· Gazeteciliğin temel ilke ve kuralları açısından baktığımızda, Osmanlı Saray’ının fermanıyla 1831’de yayınlanan Türkçe ilk gazeteden günümüze kadar belki mesleki alanda ve özel olarak teknolojik yapıda çok gelişme sağlandı ama işin mülkiyet, siyaset, ticaret özel olarak da iktidarla ilişkiler boyutuna bakacak olursak ‘’her şey farklı gibi görünüyor ama aslında hiçbir şey değişmedi’’.
Ragıp DURAN
Mesleki, siyasi, ideolojik, toplumsal, kültürel parametrelere vurduğumuzda, 192 yıl önce yayınlanan Türkçe ilk gazeteden bu yana geçen süreci dört dönemde inceleyebiliriz.
· 1831’den çok partili rejime geçtiğimiz 1946’ya kadar MATBUAT dönemi
· 1946’dan 1990’lara kadar süren BASIN dönemi
· 1990’lardan 2000’lere kadar MEDYA dönemi
· Nihayet 2000’lerden bugüne DİJİTAL MEDYA dönemi
Her dönemin kendine has özellikleri, meslek açısından olumlu ve olumsuz yönleri var.
100 CUMHUR YILINDA DÖRT DÖNEM DE VAR
1923-2023 dönemi, yani Cumhuriyet’in ilk asrı ilginç bir şekilde sözkonusu dört dönemin de yaşandığı bir tarih dilimine denk düşüyor.
Osmanlı’da ya da Türkiye’de hatta başka herhangi bir memlekette, gazeteciliğin niteliklerini, özelliklerini, yapısını, kimlik ve durumunu saptamak için yararlanabileceğimiz bir dizi kriter mevcut:
* Mesleki bağımsızlık ve özgürlük ortamı (Ki ülke genelindeki HUKUK DEVLETİ özel olarak da düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün geçerliği/ebadıyla ilgili)
· Mevzuat
· Uygulamadaki kısıtlamalar
· İktidarların gazetecilik konusundaki politika ve tutumları
· Mevcut yayın sayısı, tiraj ve reytingler
· Gazeteler ve gazeteciler hakkında açılan davalar, tutuklama ve mahkumiyetler
· Siyasi cinayet olarak belirlenen gazeteci cinayetleri
· Gazetecilerin çalışma koşulları, mesleki örgütlenme düzeyi
Bu kalemleri tek tak açtığımızda Matbuat, Basın ya da Medya dönemi fark etmiyor karşımıza hep karanlık bir tablo, olumsuz bir bilanço çıkıyor.
Kuşkusuz her dönemin kendine has özellikleri, siyasi ve toplumsal dinamikleri nedeniyle, her dönem ve her dönemin içinde meslek ve mesleğin icrası konusunda, renk değil ama ton farkları olduğunu saptamak gerek.
DAHA KURULUŞTA SORUN VAR!
Cumhuriyet’in 100. yılında gazeteciliğin bugünkü sefil durumunun kökenlerini inceleyecek olursak, Ulusal Kurtuluş Savaşı adı verilen mücadelenin esas olarak derin, ayrıntılı ve kendi içinde tutarlı fikri/entelektüel/kültürel bir altyapıya sahip olamayışını görebiliriz. Ulusal Kurtuluş Savaşı ve özellikle de Cumhuriyet’in kuruluşu gerekli ve yeterli fikri hazırlık yapıl(a)madan alel acele gerçekleştirilmiş bir inşa görünümü arz ediyor. Cumhuriyet rejimi de ilk yıllarda kendi bağımsız aydınlarını, gazetecilerini yetiştir(e)medi.
Mustafa Kemal’in yakın çevresindeki ‘’münevverler’’in çoğu İttihat Terakki artıkları, Osmanlı çökeltileri ya da mevki makam peşinde koşan oportünist şahsiyetlerdi. Onlar, 1789’da somut ifadesini bulmuş gerçek anlamda Cumhuriyet fikri, yani ‘’Res Publica’’ (Kamusal Şey) ya da ‘’Kimsesizlerin Kimsesi’’ anlayışı değil, Kemalist elitin iktidarı ve bekası için çalıştı. Ne Yunus Nadi, ne F.Rıfkı Atay ne de Kadro hareketi Cumhuriyet aydını olabildi. Sahte TKP bile Kemalistti!
Oysa ki mesela Fransız 1789 Devrimi, Voltaire, Rousseau, Diderot gibi Aydınlanmacı filozofların yarattığı fikri/entelektüel temel üzerine inşa edildi.
Türkiye’de daha doğrusu Osmanlı’da ise, 1919-1923 öncesinde her ne kadar Tevfik Fikret ya da Namık Kemal gibi hürriyetperver şahsiyetler olsa da, onların varlığı ve birikimi 1923 sonrasında gerçek anlamda bağımsız ve özgür Cumhuriyetçi aydın tabakasının oluşmasına yetmedi.
1923 sonrası, gereksiz bir radikallikle eski Osmanlı münevverlerini tasfiye de, mesela 150’ler, yeni Cumhuriyet’i köklü ve zengin fikri bir altyapıdan mahrum bıraktı.
Sonuç olarak Cumhuriyet, zayıf ve fakir bir entelektüel/kültürel temelde inşa edilmiş olduğu için, bugün dinci-Yeni Osmanlıcı bir rejim, çok zorlukla karşılaşmadan iktidarı ele geçirebildi.
Olumlu örnekler vermek gerekirse, 1908 Meşrutiyet İlanı ile 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında gazetecilikte geçici de olsa hürriyet, çokseslilik gibi müspet devreler yaşandı. Keza TC döneminde, koalisyonların iktidarda olduğu dönemlerde de gazetecilik eskiye oranla daha az baskı altındaydı.
Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından, herhalde en önemli toplumsal/kültürel hamle olarak nitelenebilecek Köy Enstitüleri, ilerici, modern, halkçı bir kurum olarak lanse edilirken, üstyapının en önemli kalemi sayılması gereken gazetecilik konusunda herhangi bir girişimde bulunmadı. Bu ihmalin tesadüfi olması söz konusu değil. Köy Enstitülerinde mandolin dersleri var ama mesela Siyasal Bilgiler dersi yok. Köy Enstitülerinde marangozluk eğitimi var ama gazetecilik yok!
Osmanlı’da ve TC’de gazetecilik konusunda temel mesele bu mesleğin bağımsız ve özgür olmaması için her şeyin yapılmış olması. Tüm iktidarlar, gazetecilik gibi yurttaşları bilgilendirebilecek bir aygıtı hep kendi tekellerinde tutmaya çalıştı. Bu bilgilendirme yoksul ve eğitim görmemiş yurttaşları bilinçlendirebilir, hele bir de eleştirel perspektife sahip olurlarsa, Alim Allah!, hükümet hatta rejim karşıtı bir kitle yetişebilir. Başlarda Kemalizm ve teorik bir Cumhuriyet ideolojisinin blokajı ile sonlarda da dini söylemle, yurttaşların gazetecilik aracılığıyla bağımsız ve özgür düşünceye sahip olmaları engellendi.
TOPLUMUN DEĞİL DEVLETİN GAZETECİLİĞİ
Gazetecilik baştan beri, büyük ölçüde hükümetin, rejimin hatta devletin bir propaganda faaliyeti olarak tasarlandı ve öyle işletildi. O kadar ki, muhalif gazetecilik adı verilen, iktidar partisi karşıtı gazeteler bile, dün ve bugün, devletin temel politikalarını savunmaktan, yaygınlaştırmaktan hiçbir zaman vazgeçmediler.
1980’lere kadar ince belli çay bardağı ve simitle temsil edilen, geliri
yüksek olmadığı için kayınpeder kayınvalide adayları açısından pek
makbul olmayan damat tipiydi gazeteci.
Neo-liberal rejimin toplumun bütün tabakalarında egemen hale gelmesiyle, ‘’Gazeteci’’ sınıf atladı. O da artık etrafı dikenli tellerle çevrili, özel güvenlikli sitelerde oturmaya başladı. Eşi dostu egemenlerdi. Üst sınıfın bir mensubu olmuştu gazete yöneticisi, başyazar, köşe yazarı ya da Genel Yayın Yönetmeni kartvizitiyle. Gazete ve televizyon merkezleri de zaten artık kent dışına plazalara taşınmıştı. Gazetecinin toplumla, yurttaşla ilişkisi büyük ölçüde kesildi. Artık yukarıdan telefon ya da maille gelen talimatları haber kılığına sokup yayınlamakla sınırlıydı işi. Bu tür gazetecilerin büyük bir çoğunluğu bu mesaj taşıyıcılığını/ulak oğlanlığını gönüllü olarak yapıyordu. Çünkü artık onlar da devlet gibi/iktidar gibi düşünüyordu. Özel olarak tepeden birisinin talimat vermesine pek gerek kalmamıştı. Medya, Kral’dan daha fazla Kralcıydı. Muhabirlik de bu dönemde devalüe olmaya başladı. Mesleğini doğru dürüst yapmaya çalışan gazeteciler yavaş yavaş büyük medyadan uzaklaştırıldı. Onlar da mesleğe ya tek başlarına, You Tube kanalı açarak ya da bağımsız kalmaya çalışan küçük medya organlarında devam etmek zorunda kaldılar.
TABU OLUNCA ÖZGÜRLÜK OLMUYOR
Türkiye’de gazeteciliğin bir dizi tabusu var: Kürt Meselesi, Ermeni Sorunu, Atatürk, Türk ordusu, Ankara’nın dış politikası, yakın ve uzak dönem Türk tarihi…
Bu tabular, kaçınılmaz olarak zaman geçtikçe yıpranıyor, aşınıyor, zayıflıyor ama tabu niteliğini/zırhını halen üzerinden atabilmiş değil. Bu tabuların çoğu ayrıca kanun marifetiyle koruma altına alınmış durumda.
Gazetecilik aslında üç sacayağından oluşuyor: Bugünkü deyimiyle medya mülkiyeti yani patronlar, çalışanlar ve okurlar.
Cumhuriyet’in ilk 100 yılında her bir sacayağının konumuna, evrimleşmesine baktığımızda da ortaya pek iç açıcı bir görünüm çıkmıyor.
· Medya mülkiyeti konusunda olumsuz bir dönüşüm bile var. Eskiden çekirdekten yetişme gazeteci aileleri patrondu (Serteller, Yunus Nadi, A.E.Yalman, Bedii Faik, Erol-Haldun Simavi, Bilginler…vs…). Bu gazeteci-patronların bir kısmı milletvekili filan idiler ama esas hatta çoğu zaman tek işleri gazetecilikti. Aynı zamanda başyazar idiler. Medya dönemine geçerken mülkiyet konumu tamamen değişti. Mali-sanayi holdingleri, büyük ticari kuruluşlar medya sahibi oldu. Son dönemlerde ise artık büyük devlet adamlarının bodyguard’lığını yapanlar bile gazete ya da TV sahibi oldu. Zaten BASIN döneminden MEDYA dönemine geçişin en yoğun ifadesi, ‘’Gazetecilik bir zenaat olmaktan çıktı, bir sanayi kolu haline geldi’’. Böylelikle arz-talep mekanizması devreye girdi bu durum da yayın kalitesini popülerleşme adı altında seviyesizleştirdi.
· Çalışanların durumunda 100 yıl içinde ne yazık ki önemli ve olumlu bir değişim yaşanamadı. Zaman zaman gazetecilik moda haline geldiği için özellikle üst ve orta düzey yöneticilerin maaşları yükseldi, teknolojik gelişmeler sayesinde çalışma ortamları biraz iyileşti. Ama mesela eskiden beri parya muamelesi gören muhabirlerin konumunda bir iyileşme gerçekleşmedi. Sendikalaşma oranlarına baktığımızda sadece 1980 öncesi ve sonrasını kıyasladığımızda, son derece vahim bir manzarayla karşı karşıyayız. Babıali’de iken yüzde 75’in üzerinde olan gazeteci sendikalaşma oranı şimdilerde herhalde yüzde 10’a ancak ulaşır.
· Üçüncü sacayak olan okurlar ya da daha genel bir tanımla yurttaşlar aslında mesleğin daha iyi hale gelebilmesi için en etkili kesim. Çünkü gazetecilik yurttaşlar için icra edilen bir faaliyet. Dolayısıyla yurttaşların konum ve taleplerini hesaba katması gereken bir meslek bizimkisi. Medya son dönemlerde yurttaşları bilgilendirmek (İnformer) temel işlevinden vazgeçti, yurttaşları oluşturmak/biçimlendirmek/
Şimdiye kadar yazdıklarım ne yazık ki sadece Türkiye’ye has sorunlar değil. Ne var ki gazeteciliğin çürüme ve yozlaşma hacmi ve sürati diğer ülkelere oranla bizde daha büyük ve daha hızlı.
İnsan var oldukça gazetecilik de toplumda mutlak gerekli bir aygıt, bir mekanizma, bir meslek.
Bugün nostaljik bir yaklaşımla eskiyi diriltmek, gazeteciliğin altın çağına dönmek mümkün değil. Her dönem kendine has bir gazetecilik ortamı/uslubu yaratıyor.
Bugün yapılması elzem olan faaliyet, köklü, ayrıntılı bir inceleme-araştırma marifetiyle 100 yıllık geçmişi günahı ve sevabıyla ortaya dökmek olmalı. Olumsuzlukların köken ve nedenlerini saptayıp tedavi ya da ameliyat seçenekleri gündeme gelmeli.
Daha da önemlisi mesleğimizi, 21. yüzyılın siyasi, ideolojik, ekonomik, kültürel özelliklerine uygun bir şekilde yeniden kurmamız, yapılandırmamız gerekiyor.
Eski ilke, kural hatta tanımların bir kısmı bugün artık geçersiz. Bu nedenle yurttaşı DOĞRU, ÇOKBOYUTLU, İNANILIR, GÜVENİLİR ve HIZLI bir şekilde dünya, memleket, kent ve semti hakkında bilgilendirmek, okurun bilinçli bir yurttaş olmasını sağlamak için onu kamudaki tartışmaya aktif olarak katabilmek için gerekli bilgi ve görüşleri iletmek önümüzdeki dönemde de gazeteciliğin temel görevi olacak. (SON/RD)
Yorumlar