karşıtlığının laikler cephesine darbe vurduğunu görmezden gelemeyiz.

Ender Özdeş’in tweet’inde Türkiye’de laikliğin, TSK’nin Efrin işgaliyle önem ve değer kaybettiği yazılı. Laikliğin gerilemesi, giderek de siyasal sahneden çekilmesinin başlangıcı aslında daha gerilere dayanıyor. Menderes-Bayar diktatörlüğünün politika ve uygulamaları bugün tarikatların devlet nezdinde yüceltilmesine kadar yeni ve daha vahim biçimler aldı. Demokrat Parti’nin Kemalist laikliğe indirdiği darbelere karşı o dönemin muhalefet partisi CHP de kayda değer bir direniş gösteremedi.

Sonuç olarak, Türkiye’de laiklik sorunu, aslında Kürt sorunuyla ilgili bir mesele. Kısacası, hem Kürt düşmanı olup hem de laik olamazsınız. (SON/RD) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla